YORUM | M. NEDİM HAZAR
Sizin oralarda olur muydu bilmiyorum ama benim doğduğum topraklarda, yeni doğan çocuğun göbek kordonunu bahçeye gömerlerdi.
Bugün artık genelde tıbbi atık çöpüne gidiyor sanırım eğer çok paralı birinin çocuğu değilse.
Ama bir dakika. Önce size çocukluğumdaki müheykel olarak hatıralarıma sızıp asla gitmeyen bir karakterden bahsedeceğim.
Gerçek ismi belki Huri idi yahut Hayriye… Ama herkes ona “Hore Teyze” derdi. Açıkçası bir nüfus kâğıdı var mıydı, onu da bilmiyorum!
Nasırlı parmakları arasında aldığı cıgara kâğıdına Muş tütününü yerleştirir, bir güzel sardıktan sonra keyifle tüttürürdü. İşaret ile başparmağının tam birleştiği yerde üçgen şeklini oluşturan üç noktadan ibaret bir dövme vardı. Bileğinde de sanırım bakırdan yapılmış bir bilezik.
Herkes onu tanırdı; ama o herkesi tanır mıydı emin değilim… “Sen falancanın oğlu musun?” diye sormasından tanımıyormuş gibi yaptığı kanaatine varırdım hep. Tuhaf ve bilge bir duruşu vardı. Genelde susan, asla paniklemeyen yapısı, kadınsı özelliklerini bir tırpan gibi alıp götürmüştü. Kaç yaşındaydı bilemiyorum…
Ve bir özelliği vardı Hore Teyze’nin… Bu yönünü ilk gördüğümde ödüm kopmuştu. Sabahın epeyce erken bir vaktinde eline aldığı küçük bir keserle fıstıklık da dediğimiz bir yere gitmiş toprağı eşeliyordu. Biraz yanına yaklaşınca gördüklerime inanamadım. Toprak yiyordu yaşlı kadın. En üst kısmından 5-10 santimlik kısmı eşeliyor ve altındaki kırmızı topraktan bir tutam alıp çiğniyordu.
Meğerse bu yönünü tüm mahalle sakinleri biliyormuş… Özellikle bahar aylarında hemen her sabah elinde keserle serin topraktan oluşan kahvaltısını yapıyordu Hore Teyze… Mahalle maçlarından birinde bana atılan çelme sonucu yüzüstü yere kapaklandığım zaman tatmıştım aynı toprağın tadını. Açıkçası hem tadı hem de sertliği hoşuma gitmemişti.
Bildiğimiz toprak işte!
Henüz ilkokul çağında olan bir çocuk için aklın alabileceği bir manzara değildi bu. Bir arkadaşımla durumu konuştuğumuzda aklımız sıra mantıklı açıklamalar yapmaya çalışmıştık. Toprağın bir lezzeti ve besleyici değeri olmalıydı (!) bize göre. Yoksa o kadar börtü böcek, ağaç, bitki nasıl beslenebilirdi? Evet, toprak besleyici bir şey olsa gerekti. Çünkü ne ekersen onu yetiştiriyor, büyütüyordu.
İnsan yaşlılığıyla yüzleşiyor; ama benim çocukluğumda bu kadar özenle oluşturulmuş yeşil alanlar, demirlerle çevrili çimler, “Çimlere Basmayınız!” levhaları da yoktu. Çünkü evlerin olmadığı her yer piknik yapılacak yeşil alandı! Hele bahar aylarında adını bile şu an hatırlamadığım bir dolu bitki ve bitki kökü toplamak için kırlara koşardık. Toprak ile ilişkimiz yakın ve sıradandı belki.
Ve şehirleşmeyle beraber her insanoğlu gibi topraktan uzaklaştık. Öyle ki, ilk çocuğumun yürümeye yeni başladığı dönem, çoraplarını çıkarıp çıplak ayakla toprakta yürütmeye çalıştığımda çocuk ateşe basmış gibi korkarak havaya zıpladı! Bu kadar büyük bir yabancılaşma yaşamıştık yani. Bırakın şairin “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı” göndermesini, biz bastığımız yeri toprak olarak dahi tanımayı unuttuk! Koca Veysel’in “sadık yâr” benzetmesinden de geçtik. Ve sanırım toprağa olan bu yabancılaşma merhametsizliği ve kirliliği beraberinde getirdi.
Hore Teyze hâlâ yaşıyor mu bilmiyorum… Ama zaten, her türlü pisliğini toprağın altına gömerek gizleyen vicdansızların yaşadığı bir zamanda ve mekânda Hore Teyze gibilerin yaşama şansları yok. Ve korkarım ki, bu yabancılaşma sonunda oluşan merhametsiz kirlenme çıplak ayakla korkmadan basabileceğimiz bir avuç toprak parçası bile bırakmayacak geriye.
Ağza atılıp yenebilecek kadar temiz algılanan bir topraktan, her türlü kimyasal atığın, kirin ve pisliğin içine gömüldüğü mezarlara doğru yapılan bu berbat seyahatin sonunda, ölülerimizi topraktan yalıtılmış mezarlara koymaktan korkar oldum.
Ve bir korkum daha var: Bir gün toprak lisan-ı hal ile dile gelip, “alın pisliklerinizi” diyerek içini dışına çevirirse! Artık biz ona ‘deprem’ mi deriz, ‘ilahi ikaz’ mı bilemiyorum!
Ben küçükken yeni doğan çocukların göbek kordonunu bahçeye gömerlerdi. Sebebini yıllar sonra öğrendim. Toprak ile insan arasında bir ilişki kuruluyordu böylece ve insan yaşlandıkça o toprakları özlüyordu garip bir şekilde. Ve buna “Toprak çekiyor” deniliyordu.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***