Byung-Chul Han’ın “Çakma: Çince Yapıbozum” kitabı üzerine bir makale kaleme alan akademisyen Emre Tansu Keten, “Byung-Chul Han kitabında Çin’in bu taklit merakının izini ülkenin kültürel, teolojik ve felsefi tarihinde sürüyor. Ona göre, öncelikle Batı ile Çin taklitten aynı şeyi anlamıyor. Batı’nın özgün olana verdiği değer Çin’de bir karşılık bulmuyor” değerlendirmesinde bulundu.
Emre Tansu Keten’in K24’te ” Çin’de ‘çakma” kültürü: Taklitler aslını mı yaşatır?” başlığıyla kaleme aldığı makalesinin bir kısmı şöyle:
ÇİNCE YAPIBOZUM
Byung-Chul Han, Çakma: Çince Yapıbozum kitabında Çin’in bu taklit merakının izini ülkenin kültürel, teolojik ve felsefi tarihinde sürüyor. Ona göre, öncelikle Batı ile Çin taklitten aynı şeyi anlamıyor. Batı’nın özgün olana verdiği değer Çin’de bir karşılık bulmuyor. Han bunun kökenini Tao’ya kadar götürüyor:
“Tözel değişmezliğe ve sebata olan inanç, Batı’nın hem ahlaki öznellik hem de normatif nesnellik düşüncelerini belirler. Çin felsefesiyse, tam aksine, en başından beri Varlık ve öz ile bağını tamamen koparacak kadar yapıbozumcudur. Tao (kelime anlamıyla ‘yol’ veya ‘patika’) da Varlık ve öze karşıt bir figür sunar. Öz dönüşüme direnirken, Tao değişimi kucaklar.” (s. 8) “Çin düşüncesini tam bir başlangıcı olan yaratım değil; başlangıcı veya sonu, doğumu ya da ölümü olmayan daimi bir süreç tanımlar.” (s. 9)
Han, Platon’un ve izleyenlerinin iyiyi sadece kendisine benzeyen ve değişmeyen bir şey olarak tanımlamasına karşılık, Çin felsefesinin benzersizliği ve sabitliği tam tersi bir yerden ele aldığını, Varlık’ı tam da çok biçimli ve çok katmanlı bir süreç olarak tanımladığını söylüyor. Bu nedenle Batı kültürü dışlama ve aşkınlık ile kurulurken, Çin kültürü ise içerme ve içkinlik temelinden yükseliyor:
“Bir Çin başyapıtı hiçbir zaman kendi içinde aynı kalmaz. Ne kadar takdir edilirse, görünümü o kadar değişir. Ustalar ve koleksiyoncular düzenli olarak üstüne yazar.” (s. 15)
Bu nedenle Çin’e özgü resimler, ileride yapılacak eklemelere olanak tanıyacak şekilde boş alanlar barındırır. Bunun yanında, eserlerin içerikleri de zamandan zamana, kopyadan kopyaya değişir. Örneğin 900’lü yıllarda yaşamış ressam Dong Yuan’ın eserlerine, beş yüz yıl sonraki Ming Hanedanlığı zamanında dönemin yükselen sınıfı, tüccarlar “girmeye” başlar. Çin’de iyi ressamların eserlerini iyi bir şekilde kopyalayanlar sahtekâr olarak değil, iyi bir ressam olarak anılır:
“Sahteci koleksiyoncudan bir resmi ödünç alır ve özgün eser yerine onun bir kopyasını fark ettirmeden iade ederse, bu sahtekârlık değil, bir adalet eylemi olarak kabul edilir.” (s. 19)
‘ÇAKMA’ MARKSİZM
Han, kitabının son bölümünde modern Çin’e uzanır ve bekleneceği gibi Çin Marksizmi üzerine de bir şeyler söyler. Ona göre Çin Marksizmi bir Shanzhai Marksizm’dir. Batılı bir icat olan Marksizm Çinli komünistler eliyle kopyalanmış, ama elde edilen bu kopyaya Çinlilik ağırlığını vermiştir. Komünist Parti yönetiminde dünyanın en “hard” kapitalist düzenlerinden birisinin kurulması Han için bir çelişki değildir, çünkü ona göre Çin kültüründe çelişki kavramına yer yoktur (“çelişki”nin Mao’nun külliyatında kapladığı yer düşünüldüğünde cesur bir iddia!):
“Çin düşünce sürecinin anti-özcülüğü, değişmeyen bir ideolojik tanımlamaya müsaade etmez.” (s. 83)
Buraya kadar aktarılanlar genel olarak düşünüldüğünde, Shanzhai olgusu gerçekten ilgi çekici. Ancak Han’ın devasa bir zaman dilimini belli başlı kültürel ve felsefi dinamiklerle açıklamaya çalışması, kitabın güçsüz tarafını oluşturuyor diyebiliriz. Evet, Çin Marksizmi başından beri bir Çinlilik anlayışı ile iç içedir. Arif Dirlik’in söylediği gibi, “Mao’nun Marksizmi evrensel sosyalizm üzerine, Marksizm aracılığıyla kendi yerel ve özellikle de Çinli çıkarlarını ifade eden Çinli öznenin, yerel bir dille konuşan, Çince bir yansımasıdır”.
Ancak Çin Devrimi’nin ardından partinin bürokratikleşmesi, sonrasında ise bürokratların çıkarları doğrultusunda kapitalist bir yolu seçmesi, Çin Marksizminin sahteciliğiyle veya onun kurduğu sistemin çakma olmasıyla değil, bizzat bir kast olarak parti bürokratlarının çıkarlarıyla ilgilidir. Üstelik, benzer bir bürokratikleşme ve karşı devrim süreci birçok “reel sosyalist” ülkede de gerçekleşmişken, Çin’in mevcut durumunu anti-özcülükle açıklamaya çalışmak biraz zorlama bir yorum oluyor.
KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ VE ÇAKMA
Hua ve Han’ın söylediklerini bir arada düşünürsek, aynı yerde, aynı koşullarda, muhtemelen birbirine yakın malzemelerle üretilen iki ayakkabının birisini sahte, birisini orijinal yapan tam olarak nedir? (Kurtuluş’ta bir sahte ayakkabıcı tabelasında yazdığı gibi: “tek farkı fiyatı”.) Dağıtım ve satış sürecinde birbirinden ayrışan bu ayakkabılar, birilerinin satın almasıyla birlikte aynı sergi/prestij değerini kazanmış olmaz mı? Ya da bu ürünlerin orijinalleri için ödenen tonla paranın büyük kısmı tam da orijinal olması kalemine ödenmiyor mu?
Bu anlamda çakma piyasası, kültür endüstrisinin yarattığı obje arzusuna yönelik, Hua’nın bahsettiği anlamda yıkıcı bir yan barındırıyor diyebiliriz. Bu arzu şöyle işler:
“Kültür endüstrisi, artı değerin artı zevkle bağlantısını kuran mekanizmadır; büyük ölçekte değerlendirildiğinde bu mekanizma, nasıl olup da çok fazla sayıda insanın belli ticari ürünlere karşı aynı fetişist arzuyu paylaştığını açıklar. Objeleri yabancılaşma ve endişe hissinin ilacı olarak sunarak, sermayenin tatmin olmaz kâr arzusu ile bireyin tatmin olmaz tatmin olma arzusu arasında bağ kurar bu mekanizma.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***