15 Temmuz sonrası Akıncı Üssü’nde eğitimde olan ve yargılandıkları davalarda müebbet hapis cezası alan kursiyer teğmenlerin aileleri, 5 yıldır yaşadıklarını anlattılar.
Gazete Duvar’dan Zafer Kıraç’ın haberine göre, kursiyer teğmenler eğitime çağrıldılar, darbeye katılmakla suçlandılar ve generallerle aynı cezayı aldılar.
26 Kasım 2020 tarihinde, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi, 79 Hava Kuvvetleri kursiyer teğmenini 15 Temmuz 2016 darbe girişimine ilişkin olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı. Kursiyer teğmenlerin Akıncı Üssü’nde bulunmalarının tek sebebi onların hali hazırda devam eden pilotluk eğitimleriydi. Darbe girişimi günü, kursiyer teğmenler İngilizce seviye tespit sınavına tabii tutuldular ve günlük rutin mesailerini takip ettiler.
Sonra neler oldu? İlk zamanlar ve sonrasındaki 5 yıllık süreçte neler yaşandı. Kursiyer teğmenlerin aileleriyle verdikleri mücadeleyi anlattı.
İlker Kalın (Kursiyer Teğmen Alper Kalın’ın ağabeyi)
Kardeşim, beraberindeki 80’e yakın havacı kursiyer teğmen ile birlikte, 15 Temmuz 2016 günü Akıncı Üssü’nde bulundukları için, darbe girişimi ile suçlandı, 4,5 yıla yakın süren tutukluluk ve yargılama sonucunda 26 Kasım 2020 tarihinde 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından birçoğu ağırlaştırılmış olmak üzere müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Kesinlikle haksız mahkumiyet olarak tanımlıyorum.
Kursiyer teğmenler 15 Temmuz günü neden Akıncı Üssü’ndelerdi?
15 Temmuz günü kursiyer teğmenlerin, Akıncı Üssü’nde bulunmalarının ana sebebi devam eden ve rutin F-16 eğitimleriydi. Akıncı Üssü, Türkiye’de F-16 uçuş eğitimin verildiği tek hava üssü. Temel uçuş eğitimlerini İzmir Çiğli hava üssünde tamamlayan, F-16 pilotu olmaya aday kursiyerler, Akıncı üssüne gelirler. Burada 1 ile 1,5 yıl arasında süren eğitimlerini tamamlamalarını müteakip F-16 pilotu olurlar ve sonra görev yerlerine tayin olurlar. Bu nedenle, 15 Temmuz 2016 tarihinde, Akıncı Üssü’nde üç farklı dönemden 80’e yakın kursiyer teğmen vardı.
15 Temmuz gününden sonra tutuklanana kadar nasıl tutum izlediler?
Kardeşim 16 Temmuz sabahı korkmuş bir şekilde eve geldi. Gece boyu hiç uyumamışlar ve çok yorgundu. Gece yaşananlara hala anlam verebilmiş değildi. 15 Temmuz gecesi olanlardan bizden daha az haberi vardı. Sonuçta, biz gece boyu olanları televizyondan takip etmiştik. Ellerinden telefonları alındığı için ise, onların böyle bir şansı bile olmamıştı.
Her gün Üssü arayarak yoklama verdi ve süreç 12 gün boyunca bu şekilde sürdü. 27 Temmuz 2016 günü bir subay kursiyerleri arayarak, olay gecesini inceleyen savcının üsteki herkesin ifadesini almak istediğini ve derhal üsse gelmeleri gerektiğini söyledi. Bunun üzerine, kardeşim arabasına binip, ifade vermek üzere üsse gitti. Nizamiyeye vardıklarında, savcı huzuruna dahil çıkarılmadan, sanki suç üzeri basılmış gibi, orada bekleyen polisler tarafından, hakaret ve şiddete maruz kalarak gözaltına alındılar. Kardeşim 10 gün Polis Akademisi’nin halı sahasında elleri arkadan kelepçeli bir şekilde gözaltında tutulmuş. O gün (6 Ağustos 2016) ifadeleri alındıktan sonra mahkemeye çıkarıldılar ve tutuklandılar.
Peki bu 5 yıllık süreçte neler yaşandı? Aileler nasıl bir mücadele yolu izlediler?
Aileler son karar duruşmasına kadar adaletin tecelli edeceğine olan inançları sebebi ile maalesef genel olarak pasif bir tutum sergiledi. Burada nispeten onları suçlar bir şekilde ifade etmiş olsam da bunun altında yatan sebepleri anlayabiliyorum. Aileler cezaevi görüşlerine gidip gelirken birbirlerini tanımaya başladılar. Bu nedenle geleneksel anlamda bir örgütlenme oluşamadı. Ayrıca, ülkenin içerisinde bulunduğu olağanüstü hava hem insanlara korku veriyor hem de muhtemel yolları tıkıyordu. Buna karşın birkaç aile ile birlikte konu hakkında farkındalık oluşturmak için çeşitli yollar izledik; ancak önümüzde bir dizi engelle karşılaştık. Mesela, medya kuruluşları kursiyerlerden bahsetmiyordu. İletişime geçmek istediğimiz gazeteciler ve milletvekilleri bize randevu dahi vermiyordu. Aileler olarak başta pasif tutum sergilememizin bir diğer nedeni adaletin tecelli edeceğine olan inancımız ve kursiyerlerin masumiyetine olan güvenimizdi. Sürecin uzamasını, davanın büyüklüğünden kaynaklı olarak düşünmüştük hep. Son karar verildiğinde kursiyerlerin beraat edeceğinden emindik.
26 Kasım 2020 tarihinde, son karar açıklandı ve kursiyerler müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Bu dakikadan sonra, artık mücadelenin sürecin kısaltılması odaklı değil, kursiyerlerin masumiyetini anlatmaya yönelik olması gerektiğini anlamıştık.
İktidardan ve sorumlu adalet bakanlığından size karşı oluşan tavrı değerlendirebilir misiniz? İktidar dışı diğer siyasi partilerin ilgisini nasıl buluyorsunuz?
Bu süreçte gerek iktidar mensubu siyasi parti ve milletvekillerinden gerek diğer siyasi partilerden herhangi bir ilgi göremedik. İktidar ile muhalefet arasındaki fark, birisi bizimle görüşmeyi kabul etti (muhalefet), diğeri onu bile yapmadı. Yalnızca, milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu münferit olarak kursiyerlerin uğradığı haksızlıkları dile getirdi. Onun dışında, ortada bu denli büyük bir adaletsizliğin olduğu bir konuda benzeri bir ilgiyi kimse göstermedi; kimse bizimle görüşmek veya bizi dinlemek istemedi, olayın üstüne kimse gitmedi. Ortada çok ağır cezalar var ve yüzlerce gencin hayatı söz konusu. İnsan hayatı bu kadar değersizleştirilmemeli. Bizi en çok üzen, bunun toplumun her kesimi ve yetkili kişiler tarafından bu kadar doğal karşılanmış olması.
Münevver Baldan. (Kursiyer Teğmen Buğra Baldan’ın annesi)
Buğra 2013 yılında Hava Harp Okulundan mezun oldu. Daha sonra 2014 yılında Amerika’daki uluslararası uçuş eğitimine katılmaya hak kazandı. Orada toplam 3 ödül kazandı ve 2015 yılında Türkiye’ye döndü ve Akıncı Üssü’ndeki pilotluk eğitimine başladı. Darbe girişimi olduğu esnada hala bir kursiyerdi ve uçuş ehliyeti yoktu.
İlk günler neler yaşandı?
15 Temmuz 2016 darbe girişimi olduğu tarihte ben, küçük oğlum ve babası Kazakistan’daydık. Babası 15 yıldır orada çalışıyor. Neredeyse her yıl küçük oğlum ve ben yaz tatillerinde Kazakistan’a babasının yanına gidiyorduk. 15 Temmuz günü öğlen oğlum bizi aradı. “Mesai erken bitti anne ben Konya’ya kız arkadaşımın yanına gideceğim” diye. Tren biletini de almış. O arada ben oğlumu tekrar aradığımda “Anne sosyal faaliyet var bizi üsse çağırıyorlar” dedi. Sonrasında, gece defalarca aradık ulaşamadık.18 Temmuz’da ilk uçakla hemen Türkiye’ye geldik. Oğlum “Anne biz bir şey yapmadık” dedi. Ben de tamam oğlum o zaman Allah büyüktür dedim. Eğer kötü bir düşüncemiz olsa yani oğlum darbe girişimine katılsa biz Türkiye’ye döner miydik? Tabii ki de dönmezdik. Oğlum ve biz adalete inandık, oğlum Buğra 12 gün boyunca evde içi rahat bir şekilde bekledi. Oğlumu ifadeye çağırdılar, henüz 24 yaşında bir kursiyer teğmen olduğundan salacaklarına dair hiç şüphemiz yoktu. İfadesini verir geri döner diye düşünüyorduk. 27 Temmuz günü çocukları toplayıp Polis Akademisi’ne gözaltına götürmüşler. Yaklaşık 10 gün Polis Akademisi’nde çocukları beklettiler. İçerde çocuklara ne yaptıklarını bilmiyorum. 10 günden sonra öğlen çocukları Sincan Batı Adliyesi’ne gönderdiler ve tutukladılar.
Aileler için oldukça zor bir süreç yaşanıyor, bu mücadelede sizi en çok yoran kısım neresi?
En zor kısım umut edip adaletin tecelli etmesini beklemek. Her ara kararda ve son karar da dahil, suçlandığı suçlara dair en ufak bir delil bulunamadığından, kendisinin henüz gece uçuş ehliyeti bile olmayan kursiyer teğmen olduğundan beraat edeceğini düşündük. Ve hep de umutlarımız yıkıldı. Tutuklandıktan sonra dışarıda akrabalarımıza komşularımıza da oğlumun suçsuz olduğunu ifade etmeye çalıştım. Bu kısım da ister istemez insanı yoruyor.
Hapishane koşulları nasıl?
Çocuklar biz aileler üzülürüz diye çektikleri acıları ve şikayetleri söylemiyorlar. Fakat örneğin telefon görüşlerinde bazen telefon bozuk geliyor ve o günkü görüşmemizden hiçbir şey anlamıyoruz. Ve şu an açık görüş hakkımızda elimizden alındı. Pandemi sürecinde şu an her yer açık ve bizim de aşılarımız tam fakat yine de görüşemiyoruz.
Mefaret Soylu. (Kursiyer Teğmen Ali Soylu’nun annesi)
Ali Soylu 2014 yılında Hava Harp Okulundan mezun oldu ve 2016 Haziran ayında Akıncı Üssü’ne F-16 pilotluk eğitimi için atandı. Öncelikle biraz olay gününden bahsedecek olursak şöyle ki; oğlum ve arkadaşları Akıncı Üssü’ne eğitim için gitmişlerdi. Oğlum ve arkadaşları kimsenin canına, malına zarar vermedi. Gelen emir her neyse sadece ona uymuşlardı. Kaldı ki yargılama sürecinde bilirkişi raporlarında örgüt ile bir bağlantısının olmadığı ve balistik incelemeleri sonucu ile tabancasından kurşun çıkmadığına ilişkin sonuçlar geldi ancak mahkeme bunları göz ardı ederek hepsine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Bu süreçte her zaman alnımız ak başımız dik yürüdük. Oğlum bu hapishane sürecinde bir üniversite bitirdi ve beş-altı dil öğrendi. Sayısız kitap okudu, kendisini çok geliştirdi. Hiçbir zaman kendini bırakmadı ve bize hep şu cümleyi kurdu. “Başınızı öne eğecek hiçbir şey yapmadım, benim vicdanım rahat ve ben rahatım, siz de dışarıda rahat olun.”
Sosyal çevrenize gelecek olursak…
Akrabalarımızın bir kısmı bizimle irtibatı kesti, çok uzun süre konuşmadık. Herkese bu durumu anlatmadık çünkü gözleri görmüyor, kulakları duymuyordu. Birçok kez anlatmaya çalışsak da başlangıçta pek de inanmadılar açıkçası ancak bir iki yıldır onlar da farkına varmaya başladılar. Çünkü artık onların da başına böyle bir sıkıntı gelmeye başlayınca ancak halimizden anladılar. Olay gününden bu yana oğlumun arkadaşlarının aileleri ile sürekli irtibat halindeydik onlar bize kan bağı olanlarımızdan daha yakın oldular her zaman. Şu an ise çok yorulduğumuzu hissediyoruz artık bu sürecin bir an önce bitmesini mahkemelerin ise bağımsız hale gelip sesimizi duymalarını istiyoruz.
Sesinizi duyurmak ve bu haksızlığı ortadan kaldırmak için verdiğiniz mücadelede korku ve endişeleriniz neler oldu?
Biz sesimizi duyurmak için birçok kamu kuruluşuna, bütün siyasi partilerin merkezlerine, milletvekillerine dilekçeler bıraktık ancak kimse sesimiz olmadı. Bunları yaparken aklımızda bazen şu oluyordu: Acaba içeride oğlumuza zarar verir miyiz? Dosyasına olumsuz etki eder miyiz? Gibi endişelerimiz oluyordu çünkü sesini duyurmak isteyen herkesin sesini kısıyorlardı ve bir şekilde zarar veriyorlardı. Tüm bu nedenler yüzünden açıkçası dilekçe vermekten başka elimizden bir şey gelmedi.
Beni en çok yoran kısım evlatlarımızın terörist damgasını yemesi. Özellikle görüşten sonra orada camın arkasında bırakıp gitmek beni son derece üzüyor. Evladınızı orada dört duvar arasında bırakmak bir anne için çok acı verici hele ki hiç hakketmediği bir yerde.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***