HABER ANALİZ | ADEM YAVUZ ARSLAN
Pandora’nın Kutusu açıldı ve dünyanın en zengin, en güçlü kişilerinin servetlerini nasıl gizledikleri, nasıl para akladıkları veya nasıl vergiden kaçındıkları belgeleriyle ortaya döküldü.
Hem de öyle böyle değil.
Dünya siyasetinin önde gelen isimlerinin kirli çamaşırları günlerdir manşetlerde.
Takip etmemiş olanlar için kısaca özetleyeyim…
Daha önce Panama Papers, FinCen ve Paradise Papers gibi skandallar zincirini ortaya çıkaran Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyum (ICIJ) bu kez tarihin en büyük ‘sızma’ dosyasına imza attı.
117 ülkede 650 gazeteciyle yapılan çalışmanın sonunda aralarında 90 ülkeden 330 politikacının da bulunduğu binlerce kişinin off-shore şirketler aracılığıyla çevirdikleri dolaplar ortaya çıkarıldı.
Nitekim haftasonundan bu yana Azerbaycan’dan İngiltere’ye dünyanın dört bir yanında ortaya dökülen belgeler ve saklanan servetler konuşuluyor.
Zenginin malı her zaman çene yorar ama buradaki rakamlar gerçekten de herkesin çenesini yoracak türden.
TÜRKİYE’DEN 220 İSİM… ŞİMDİLİK DEŞİFRE OLAN TEK KİŞİ
Pandora’nın kutusunda konuşulacak çok şey var ama doğal olarak biz Türkiye ayağına odaklandık.
Belgelerde Türkiye’den 220 ismin olduğu söyleniyor ama şu ana kadar tek isim sızdı: Rönesans Holding.
Yani, ‘Saray müteahhidi’.
Erdoğan’ın 1,150 odalı Saray’ı başta olmak üzere devasa kamu ihaleleri almasıyla bilinen, son 5 yılda 16 milyar dolarlık ihale alan Rönesans Holding’in vergi kaçırmak için paralarının bir kısmını Britanya Virgin Adaları’na taşıdığı ortaya çıktı.
Ancak bu transferde dikkat çeken çok kritik bir detay var.
Rönesans Holding, Erdoğan’ın Saray’ını inşaya başladıktan sonra Dolmine International Ltd ve Covar Trading Ltd isimli iki şirket kuruyor.
Kayıtlara göre Covar Trading Ltd şirketinin hesaplarına 2015 yılında 105 milyon 524 bin 132 dolar giriyor.
Aynı yıl bu paranın 105 milyon 484 bin 952 doları bilinmeyen bir hesaba “bağış” adı altında transfer ediliyor.
17-25 Aralık sürecinde ortaya dökülen belgeler ve ses kayıtlarından gördüğümüz kadarıyla Türkiye’de bu çapta bir “bağışın” gidebileceği tek adres var.
İşadamlarını kucağa oturtması ve para sıfırlamalarıyla meşhur o adresi tahmin etmek zor değil.
Ancak 17 Aralık sonrası yargıya darbe yapıldığı, 15 Temmuz kumpasıyla da tamamen işlemez hale getirildiği için “Bu neyin bağışı?” diyecek bir savcı yok.
Tıpkı Malta ve Panama Papers skandallarının üzerine gidilmediği gibi bu skandalın da üzerine gidilmeyecek.
Ancak bu durum Pandora’nın kutusunun önemini hafifletmiyor.
Üstelik söz konusu belgelerde Türkiye’den 219 isim daha var. Yerli ve milli vurgusu yapan isimlerin bu skandaldan çıkacağından şüpheniz olmasın.
Eğer Türkiye’de etkin bir yargı ve polis sistemi olsa, özgür gazeteciler korkusuzca dosyaların üzerine gidebilse ortaya dökülecek skandallar Pandora Papers’ı boşa düşürecek kadar büyük olur.
Yazının bundan sonraki bölümü işte böyle bir skandala ait.
‘GÜBRE’DEN GELEN PİS KOKULAR
Ara başlığa bakıp “Gübreden tabi ki pis koku gelir” demeyin.
Zira birazdan okuyacaklarınız bildiğiniz anlamda kötü kokuların hepsini katlayacak türden.
Ama önce biraz geriye gidip hikayeyi en baştan ele alacağız.
Hikayemizin kahramanı Gübretaş A.Ş..
1952 yılında gübre üretmek amacıyla Bakanlar Kurulu kararıyla kurulmuş bir KİT olan Gübretaş ülkenin değişik yerlerinde fabrikalar kurdu.
1993 yılında özelleştirildi ve Tarım Kredi Kooperatifleri Birliği’ne geçti.
“Yok artık” diyeceğiniz olaylar zinciri ise 2008’de başlıyor.
Yurt dışına açılma kararı alan Gübretaş, İran’ın gübre üreticisi Razi Petrochemical Co şirketini özelleştirme kapsamında alıyor.
Ancak beraberinde gizemli iki ortakla.
Gübretaş’ın ortakları o kadar gizemli ki soru önergelerine bile konu oluyorlar ancak yine de kimse bu iki ortağı öğrenemiyor.
Dahası Gübretaş’ın 681 milyon dolar bedelle Türkiye tarihinin en büyük dış yatırımını yaptığı şirket aynı zamanda ABD’nin kara listesinde.
Gübretaş satın alma işleminden sonra İran’daki fabrikaya 2012’den sonra 150 milyon dolar da yatırım yapıyor.
Bu aşamada bir durup bakalım:
— Türkiye tarihinin en büyük dış yatırımı ABD yaptırım listesinde olan bir İran şirketine yapılıyor.
— 681 milyon dolar ödeniyor üzerine 150 milyon dolar da yatırım yapılıyor.
— Ortada gizemli iki ortak daha var ama kimse bu iki ortağı bilmiyor.
GİZEMLİ ORTAKLAR VE İLGİNÇ İLİŞKİLER
Enteresan olaylar zinciri ise burada başlıyor.
Gübretaş’ın gizli ortakları MHP tarafından TBMM gündemine getiriliyor. Dönemin Tarım Bakanı Mehdi Eker kendine gelen yazılı soru önergesine devlet sırrı diye cevap vermiyor.
Konunun peşini bırakmayan bazı isimler meseleyi dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dikkatine sunuyorlar ancak yine sonuç alınamıyor.
Savcılığa yapılan ihbarlar da işleme konmuyor. Bir el ısrarla bu gizemli ortakları kolluyor.
Aradan geçen bunca zamana rağmen Gübretaş’ın gizemli ortakları resmen açıklanmış değil. Ancak kulislere düşen bazı isimler ve detaylar AKP hükümetinin bu ortaklığa neden devlet sırrı muamelesi yaptığını açıklamaya yetiyor.
Şöyle ki…
Gübretaş’ın yüz milyonlarca dolarlık yatırım öncesi yanına aldığı şirketlerden birisi Asyagaz.
İlginçlik şu ki bu şirketin gübre ile ilgisi yok ve ihaleden sadece 20 gün önce kurulmuş.
Diğeri de iflas etmiş olan Tabosan isimli şirket.
Burada bir başka AKP geleneği işletildi ve Vakıfbank ve Halkbank’tan yüksek miktarda kredi kullandırıldı. Yani biri batmış, biri 20 gün önce kurulmuş iki şirkete milyonlarca Euro kredi açıp dış alım yaptırıyorlar.
Dedikodular ayyuka çıkınca konu yeniden meclis gündemine geliyor ama AKP’li Tarım Bakanı yine devlet sırrı diyerek soru önergelerine cevap vermiyor.
NAYLON ŞİRKETLERDEN BAKIN KİM ÇIKIYOR?
İpin ucunu çekmeye devam ediyoruz.
Kamu bankalarından fonlanan bu iki şirkete ait ipuçlarını birleştirince karşımıza daha da tuhaf bir durum çıkıyor. Daha doğrusu AKP hükümetinin bu işe neden devlet sırrı muamelesi çektiği anlaşılabiliyor.
Asyagaz’ın ortaklarından birisi İhsan Arslan.
Diğeri de Hakkı Selçuk Şanlı. İhsan Arslan’ın baba İhsan Arslan mı yoksa ‘Mücahid’ olarak bilinen oğul Ali İhsan Arslan mı olduğu konusunda netlik yok. Ancak hangisi olursa olsun Saray’a çok yakın isimler olduğu tartışma götürmez.
Diğer isim yani Hakkı Selçuk Şanlı ise bizi bambaşka yerlere çıkarıyor. Uğur Mumcu ve bazı aydınların öldürülmesine ilişkin Umut Operasyonu’nda tutuklanmış ve 12 yıl 6 ay hapis cezası almış bir isim Selçuk Şanlı.
Aynı zamanda Erdoğan’ın bir dönem oturduğu evin sahibi olan Faruk Koca’nın da dünürü. Reza Zarrab döneminde de adını sıklıkla duyduğumuz bir isim.
Hakkı Selçuk Şanlı’nın telefon tapelerine göre Faruk Koca da alım süreçlerinin içinde. Mahkeme kararıyla yapılan dinlemelere göre o dönem Gübretaş yöneticileri olan isimler de “aynı camianın insanları”.
GÜBRE İŞİNDEN SELAM TEVHİD ÇIKIYOR
Gübretaş etrafında dönen başka bir yığın tuhaflık var.
Ancak yazı zaten çok uzun olacak. Bu yüzden Tabosan’ın hileli iflası ve borcunun kamuya yüklenmesini es geçiyorum.
Bu noktada karşımıza Selam Tevhid Operasyonu’ndan tanıdığımız isimler çıkıyor. Dosya zaten ilginçti, şimdi daha da ilginç hale geliyor.
Şöyle ki…
Özü itibariyle Selam Tevhid Kudüs Ordusu soruşturması Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’nun eşi Kamile Yazıcıoğlu’nun polise başvurması ile başlamıştı.
Kamile Yazıcıoğlu eşine dair ilginç iddialarda bulunmuş ve polise cep telefonu, sim kart ve bir takım belgeler getirmişti.
Hüseyin Avni Yazıcıoğlu meşhur Kudüs Gecesi’ni organize eden, dönemin Sincan Belediyesi Eğitim Kültür Müdürüydü.
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde Hizbullah üyeliğinden yargılanıp mahkum oldu. 4 yıla kadar hapis yattı. Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy suikastlarının zanlıları ile de yolu kesişiyor.
Selam Tevhid operasyonu sırasında elde edilen verilere göre İran Konsolosluğu’nda görevli Naser Ghafari ile düzenli aralıklarla görüşüyor.
Hakan Fidan, MİT Müsteşarı olunca makamında ziyarete gidiyor.
Peki bütün bunların Gübretaş’la ilgisi ne dersiniz?
Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’nun oğlu Ahmet Yazıcıoğlu, İran’da bulunan Gübretaş şirketinin satış müdürü. Ayrıca üç İranlı ile birlikte Çatalca Serbest Bölge’de şirketleri var.
Dahası Avni Yazıcıoğlu’nun evinde fişleme listeleri ele geçiriliyor.
Hakan Fidan gibi isimlerin bu listede yer alması ve yanlarında (+) işaretinin olması tek başına bir anlam ifade etmeyebilir ama bu dosya da normalde yan yana gelmeyen öyle şeyler yan yana geliyor ki artık şaşırmıyorsunuz.
Ama hikaye burada bitmiyor.
Gübretaş’ta dönen yüz milyonlarca dolarlık işlere bu kez altın madeni vurgunu ekleniyor.
Kuruluş amacı tarımsal gübre üretmek olan Gübretaş ilginç bir şekilde 2020 yılında Gübretaş Maden Yatırımları isimli bir şirket kuruyor.
Kısa bir süre sonra ise Havuz medyasında, “Gübretaş’ın Söğüt’teki arsasında 3,5 milyon onsluk altın rezervi bulunduğu ve piyasa değerinin 46 milyar lira olduğu” iddiası manşetlere çıkıyor.
Doğal olarak şirketin borsa değeri roket gibi fırlıyor ve “birileri” inanılmaz zengin oluyor.
Ancak perdeyi araladığınızda hikaye daha da ilginçleşiyor. Çünkü söz konusu arsanın işletilmesi 2008 yılında Koza Altın’a verilmiş.
Türkiye’nin tek ve yerli altın şirketi Koza, buraya büyük yatırımlar yapıyor ve 2013’te deneme amaçlı üretime geçiyor. Ancak 17 Aralık büyük yolsuzluk soruşturması ve Koza Holding’e kayyım atanması sürecinde işler karışıyor.
Holding TMSF’ye devredilmiştir ve Gübretaş fırsattan istifade sözleşmeyi feshetmiştir. Kayyım heyeti atması gereken adımları da atmaz ve Gübretaş yönetimi keşfedilmiş rezervin üzerine çöker.
Yani hazır madeni işletmek için maden şirketi kurar.
Bu arada büyük borsa vurgunu için hazırlıklar tamamlanır. Saray’a bağlı yargı mensuplarına, danışmanlara ve AKP’nin gözde bürokratlarına Gübretaş hisseleri aldırılır.
Öyle ki evini arabasını satıp, eşinin kolundaki bileziği bozdurup hisse alan savcılar-hakimler olur.
Ardından “46 milyar dolarlık rezerv” haberleriyle bu isimler zengin edilir. Yani “Saray’a hizmetlerinin” karşılığını fazlasıyla alırlar.
Böylece gübreden altın çıkartan dört dörtlük bir vurgun gerçekleştirilir.
NASIL YANİ DEDİRTEN TELEFON GÖRÜŞMELERİ
Ben yazmaktan siz okumaktan yoruldunuz ama Gübretaş’ta skandallar zinciri henüz bitmedi.
Gübretaş’ı araştırırken karşıma başka ilginçlikler de çıktı.
Mesela Selam Tevhid Soruşturması sırasında mahkeme kararıyla kaydedilen bir telefon görüşmesi “acaba?” dedirtecek türden.
Ama önce kısa bir hatırlatma daha yapayım.
Malum olduğu üzere Erdoğan ve AKP kurmayları – henüz net olarak bilemediğimiz bir gerekçeyle – Selam Tevhid Soruşturmasına çok büyük tepki göstermişti.
Gösterilen tepkiye bakıp “bizim bilmediğimiz ama Erdoğan ve ekibinin çok çekindiği başka bir şeyler olmalı” diye düşünmemek elde değil.
Erdoğan ve Havuz medyası milyonlarca insanın dinlendiği, telekulak skandallarıyla binlerce kişinin takip edildiğini iddia etmişlerdi.
17 Aralık sonrası dosyaları kapatması için getirilen savcı İrfan Fidan Selam Tevhid soruşturmasında adı geçen tüm şüpheliler için takipsizlik verdi.
Takipsiz kararı 251 kişiyi kapsıyordu. Yani binlerce kişi değil. Üstelik başka hukuk garabetleri de vardı dosyada.
Mesela takipsizlik kararında Estergon Kültür Merkezi, Akabe Kültür Merkezi, Bab-ı Ali, Etlik Camii gibi yerler ve X, Y,Z gibi isimler var.
Dosyada tüzel kişiliklerle ilgili suçlama olmadığı halde takipsizlik vermek özel bir maharet olmalı ki İrfan Fidan şimdi Anayasa Mahkemesi üyesi.
Olayın bir de şu boyutu var: Kurumlar ve kimlik bilgisi olmayan kişileri bile dosyaya ekleyip sayıyı yüksek göstermeye çalışıyorlar. Buna rağmen toplam 251 kişi. Yani on binlerce kişi dinlenmemiş. Kaldı ki soruşturmanın merkezinde çoğunluğu İranlı yaklaşık 40 kişi vardı.
Şimdi Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’na geri dönelim.
Yazıcıoğlu’nun Hizbullah davasından yargılanıp mahkum olduğu davanın sanıklarından birisi de Hasan Kılıç’tı.
Peki Hasan Kılıç kim?
Umut Operasyonu sonucunda düzenlenen iddianamenin 1 numaralı sanığı. Yargılama sonunda 12 yıl 6 ay hapis cezası almış bir isim.
Hatırlanacağı gibi Umut Operasyonu da, 2000 yılında Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’na yönelik Beykoz’da yapılan meşhur villa baskını ile başlamıştı.
Belgeler arasında Uğur Mumcu cinayetine dair verilere ulaşılınca konuya DGM savcısı Hamza Keleş el koymuştu.
Yargılama, onama-bozma süreçleri yıllar sürdü. DGM’ler kaldırılıp yerine Özel Yetkili Mahkemeler kuruldu. Sanıklar muhtelif cezalara çarptırıldı. Sanıkların bir kısmı İran’a bazıları da Avrupa’ya kaçtı.
Gelelim ilginçliklerin kesiştiği noktaya.
Umut Operasyonu’nun sanıklarından Hasan Kılıç ile Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’nun irtibatlarını mahkeme kararı ile takibe alınıyor ve hayli ilginç bir urumla karşılaşılıyor.
Umut Operasyonu sanıklarından Hasan Kılıç ile o dönem İsviçre’de yaşayan diğer sanık Aydın Koral, 18 Nisan 2012’de telefonla görüşüyorlar.
Görüşmenin detayları Türkiye’nin siyasi atmosferi, İslamcılık-iktidar ilişkilerine dair çok çarpıcı ipuçları veriyor ama bir nokta var ki hayli ilginç.
Daha önce de defalarca yazdım: Hakan Fidan’ın İran ajanı olduğu iddialarına hep mesafeli durdum. Fakat ilginç bir şekilde bu iddiayı destekleyecek veriler önümüze düşüyor.
Mesela Aydın Koral ile Hasan Kılıç arasındaki telefon görüşmesinde de bu konu geçiyor.
Diyalog özetle şöyle:
Hasan Kılıç: Bizim elemanlar hepsi sağında solunda biliyorsun, kimisi Ortadoğu danışmanı, kimisi bilmem ne halk danışmanı, ama bir taraftan da yargılanıyoruz nasıl oluyor anlamadık…
Aydın Koral: Geçen arkadaşlar geldi Almanya’dan Fransa’dan, bu görüşmeleri yapan baştaki adam var ya bizden diyorlar şaşırdım kaldım, doğru mu bu?
Hasan Kılıç: Ben tanımıyorum ama tanıyan arkadaşlar müsbet diyorlar, vatana hizmet ediyorlar biliyorsun
Fidan’ın gıyabında birileri bu şekilde konuşması tabi ki Fidan’ı başka bir yere koymaz fakat İran eksenli tüm soruşturmalarda benzer durumların olması da üzerine düşünmeye değer bir nokta.
Normal şartlarda bir savcı Hasan Kılıç’ın ifadesini alırken bu telefon görüşmesini sorardı. Fakat İrfan Fidan takipsizlik kararı verirken böyle bir konuyu açmıyor bile.
Gerçi bu soruları sorabilenler 7 yıldır tek kişilik hücrelerde tutuluyor. Dosyaları kapatan İrfan Fidan ise AYM üyesi yapıldı.
Yazı hayli uzadı ve kafanız karıştı değil mi? Gübreden girdik Selam Tevhid’den çıktık.
Emin olun daha resmin bütününü görmedik bile.
Konuya hakim bir uzmanın ifadesiyle Gübretaş ile başlayan ilişkiler ağı bir deşifre olsa Zarrab’ı sollayacak bir skandal ortaya çıkacak. Yine aynı uzmanın ifadesine göre üçüncü ülkeler konuya eğilirse AKP için esas kabus o zaman.
Pandora ile başladık onunla bitirelim: Eğer Türkiye’de yargı ve güvenlik bürokrasisi çalışabilse, özgür gazeteciler olsa öyle skandallar göreceğiz ki Pandora’nın kutusundakiler çerez kalacak.
Kim bilir belki bir gün gerçekten Türkiye için de Pandora’nın kutusu açılır!
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***