The Economist’te yayımlanan bir makalede siyasi hayatının en zor dönemini geçiren “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın iktidarı sakince bırakmayacağını görmek hiç de zor değil” ifadesine yer veriliyor.
Serbestiyet’te Deniz Karakullukcu çevirisiyle yer alan yazıda “Ülkedeki bürokratların ve iktidar partisi mensuplarının bile Erdoğan döneminin sonuna hazırlandığına dair emareler var. Ancak Erdoğan’ın Türkiye siyasetindeki varlığını kestirip atmak için henüz çok erken. Cumhurbaşkanı, ülke siyasetindeki nüfuzunu hissettirmeye ve mahkemeler ve polis teşkilatı da dâhil olmak üzere on milyonlarca kişinin, bunun yanı sıra medya ve devlet kurumlarının sadakatini elinde bulundurmaya devam ediyor. Daha da rahatsız edici olan, Erdoğan ve ortaklarının koltuğu bırakmamak adına çaresizliğe kapılmış biçimde önlemler alabileceği ihtimalidir” görüşleri yer alıyor.
Serbestiyet’te yer alan yazının tamamı şöyle:
“Batılı bir müttefikle gerilim yaratmak, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın her zaman keyif aldığı bir durum olmuştur. Ancak bu sefer, 23 Ekim’de Amerika, Fransa, Almanya, Hollanda, Kanada, İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya ve Yeni Zelanda büyükelçilerinin “istenmeyen kişi” ilan edilmeleri yönünde talimat verdiğini ilan ederek, aralarından on tanesini aynı anda karşısına aldı. Büyükelçilerin tek suçu, Türk hükümetini, abuk subuk terör ve darbe suçlamaları sonucu içeri atılan hayırsever işadamı Osman Kavala’yı serbest bırakmaya davet eden bir mektubu imzalamaktı.
Bu durum, söz konusu talimatın Türkiye ekonomisi üzerindeki olası sonuçları konusunda kendisini uyaran Türk yetkililerin tavsiyeleri ve Amerikan büyükelçiliğinin Türkiye’nin içişlerine karışılmadığını vurguladığı açıklaması sonucunda Erdoğan’ın geri adım atmasına dek birkaç gün daha sürdü. Sonuç olarak, büyükelçilerin Ankara’da kalmasına izin verildi.
‘Büyükelçiler ülkemize yönelik bir yanlıştan döndüler ve artık daha dikkatli olacaklar’ diyen Erdoğan, Türkiye’nin on yıllardır gördüğü en büyük diplomatik krizin fitilini ateşleyip ardından bu tehlikeyi bizzat önledikten sonra kendi zaferini ilan etti.
Bu yaşananlar ve beraberinde gelen karamsarlık iklimi, Erdoğan’ın halkın önüne koyacak bir meseleye ne kadar ihtiyaç duyduğunu açıkça ortaya koyuyor. Erdoğan, uzun yıllardır devam eden siyasi hayatının en kötü süreçlerinden birini yaşıyor.
Ülkenin en önemli iki muhalefet partisi konumundaki seküler Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ve milliyetçi İYİ Parti’nin (“İYİ”) oluşturduğu ittifak, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nden (AK Parti) ve Milliyetçi Hareket Partisi’nden (MHP) oluşan iktidar koalisyonundan önde gözüküyor.
Eğer genel seçimler bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte 2023’te değil de yarın yapılacak olsaydı, iktidar koalisyonunun meclis çoğunluğunu kaybedeceği düşünülüyor. Bu arada Erdoğan, yapılan anketlere göre, cumhurbaşkanlığı için ismi geçen dört adayın her biri karşısında, olası bir ikinci turda çift haneli oy farklarıyla seçimi kaybediyor. Bu durum, bazı dedikoduların daha yüksek sesle dile getirilmesine neden oluyor: Erdoğan dönemi nihayet sona eriyor olabilir mi?
Fiyatlardaki artış ve Türk lirasının değer kaybı nedeniyle aksayan ekonomi, bu durumun ana sebebini oluşturuyor. Türk lirası, 2021’in başından bu yana dolar karşısında yüzde 20’den fazla değer kaybetti. Bu oran, dünyadaki diğer tüm büyük para birimlerinin dolar karşısındaki değer kaybından daha yüksek.
Son hezimet, Merkez Bankası’nın 21 Ekim’de faiz oranını iki puan düşürmesiyle yaşandı. Bundan birkaç gün önce, Erdoğan, Merkez Bankası’nın para politikası kurulunun üç üyesini görevden almıştı. Son aylarda ikincisini gördüğümüz sürpriz indirim, faizi Eylül’de yüzde 19,6’ya ulaşan enflasyonun yaklaşık dört puan altına geriletti. Hükümetler genellikle enflasyon hedeflerine ulaştıktan sonra büyümeyi canlandırmak için negatif reel faiz oranlarını kullanır. Türkiye ise kendi hedefinin (yüzde 5) dört katına çıktı. Yatırımcıların sabrı tükenmiş durumda.
Sayın Erdoğan’ın Ankara’daki devasa sarayından bakıldığında işler o kadar da kötü görünmüyor. Ekonomi, büyük çaplı baz etkileri ve artan ihracat sayesinde Temmuz ayına kadar olan üç aylık dönemde yıllık yüzde 21,7 gibi rekor bir büyüme kaydetti. Ancak enflasyon ve devalüasyon sıradan vatandaşların gelirlerini mahvediyor. Dolar bazında bakıldığında, 2013 yılına kadar istikrarlı bir şekilde büyüyen kişi başı GSYİH, 2009’daki seviyesine geri döndü. Erdoğan’ın iktidardaki ilk on yılında (2003’te başbakan olduğundan beri) milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı orta sınıfa yükseldi. Dünya Bankası verilerine göre son birkaç yılda bu vatandaşların 3,2 milyonu yoksulluk sınırının altına düştü.
Erdoğan’ın muhalifleri, onu iktidardan düşürme ihtimallerinin yüksek olduğunu bildikleri için (kuru kuruya) erken seçim çağrısı yaparak seçimlere hazır oldukları mesajını veriyorlar. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu geçtiğimiz günlerde yetkilileri Erdoğan’ın ‘hukuk dışı talimatlarına’ boyun eğmemeye davet ederek, aksi takdirde muhalefet iktidara geldiğinde hesap verecekleri konusunda uyarıda bulundu.
Ana muhalefet partisi, başarısız bir darbe girişimin ülkeyi sarstığı 2016 senesinden bu yana, ülkenin Rusya’dan savunma sistemleri almasından Suriye ve Libya’daki askeri girişimlerine kadar neredeyse tüm ulusal güvenlik meselelerinde Erdoğan’a boyun eğdi. Bu durum, 26 Ekim’de, CHP’nin, hükümetin Suriye ve Irak’a asker gönderme tezkeresinin yenilenmesine ret oyu vereceğini ilan etmesiyle değişti. İş adamları da seslerini yükseltmeye başladı. Türkiye’nin en büyük iş grubu sıfatını taşıyan TÜSİAD, geçtiğimiz günlerde Merkez Bankası’nın bağımsızlığına ve kuvvetler ayrılığına dönüş çağrısında bulundu.
KILIÇLAR ÇEKİLİYOR MU?
Ülkedeki bürokratların ve iktidar partisi mensuplarının bile Erdoğan döneminin sonuna hazırlandığına dair emareler var. Ankara, cumhurbaşkanının oğullarından biriyle bağlantılı bir derneğin yüzlerce üyesinin devlet kurumlarına yerleştirildiği iddialarıyla çalkalanıyor. Sızan belgeler, hükümetin 2016 darbesinde parmağı bulunan Gülen cemaatinden el koyduğu bir dizi mülkün de bu derneğe tahsis edildiğini gösteriyor.
Bu arada, kaçak bir suç örgütü lideri olan Sedat Peker, Twitter’daki iki milyon takipçisine yolsuzluktan uyuşturucu kaçakçılığına kadar çeşitli suçlara karışan devlet yetkililerine ilişkin bilgiler vermeye devam ediyor. Analistler, sızıntıların en azından bir bölümünün, hükümetle arasına mesafe koymaya başlayan memnuniyetsiz AK Partililerden veya bürokratlardan geldiğine inanıyor.
Ancak Erdoğan’ın Türkiye siyasetindeki varlığını kestirip atmak için henüz çok erken. Cumhurbaşkanı, ülke siyasetindeki nüfuzunu hissettirmeye ve mahkemeler ve polis teşkilatı da dâhil olmak üzere on milyonlarca kişinin, bunun yanı sıra medya ve devlet kurumlarının sadakatini elinde bulundurmaya devam ediyor. Daha da rahatsız edici olan, Erdoğan ve ortaklarının koltuğu bırakmamak adına çaresizliğe kapılmış biçimde önlemler alabileceği ihtimalidir.
Erdoğan’ın Batı ile arasındaki bu hesaplaşma onun son hesaplaşması olmayacak. Suriye’ye yeni bir askeri müdahale ve ülke içinde başka bir baskı süreci de kapıda olabilir. Erdoğan’ın iktidarı sakince bırakmayacağını görmek hiç de zor değil.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***