YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Bundan yaklaşık 2,500 yıl önce yaşamış olan büyük filozof ve siyaset kuramcısı Aristoteles’e göre, politikanın amacı iyi ve kötü siyasal kararları araştırmak, iyi politik kararlar için lehte veya aleyhte olan faktörleri belirlemektir. Güncel bir tanıma göre ise politikanın amacı, bireylerin, bireysel olarak başka türlü ulaşamayacakları önemli hedeflere bir arada (güç birliği yaparak) ulaşmalarını sağlamaktır. Bu, aralarında yaklaşık iki bin beş yüz yıl olan iki amaç arasındaki spektrum, devletin ve siyasetin varlık nedenlerine ilişkin bir fikir edinmemizi sağlıyor. Siyasetten iyi ve kötü arası mücadele soyutlanamaz. Siyasetin ruhu, bu mücadeledir. İyiye ya da daha iyiye yönelik hedeflere ulaşmak, öncelikle kötünün ne olduğunun anlaşılır kılınmasına bağlıdır. Siyaset iyi ve kötü arasındaki farkın bilinmesine bağlı olduğu oranda, etikle, yani ahlak felsefesiyle inanılmaz bir bağa sahiptir. Bu bağ koparsa, siyaset zulüm halini alır. Siyasetin ortak hedeflere ulaşmada bir alet (enstrüman) olması durumu ise, doğrudan demokratik siyasetle bağlantılı. Demokratik karar alma mekanizmalarının olmadığı siyasal ortamlar, ortak iyiye hizmet etmez. Belli bir grubun menfaatlerini önceler, zulüm ve çürüme doğurur.
Ya politikanın en önemli enstrümanı olan devletin işlevi ve görevi nedir? Devletin işlevi ve görevi, Joseph Raz’a göre halkın mutluluğunun ve esenliğinin arttırılmasıdır. Buna göre her devlet insanların kendi hayatlarını iyi bir şekilde sürdürebilecekleri belirli türden koşullar getirmelidir. Elbette kendiliğinden anlaşılacağı üzere, bu devlet ancak liberal-demokratik hukuk devleti olabilir. Oysa bu devlet modeli, dünyada mevcut tek devlet modeli değildir. Devletin hukuk aparatı olmadığı rejimlerde, mutluluk ve esenlik doğrultusunda bir görevle hareket eden bir devletten bahsedemeyiz. Hitler döneminde Almanya ya da Pol Pot rejimi döneminde Kamboçya’da insanların hayatlarını iyi bir şekilde sürdürebilecekleri bir ortamın varlığını kim ileri sürebilir? O halde, devlet kategorisi, beraberinde “ne tür devlet?” sorusunu getirmek zorundadır.
İki tür devlet var: 1) Halkının mutluluğuna ve esenliğine hizmet eden, insanların yaşamlarını istedikleri gibi, özgürce, iyi bir şekilde sürdürmeleri için koşullar yaratan hukuk devletleri, 2) Hukuk devleti ölçütlerini yerine getirmeyen insan öğütücü devletler.
Bu yazıyı okuyan herkesi, sadece bir dakika düşünmeye davet ediyorum: Türkiye ne tür bir devlettir? Hukuk devleti ilkelerine göre işleyen, halkının mutluluğuna ve esenliğine hizmet etmekte olan bir devlet midir? Yoksa hukuk devleti prensipleriyle de, anayasası ile de, hukuksal mevzuatı ile de bağlarını tümden kopartmış ve insan öğütücüye dönüşmüş bir devlet mi? Hangisi?
Ege’yi geçerken boğulan ve Midilli’de cesetleri karaya vuran Maden ailesi ve üç minik çocuğu bu devletin kurbanlarıdır. Meriç’i geçerken 2018’de boğulan Ayşe öğretmen ve iki küçük çocuğu bu devletin kurbanlarıdır. Meriç’i geçerken hayatını kaybeden, Teke ailesinin minik kızı Nurefşan, bu devletin kurbanıdır. Annesi Neslihan Teke’nin kurduğu şu cümleler, ileride bu insan öğütücü devletin ne olduğunu gelecek kuşaklara aktaracak: “Yüzme bilmiyordum. Suya düştüğümüzde kızımı tuttum bir müddet, ama akıntı vardı ve dayanmak oldukça güçtü. Gece yarısıydı, saat 03.00 civarıydı. Hava soğuktu. Çocuğuma ‘nefes al, kendini bırakma, bana sarıl!’ diye seslendim. O sırada herkes bir tarafa sürüklendi. Bir can pazarı yaşandı.” Can pazarını yaşatan, insan öğütücü devlettir. Masum olduğu halde Gökhan Açıkkollu öğretmeni gözaltına alan, ona işkence eden, onu öldüren, akabinde bir buçuk sene sonra utanmadan onu gıyaben görevine iade eden ve “pardon!” bile demeyen, bu insan öğütücü devlettir. 4 yıl tutuklu kaldığı cezaevindeki karantina hücresinde, bir plastik sandalyenin üzerinde hayatını kaybeden KHK’lı polis Mustafa Kabakçıoğlu’nu öldüren, bu insan öğütücü devlettir. Gazeteci Mehmet Baransu’yu suçsuz yere son beş yıldır hapishanede çürüten, onun yaşamını çalan, bu insan öğütücü devlettir. Değerli meslektaşlarım, Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne’yi ve Prof. Dr. Sedat Laçiner’i yıllarca hapishanede tutarak onlara zulmeden, bu insan öğütücü devlettir. Büyük yazar ve demokrasi kahramanı Ahmet Altan’ı, kardeşi Prof. Dr. Mehmet Altan’ı yıllarca hapishanelerde tutan, onların özgürlüklerini çalan, adına devlet denilen, bu insan öğütücü habis yapıdır. Hrant Dink’i hedef gösteren, onu beyni yıkanmış bir katile öldürten, sonra ona bayrağı önünde kolluk gücü eşliğinde fotoğraflık poz verdiren ve bunu utanmadan basına servis eden, aynı ceberut ve iptidai devlettir. Yüzlerce gazeteci halen hapiste, on binlerce siyasi tutsak halen hapiste, onlarca Kürt milletvekili, en başta da Selahattin Demirtaş, hapiste! Osman Kavala hapiste! Rejim tüm bu insan öğütme içini, aleni, yani gizleme ve saklama gereği hissetmeksizin yapıyor.
Evet, devlet insan öğütüyor. Fakat daha acı olan nedir biliyor musunuz? Bu öğütülen insanların toplumun büyük çoğunluğu tarafından hazmedilmesidir. Hazım! Büyük çoğunluk derken, bazıları yanlış anlayabilir. Ya da bu yazıyı elli yıl, yüz yıl sonra okuyan biri çıkar, büyük çoğunlukla kast edilenin belki yüzde elli, ya da yüzde altmış falan olduğunu düşünebilir. Evet, bu bahsettiğim rakamlar da azımsanamaz. Fakat ey okur, bil ki, bu bahsedilen büyük çoğunluk, bir kahir ekseriyettir. En aşağı yüzde doksanlık bir kesimdir. Evet, Türkiye toplumunun en az yüzde doksanlık bir kesimi, ismini andığım insanların makûs kaderleri hakkında “ama” ve “fakat” ile başlayan cümleler kuracaklardır, yapılanları bir şekilde haklı veya mazur göstermeye çalışacaklardır. Daha halen, yüz binlerce KHK’lının kayıtsız-şartsız görevlerine iadelerini savunan bir siyasal parti çıkmamıştır. Türkiye toplumu budur. Bunu görmezden gelenler, bunu basit bir konjonktürel durum ya da siyasi baskı ortamından kaynaklanan geçici bir buhran olarak okuyanlar, fena yanılıyorlar. Halen toplumun çok ama çok büyük bir kesimi – buna bir kısım HDP’liler de dâhil olduğu için, yukarıda bahsettiğim “hazmeden çoğunluktan” da kalabalıktır! – nefret diskurunu kullanmaya devam ediyor. Kısacası, bağlamak istediğim nokta şudur: Devlet insan öğütüyor, ama toplum da bunu destekliyor. Toplum, bu devleti doğurdu, bu devlet de toplumun beklentilerine yanıt veriyor. Nasıl ki Hitler ve NAZİ partisi, Almanya sosyolojisinin bir ürünüydü ve nasıl ki Almanlar savaştan sonra ciddi bir “NAZİ’likten arındırma politikasının” muhatabı oldular, bugün Türkiye’de de bu rejim Türkiye sosyolojisinin bir ürünüdür ve bu rejimin çökmesinden sonra ciddi bir “arınma ve ayıklama” şarttır. Eğer bu gerçekleşmezse, habis patoloji tekrarlar. Zaten 1915 Ermeni Soykırımı sonrası sıklıkla karşılaşılan insan öğütme pratikleri de bu bahsettiğim saptamayı doğruluyor. Bunları reddedenler, ya devleti put yapmış, ona tapan aymazlardır, ya da algıları kapalı, daha kaba ifadeyle kafaları basmayan körlerdir.
Eğer halen anlamadıysanız, Ayşe Özdoğan size anlatsın! Yüzündeki habis ve invaziv kanserin verdiği acıyı, soğuk zindanda elinde saç kurutma makinesi, ısıtmaya çalışan, su içemeyen, son bir ayda neredeyse her gün tırım-tırım hastanelere taşınan, yolda elleri kelepçelenen, adeta yedi yirmi dört işkence halinde, taammüden öldürülmeye çalışılan, Ayşe Özdoğan!
Bundan yaklaşık 2,500 yıl önce, büyük filozof ve siyaset kuramcısı Aristoteles, Akdeniz’den insanlığın kulağına fısıldamış. Onu dikkatle dinleyin. Ne diyor? “Politikanın amacı iyi ve kötü siyasal kararları araştırmak, iyi politik kararlar için lehte veya aleyhte olan faktörleri belirlemektir.” Yüreğinizdeki o ses – ona vicdan diyoruz – size ne söylüyor? Türk devleti, uyguladığı bu “politikayla” nasıl politik kararlar vermekte? Bu devlet, mutluluğa ve esenliğe mi hizmet ediyor? Eğer siyaset iyiyle kötünün farkını gözeten pusulayı kaybetmişse, mutluluk ve esenlik sağlanabilir mi? Eğer toplumun büyük bölümü insan öğütücü bir devlete tapan müritler haline gelmişlerse, bu toplum iflah olur mu?
Ayşe Özdoğan, bu insan öğütücü sarmalda, bir sonraki kurbana kadar, son kurban. İyi ve kötü! İnsanlık bu ikisi arasındaki tercihten ibaret! Ve bu ikisi hala siyasetin temelidir.
Mesele şudur: Sizin tercihiniz ne?
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***