Iraklı Şii politikacı Mahmud el Hayyani şöyle demiş:
“Türkiye Lozan An[t]laşmasının zamanının dolmasını bekliyor (…) Bu an[t]laşmadan önce Irak Osmanlı devletinin toprağıydı. Bu nedenle bir kez daha kontrol etmek istiyorlar (…) Buna karşı durabilmek için güce ihtiyacımız var. Böyle bir ihtimal varken bizim de güçlü bir orduya sahip olmamız lazım. Bu durumda elimizdeki Heşdi Şabi’yi mi lağvedelim?”
M. El Hayyani’nin bu söyledikleri Lozan cehaletinden mi yoksa silahlanmak amacıyla melanetten mi, bilemem. Ama bizdeki El Hayvanileri tanıdığım için onların durumunu bilirim: Gücünü cehaletten alan bir melanetten.
Kesin bildiğim başka bişey daha varsa o da şu: Bizdeki cahiller ve Lozan/Batı düşmanları konuştukça, silahlanmak isteyen komşulara bu türden fırsatlar sunuyorlar.
***
Mesela Yeni Akit şu dört dörtlük gerekçesini yazmış: “Irak’ın toprak bütünlüğü esas alınarak yapılan İstanbul anlaşmasına göre [hangi anlaşmaysa bu?], bugün bölünmüş yapısı ve bölgenin illegal örgütlerin kontrolüne geçmesi Türkiye’nin haklarını gündeme getirdi (…) Yani Türkiye eğer isterse, Kerkük ve Musul’daki haklarını gündeme getirerek bu iki şehri kontrol altına alabilir”
Aman CB Erdoğan duymasın, amin.
Hadi bu bi İslamo-faşist gazete. Ama Prof. Dr. Metin Hülagü, Musul-Kerkük’ü geri alabileceğimiz fetvasını 2012-2014 arasında Türk Tarih Kurumu başkanıyken veriyor: “Osmanlı Hanedanı’na ait olan ve Türkiye tarafından kamulaştırılan malların önce Hanedan’a devredilmesi, arkasından da o emsal gösterilip, yurtdışında, diğer ülkelerin elinde bulunan mülklerin, malların, toprakların alınması söz konusu olabilir”
CB Erdoğan asıl bunu duymasın, amiiin.
Ticaret, savunma, dostluk, saldırmazlık gibi antlaşmaların aksine, bir savaşı bitiren barış antlaşmalarının süresi mi olurmuş yahu? Barış antlaşmasını süpermarket ürünlerinin raf ömrüyle karıştırmaktan hiç rahatsız olmuyorlar bu adamlar. Murat Bardakçı da fena halde makaraya sarmıştı, Lozan’ın gizli maddeleri var ve 100 yıl sonra sona erecek diyenleri.
***
Sırf cehaletten kaynaklansa öpüp başımıza koyalım. Birinci melanet, Türkiye’yi Batı limanına kesin biçimde demir attırdığı için Lozan’ı kötülemek. İkinci ve güncel melanet de milliyetçiliği körükleyerek komşu toprakları işgale zemin hazırlamak. Bu açıdan, M. El Hayyani gibilerin silahlanma içgüdülerinin kabarması çok işlerine yarıyor.
Tabii, tersi de geçerli. Oy almak için Irak’a ve özellikle de Suriye’ye askerî birlikler yollamak (korkumdan, bunu adlı adınca söyleyemiyorum; böyle yazabiliyorum), oralara kendi malı gibi yerleşerek yönetim düzeni kurmak, M. El Hayyani gibilerin bu tür içgüdülerini yaratıyor. Özetle, karşılıklı olarak birinin milliyetçiliği öbürünün milliyetçiliğinin yakıtı oluyor.
***
Suriye’ye girip yerleşmenin ilan edilen “resmî” gerekçesi şu: ‘Türkiye’yi bölmek isteyen Kürt örgütleri güney sınırlarımızdan sızıyor, en azından sınır ötesinden bize bomba atıyorlar’.
Oysa İçişleri Bakanı Soylu Eylül 2021’de “Bugün Türkiye’de terörist sayısı 189’a indi” diye ilan etmişmiş, hiç önemli değil. MİT yöneticisi Hakan Fidan da daha Mart 2014’te “(…) ben öbür tarafa 4 tane adam gönderirim, 8 tane boş alana füze de attırırım. Problem değil o. Gerekçe üretilir” demişmiş, katiyen önemli değil.
Böylesi bi “dış politika”nın sonuçlarını kısaca özetleyerek bitirelim:
***
1) Bölgesel ilişkiler açısından: Emekli büyükelçi Namık Tan’ın dediği gibi, AKP-MHP iktidarı Şam muhalifi İslamcıları eğitti, donattı, onlara topraklarını açtı. Böylece Devlet Başkanı Esad’ı silah zoruyla düşürmek istedi, istiyor; dahası var mı?
Var: Suriye’nin binlerce ton zeytin ve zeytinyağının, TSK’nin taşeronu Özgür Suriye Ordusu’nun kontrolündeki Afrin’den ülkeye sokulduğunu Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi Kurucu Üyesi Murat Narin anlatıyor. Bizzat MHP Grup Başkan Vekili (ve zeytinyağı müstahsili Manisa milletvekili) Erkan Akçay da “Suriye’den getirilen zeytinyağı nedeniyle fiyatlar düşmekte, zeytin üreticimiz mağdur olmaktadır” diyerek doğruluyor.
Olay bununla da kalmıyor, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli “Afrin’de biz gelirlerin bir şekilde bize geçmesini istiyoruz” diyor.
Avrupalı tanık isterseniz, o da var: “Türkiye Suriye zeytinyağına ‘Made in Turkey’ damgası vurarak satıyor. Gümrük raporları gözden geçirilsin ve ürün testi yapılsın”.
Bitmedi. Suriyeli fabrika sahiplerinin kendilerine ait makinaları Türkiye’de gördüklerine ve konuyu yargıya taşıdıklarına ilişkin haberler var.
Bu komşularımız, ilk toparlanışlarında Türkiye’ye düşman olacaklar. AKP-MHP iktidarı da bunu “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur”u kanıtlamakta kullanacak. Yani özetle, bölgede Türkiye’ye en azından öngörülebilir gelecekte huzur yok.
***
2) Evrensel ilişkiler açısından: İktidar, büyük devletleri (özellikle ABD ve Rusya’yı) birbiriyle vuruşturarak ayakta kalmaya çalışıyor.
Neden, çünkü bu devletler eşşek ya; işin farkında değil. Oysa batısıyla doğusuyla tüm dünya böyle bi Türkiye’yi belli bir kategoriye kaydetmiş bulunuyor. Kategorinin uluslararası ilişkiler terminolojisindeki adına ne dendiği malum, ama yazmayacağım çünkü bu ortamda TCK 301’e sokabilirler.
AİHM kararlarını tanımamak diyecekseniz, o bu çoktan kemikleşmiş kanıyı sadece güçlendiriyor, o kadar. Bu arada, Osman Kavala’nın 4 yıldır tutuklu oluşunu dile getiren 10 Avrupa büyükelçiliğini “kabul edilemez” diye tersliyoruz, rahatlıyoruz.
İktidar bu yoklukta 2,5 milyar dolara S-400 alıp ABD’yi, Ukrayna ve Polonya’ya SİHA satıp Rusya’yı, taa Girit’in batısında hak iddia edip Yunanistan’ı ve dolayısıyla AB’yi çıldırtmayı dış politika sanıyor.
İçeride yandaşlara peşkeş çekecek para tükendiği için ihale ayarlarız umuduyla CB Erdoğan açlıktan kırılan Afrika’ya gidiyor ve sempatik olmak için Angola’da “Fransa, Afrika’yı adeta bir sömürge kıtası olarak kullanmıştır” diyor. Böylece hem Fransa’yı bir daha çıldırtıyor hem de Angola Fransa’nın değil Portekiz’in eski sömürgesi olduğu için kel alaka bi durum ortaya çıkıyor. Vallahi, bir mazoşizmden bahsetmiyorsak ne olayım.
Tabii, sömürgecinin cetvelle çizdiği sınırlar yüzünden Afrika ülkeleri “birbirinin kurdu” oldukları için, CB Erdoğan Angola’ya satmaya çalıştığı SİHA’lar nedeniyle diğerlerini Türkiye’ye düşman ediyor. Ve yine tabii, artık uluslararası yerleşik tabirle bir “warmonger” (savaş çığırtkanı) kategorisine dahil ediliyoruz.
***
3) İç politika açısından: Gülenciler temizlenince, tarikatsız ayakta duramayan AKP-MHP iktidarı, bir Yargıtay üyesinin dediği gibi şimdi iki tanesine teslim oldu: Menzil ve Hak-Yol.
Bekçiler, polis, milisler yetmedi, şimdi Sadat diye bir resmî mafya oluştu.
Suriye’de bi yandan Rusya bi yandan İslamcı rejim muhalifleri Mehmetçiği şehit edip duruyor.
En önemlisi, TBMM’de sisteme dahil olmak için çırpınan Kürtleri dağlara, sistem dışına itmek için çırpınıyor AKP-MHP iktidarı. Toplumsal açıdan en korkuncu bu.
Unuttuklarım çoktur, siz tamamlayın.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***