Kapatılan Taraf gazetesinin muhabiri Mehmet Baransu, Türkiye’de demir parmaklıklar ardında bulunan 70 kadar meslektaşı içinde “en uzun süre hapiste tutulma” rekorunu elinde bulunduran üç gazeteciden biri.
Baransu, 1 Mart 2015 tarihinde “Egemen harekat planı” davasına ilişkin soruşturma ve davaya dayanak oluşturan ‘belgeleri temin etme, tahrip etme ve amacı dışında kullanma’ iddiasıyla gözaltına alınmıştı. 5. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından tutuklanmasına karar verilen Baransu, 2 Mart 2015 tarihinde cezaevine girdi ve o tarihten beri, yani yaklaşık altı yıl yedi aydır cezaevinde bulunuyor.
Cezaevinden Ahval’in sorularını cevaplayan Mehmet Baransu, 15 Temmuz’dan önce ve sonrasında büyük günah işleyenlerin suçlarını gizlemek için kendisini günah keçisi ilam ettiğini söyledi.
Ahval’in Mehmet Baransu ile yaptığı röportajın son bölümü şöyle:
“Kumpas iddialarını tekrarlayanlar kaç tane Balyoz davası var, onu dahi bilmezler” dediniz. Birkaç tane Balyoz davası ve iddianamesi mi var? Muvazzaf askerlerin yargılandığı davanın Taraf’la ilgisinin olmadığını mı söylüyorsunuz?
Üç ayrı Balyoz iddianamesi var. Öncelikle muvazzaf askerler, Taraf’taki Balyoz haberleri, bavuldaki belgeler nedeniyle yargılanmadılar. Başka nedenle yargılandılar. Balyoz’da cezalar da bavuldaki belgeler nedeniyle verilmedi. Başka yerde bulunan belgelerden verildi. Şöyle açayım konuyu: 2010 yılı Ocak ayında Balyoz haberini yaptık. Bavulla bana gelen belgeleri savcılık istedi ve onlara verdik. Sonra bu olay nedeniyle dava açıldı.
İşte İlker Başbuğ yukarıda bahsettiğim kitabında, “Üç kişiyi terfi ettirecektik, onlar da terfiini aldı” diyor. “Diğer sekiz kişiyi emekli ettik bunun da Balyozla ilgisi yok, liyakati dikkate alıp emekli ettik. Zaten emekli edileceklerdi, kadrosuzluk nedeniyle” diyor.
Terfileri yapılmadı denilen olayın Taraf gazetesiyle, bavulla bir ilgisi yok.
Hatırlarsanız, Taraf’taki haberden yaklaşık bir yıl sonra, 6 Aralık 2010 tarihinde Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Birimi odasının altında çuvallarla belgeler bulundu. Bu olay nedeniyle daha sonra iddianame düzenlendi. Dava açıldı.
Hatırladığım kadarıyla 100’ün üzerinde muvazzaf asker işte bu olay nedeniyle tutuklandı. Taraf’la, bavulla bir ilgisi yok. Şimdi bu kişiler sanki Taraf ve bavuldaki belgeler nedeniyle tutuklanmış, yargılanmış gibi konuşuyorlar. Bu iddianame daha sonra Balyoz davasıyla birleştirildi. Bu davayı, iddianameyi bilmeyenler, yargılamayı Taraf’taki haber ve bavulla irtibatlandırıyorlar. Gölcükte bulunan belgelerden yargılanıyorlar. Tutuklanıyorlar. Taraf’ı, beni suçluyorlar.
Tıpkı İlker Başbuğ’un kitabında “liyakat esasına göre terfi ettirmedik, emekli ettik” dediği sekiz kişi gibi.
15 Temmuz darbesiyle haberlerim arasında irtibat kurma çalışmaları da aynı amaçla yapılan başka bir algı çalışması. Tek başıma orduyu dizayn etme gücümün olduğunu söylemek de bu günah keçisi planının bir parçası. Askeri Şura toplantısına girdiğimi, paşaları atadığımı, imza attığımı hatırlamıyorum. 15 Temmuz öncesi ve sonrasında büyük günah işleyenler yine suçlarını gizlemek için beni günah keçisi ilan etme planını devreye sokuyorlar.
Taraf’la ilgisi olmayan Balyoz üçüncü iddianame, davası hangisi?
Üçüncü iddianamenin de Taraf’taki haberle, bavulla ilgisi yok. Yine Taraf’taki haberden çok sonra, Eskişehir’de bir askerin evinde flash bellek bulunuyor. Bu olay nedeniyle yargılama yapılıyor. Orada da 30’a yakın muvazzaf asker tutuklanıyor. Bu iddianamede daha sonra Balyoz’la birleştiriliyor. Bu kişiler de şimdi Taraf gazetesini suçluyorlar. “Terfi edemedik” diyorlar. Oysa onlar, Eskişehir’de yakalanan flash bellekle ilgili suçlanıp, yargılandılar. Bunu biliyorlar ancak onlar da Balyoz’daki darbe konuşmaları konuşulmasın diye “kumpas” diyerek, bakışları başka yere çeviriyorlar. Taraf gazetesindeki haberle ilgisi olmadan, başka nedenle tutuklanan bu kişiler de gerçeği gizliyorlar. Çünkü bunlar konuşulacak ki darbe konuşmaları konuşulmasın. Bunlar konuşulmasın diye “kumpas” deyip, beni suçluyorlar.
Orduya Kumpas kurulduğu söylenen diğer davalarla ilgili benim ve Taraf’ın hiç haber yapmadığını biliyor musunuz?
Bu davalar hangileri?
Orduya en büyük “kumpasın”, İzmir’deki askeri casusluk davasında, Ankara Kozmik Oda davası ve İstanbul’daki Poyrazköy, amirallere suikast davasında olduğu iddia ediliyor. İzmir’deki davayla ilgili tek bir haber yapmamışım. Ne olduğunu bile bilmiyorum. Bu operasyon bize kuşkulu gelmiş ve Ahmet Altan o gün bu operasyonu eleştirmiş. “Askerden darbeci çıkar ancak casus çıkmaz” diye yazı yazmış. Bu soruşturma hakkında kuşkularını dile getirmiş.
Amirallere suikast davasıyla ilgili bir haberim yok. Soruşturma başlatılıp, onlarca isim tutuklanınca, Milliyet, Star gazetesiyle birlikte, bu kişiler şu nedenle tutuklandılar diye yazmışım. O kadar. Başka haberim yok.
Poyrazköy davasında, deniz altında bomba imha edilmesiyle ilgili bir haber yapmışım ve haberim, Genelkurmay Başkanlığınca doğrulanmış. Bu haberde eksik kalan bir bölümün belgesini sonradan bulmuşum. Dönemin Kuzey Deniz Saha Komutanı olan Feyyaz Öğütçü’nün haksız yere bu olay nedeniyle suçlandığını ve tutuklandığını yazmışım. Bu kişi benim de komutanlığımı yapmıştı. Evini ziyaret edip, eşi ve kızıyla konuşup, haber yapmışım. Kendisine yöneltilen suçlamanın yanlış olduğunu yazmışım. Yazdığım kitabımda da bu kişinin terfiini engellemek için bu suçlamanın haksız yere yapıldığını yazmışım.
Kozmik odayla ilgili tek bir haberim yok. Ne olduğunu bilmiyorum. Bu olayla ilgili “Kozmik Albay” kitabını cezaevinde okudum. Kitabı yazan Albay, bazı iddialarını boşa çıkaracak diye, bazı belgeleri kitabına koymamış, saklamış. Kitabı okuyunca fark ediyorsunuz. İlk ifadesinden bahsediyor ancak özenle o ifadesinde neler söylediğini kitabında saklamış. İlk ifadesini kitaba koymamış. Dışarıda olsam kitaptaki bu eksikliği yazardım. Kitapla ve yazdıklarıyla ilgili soru işareti ortaya çıkarıyor.
Ordu dizayn edildi denilen davalar bunlar. Ben haber yapmamışım. Taraf yapmamış. Kamuoyuna ise “kumpas kurdular, orduyu dizayn ettiler” diye yalan bilgi pompalıyorlar.
Mesela Dursun Çiçek. “İrticayla Mücadele Eylem Planı”na yıllarca sahte dedi. Benim davamda bu belgeyi kaldırdı ve “Bu gizli belgeyi sana kim verdi” diye sordu.
Dursun Çiçek belgeyi kabul mu etti?
Tutuklu olduğum davaya geldi. Tam iki ayrı celsede, “İrticayla Mücadele Eylem Planı”nı elinde tuttu. Bana “Devletin bu gizli belgesini sana kim verdi” diye sordu. Segbis, duruşma kayıtlarında söyledikleri kayda geçti.
Avukatımla birbirimize baktık bu cümleden sonra. Çiçek yargılanırken nasıl bir savunma yapmışlardı. Bu belgedeki imzanın Çiçek’e ait değil, “imza makinesiyle” atıldığıyla ilgili bu kişiler duruşmada savunma yapmışlardı. İmza makinesi duruşmaya getirmişlerdi.
Tüm medya bir gün sonra imza, imza makinesiyle atılmış diye manşet attılar. Yazarlar yazılar yazdılar. Sonra ne oldu dersiniz?
Atılmadığı mı ortaya çıktı, ne oldu?
17-25 Aralık’tan sonra Dursun Çiçek kendisi bilirkişi raporu aldı. NTV internet sitesinde yayımlandı bu rapor. Kendi aldığı bilirkişi “imzanın imza makinesiyle atıldığı iddiası doğru değil” dedi.
Bitmedi. “İmzanın yarısı Dursun Çiçek’e aittir” dedi. O şartlarda ancak yarısı aittir diyebildi. Bunları kim konuşuyor? İmza makinesiyle atılmış diye manşet atanlar şimdilerde utanmadan bu gerçeğe, bu bilirkişi raporuna rağmen, kumpas diyorlar.
Ben cezaevindeyken bu rapor alındı. Çiçek davasından hakkımda dava açılmasını çok istedim ancak dava açmadılar. “Kumpas” diye açılan davada da beni sanık yapmadılar. Sanık olmayı çok istedim. Çünkü Karargah kitabımda tüm belgelerle bu olayın gerçek olduğunu Genelkurmay soruşturma belgeleriyle yazmıştım.
15 Temmuz darbesinin 4 numaralı ismi, Dursun Çiçek’in en yakın arkadaşı diyerek bu olaya nokta koyayım. Mehmet Partigöç ve Dursun Çiçek’in HTS kayıtları açıklanmalı bence.
Nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
15 Temmuz darbesine katılanların hangi yıl terfi ettirildiğini niçin kimse merak edip, isim isim yazmıyor.
Sayın Başbuğ, kitabının 200 ve 201’inci sayfalarında ayrıntılı anlatıyor. 2014 yılında terfi ettirilen 79 General/amiralden, 43’ü darbede tutuklanmış. (Bunların bir kısmı da beraat etti.) 2015 yılında 75 isim terfi ettirilmiş. Bunların da 40’ı darbe nedeniyle ordudan ihraç edilmiş.
15 Temmuz darbesine katılanlar, 2014 ve 2015 yılanda terfi ettirilmişler. Çünkü, hükümet albaylıkta bekleme süresini dört yıla indirip, darbecileri terfi ettirmiş. Bu yasayı Meclis’ten geçirmiş.
Şimdi bu suçu da bana atıp, günahlarından kurtulmak istiyorlar. Balyoz haberimden tam beş yıl sonra, 15 Temmuz’a katılanlar terfi ettiriliyor ve ben suçlanıyorum!
Oysa Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu ile dönemin Genelkurmay Askeri Şurası bunları terfi ettiriyor.
Şimdi anladınız mı ortalıkta “milli orduya kumpas kurdu” diye bağırmalarının nedenini? 15 Temmuz darbe emrini, faksını tüm birliklere çeken kişinin, 2010 yılında ilk kez bir kitapta cuntacı olduğunun yazıldığını, bunu bir gazetecinin yazdığını, buna rağmen o kişinin iki yıl sonra general yapılıp, terfi ettirildiğini biliyor musunuz?
15 Temmuz darbe emrini fakslayan generalin cuntacı olduğu 2010 yılında bir kitapta mı yayımlandı?
15 Temmuz darbe emrini tüm askeri birliklere faksladığı ve darbe toplantılarında dört numaralı isim olduğu söylenen Tuğgeneral Mehmet Partigöç. “Bu kişi Dursun Çiçek’in en yakın arkadaşı ve İlker Başbuğ’un da çok sevdiği bir isim” diye yazdım. Daha albayken kendisinin yazmış olduğu sahte raporu “Karargah” kitabımda ilk kez ben yayımladım. “Bu kişi cuntacı” dedim. Hazırladığı sahte rapora rağmen sanırım iki ya da üç yıl sonra terfi ettirilip, general yapılmış.
Bana, “FETÖ’cü, Fethullahçıların önünü açan kişi” diye iftira atanlara tek bir sorum var: Nasıl oluyor da ben 2010 yılında, üstelik bu kişi albay rütbesindeyken, kitabımda bunları yazıyorum?
Bu kişi o dönem korunmasa, hakkında bu raporlar nedeniyle dava açılsa, terfi alamayacak ve belki de 15 Temmuz darbe girişimi olmayacaktı.
Şimdi ben soruyorum. Kim bu kişiyi korudu? Bu ismi koruyanlar şimdi bana kumaşçı, FETÖ’cü diyerek, işte bu günahlarını, suçlarını da saklamaya çalışıyorlar.
Siz en uzun zamandır hapiste olan gazetecilerden birisiniz. Sizden sonra hapse giren Ahmet Altan, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala için pek çok eylem yapıldı, AİHM’den kararlar çıktı. Sizin AİHM’de bir dosyanız var mı? Varsa ne aşamada, yoksa neden yok?
Altı yıl sekiz aydır hapisteyim. AİHM’de iki dosyam var. AİHM’deki dosyam beklemede. AİHM’in de iki yüzlü olduğunu düşünüyorum.
AİHM, bazı siyasetçilerin, uluslararası iş adamlarının, yazarların dosyasını öne aldı. AİHM de siyasi yaklaşım içinde. Orada da ahbap, çavuş ilişkisine benzer bir ilişki var. Bu ülkede milyonlarca insan hukuksuz şekilde içerde. AİHM kesin bağlayıcı karar alacağına, bu dosyaların önlerine gelmesin, geç gelsin diye, “komisyon kurun” dedi. AİHM Başkanı bu ülkede bu kadar hukuksuzluk olduğunu bile bile, Türkiye’ye gelip, iktidarın sıra gecesine katıldı, eğlendi, göbek attı, dans etti. Güneydoğu ziyaretinde yaptıkları gazete manşetlerine taşındı.
AİHM Başkanı’nın ülkeye gelip, sıra gecesine katılmasını şuna benzetiyorum, Hitler Nazi Almanya’sında milyonlarca insan, gaz odalarında zehirlenip öldürülüyor. AİHM Başkanı Almanya’ya gidip, Nazi subaylarıyla eğleniyor.
Türkiye ziyaretinde yaptıklarının bu örnekten hiçbir farkı yok bence. Bu ülkede hükümetten kaynaklı milyonlarca hukuksuzluk var. AİHM Başkanı onlarla sıra gecesine katılıp, göbek atıyor. Sizden bir ricam var. Ben içerdeyim. Bu cümlelerimi AİHM Başkanı’na aynen iletmenizi istiyorum.
Bir davada 19 yıl 6 ay hapis cezası verdiler. Hangi haberden ötürü?
Kansere neden olan GDO’lu pirinç haberi yaptım diye… Bana verilen ceza da aynen şu yazıyor. “Bu haberi ve haberdeki belgeleri Mehmet Baransu’ya kimin, ne zaman, nasıl verdiği konusunda kesin, inandırıcı belge elde edemedik. Fethullahçıların ve polislerin verdiği yönünde de belge elde edemedik. Ancak, belge elde edemesek de muhtemel FETÖ örgüt üyeleri belgeyi vermiş olabilir. Bu nedenle 19 yıl 6 ay hapsine…” Muhtemel diyerek bana bu nedenle ceza verdiler.
Kararımda aynen böyle yazıyor. Belgesiyle yakında göreceksiniz. Gerekçeli kararda mahkeme bunu tam yedi yerde yazmış. Bana belge verdiğini söyledikleri 27 polisi beraat ettirdiler. Dosyada ben tek başıma kaldım ve ceza aldım.
Daha komiği ise şu: Hakkında haber yaptığım bir iş adamı var. Savcı iddianamesinde diyor ki “Bu kişi AKP’li ve sen bu kişiyi hedef alarak, hükümeti yıkmaya çalıştın.”
Dava açıldı. Bu davada da tutuklandım. 15 Temmuz darbesinden sonra bu işadamının cemaatçi olduğu ortaya çıktı. Gülen’in emriyle Bank Asya’ya 10 milyonun üzerinde para yatırdığı iddia ediliyor.,15 Temmuz’da Mersin’de sıkıyönetim komutanı olarak atanan generalle fabrikasında gizli gizli buluşmalarının HTS kayıtları da ortaya çıktı.
Ve kaderin cilvesi, bu kişi FETÖ üyeliğinden suçlandı ve davası benimle aynı mahkemeye, aynı heyete düştü. Aynı heyet, ona FETÖ’den hapis cezası verdi. Benim davamda ise bu adam AKP’li iş adamı olarak geçiyor…
Ve başka bir skandal: Haberde ismi geçen bir diğer iş adamı ülkeye GDO’lu pirinç soktu diye yedi yıl hapis cezası aldı. 2019 yılında Yargıtay Ceza Genel Kurulu bu kararı onadı. Suçlu buldu bu kişiyi. Onlar hapisteler ben ise bu haberi yaptım diye ceza aldım. Üstelik dönemin Gümrük Bakanı Hayati Yazıcı, “Bu pirinçler GDO’ludur” demesine rağmen.
Adalet Bakanı Sayın Abdulhamid Gül’ün açıklamalarını dinledikçe gülümsüyorum. Yargının emir talimat alan kişilerden temizlendiğini söylüyor. Kendisine şunu söyleyeyim. Yargı eskisinden daha felaket durumda. Bu dönem geçtiğinde, sayın Gül bu hukuksuzlukların altında kalacak maalesef.
MGK haberini yaptım diye 17 yıl 1 ay hapis cezası verdiler. Üstelik dava zaman aşımına uğramasına rağmen. Hakim nasıl ceza verdi söyleyeyim. Yürürlükte olmayan basın kanunundan. “1950-2004 arasında yürürlükte olan eski basın kanunundan ceza verdim” dedi. Suç iddiası 2013 yılına ait. 2004’te yeni basın kanunu çıkmış. Dava zaman aşımından düşmesi gerekiyor. Düşüremiyor hakim.
Geçenlerde kardeşiniz Ahmet Baransu, “Bir Mehmet Baransu yalnızlığı var” şeklinde tweet attı. Cezaevinde yalnız bırakıldığınızı düşünüyor musunuz? Sizi bunca yıl boyunca herhangi bir milletvekili, gazeteci, diplomat, gazetecilik vakfı, derneği ziyaret etti mi?
Cezaevinde yalnız bırakıldım. Nedenlerini de sizlere anlattım. Taraf gazetesinin eski yöneticileri dahil, korkudan insanlar ağızlarını açamadılar. Bazı isimler bana haber gönderiyorlar. “Özür dileriz, bu zor dönemde yanında olamadık. Bir şey desek bizi de içeri alırlar” diyorlar. 2015 yılı yaz aylarında CHP heyeti bir kez beni ziyaret etmişti. 15 Temmuz sonrası kimse beni ziyaret etmedi.
Kimseden bir beklentim yok. Allah beni yalnız bırakmasın, gerisi önemli değil.
Medyanın sizin davalarınızı pek takip etmemesini, davanın içeriklerini düzgünce anlatmadığını düşünüyor musunuz?
Medya neyi doğru düzgün anlatıyor ki benim davamı anlatsın. Bir bölümü korkuyor. Bir bölümü gazeteciliği bırakıp parti sözcülüğüne soyundu. Bir bölümü de olaylara kendi mahallesinin gözlüğünden bakıyor.
Onlara bir sözüm yok. Ancak, davama gelen gazeteciler, davanın kumpas olmadığını, gizli belge elde etmek ve yayımlamak olduğunu biliyor. İddianameyi okuyorlar, dışarı çıkıp, “kumpas davası” diye haber yapıyorlar. Yöneticileri böyle haber yapmalarını istiyor.
Size bir davada bir gazeteciyle başımdan geçen olayı anlatayım:
İktidar medyasındaki bir “gazeteci”, gazetesinde yazdığım bir haberin kaynağı için “FETÖ’yle ilişkilendiren” diye bir haber kaleme almıştı. Oysa bahsettiği haberi, Beşiktaş adliyesinde aynı kişiden birlikte almıştık. Bu şahıs da o gazetecinin akrabası olan bir “katipti.” Fethullahçı falan da değildi.
Derken, aynı katipten başka bir haber için birlikte belge alırken Yeni Şafak muhabirine yakalandık. Mecburen ona da belgeyi verdik. Üç gazetede aynı haber mecburen çıktı. Haber kaynağımızın kendi akrabası olduğunu biliyor, ancak utanmadan gazetesinde “FETÖ” diye yazıyor. Tutuklu olduğum davamda arkamı döndüm ve onu gördüm.
Sizi görünce ne yaptı?
Sessizce beni dinliyor ve başını yere eğiyordu. Savunma yaparken sözü bu şahsa getirdim. İsim vermeden mahkeme heyetine bu olayı anlattım. Anlatırken de sık sık arkaya dönüp ona bakıyordum. İsmini açıklarım korkusuyla terliyor, kızarıyor, kıvranıyordu.
Bir ara arkamı döndüğümde bir baktım ki mahkemeden “kaçmış.” Bir daha da davamı takibe gelemedi. Sonra avukatım aracılığıyla bana haber gönderiyor. “Geçmiş olsun” dedikten sonra, “Yöneticiler bana o haberi yaptırdı. Hakkını helal etsin” diyor. Basında durum bu.
Kimseden askeri vesayet döneminde bende olan cesareti bekleyemem maalesef. Ben o haberleri yaptığım dönemde, her gün arabam bomba koyulabilir, bugün son günüm olabilir diye düşündüm ancak bir adım bile geri atmadım ve haberlerimi yaptım. Ölümü her an ensesinde hisseden kişinin kumpasla, cemaatle, şunla bunla işi olmaz.
Ben askeri vesayet bitsin diye canımı hiçe saydım. Bedeli hapis oldu. Ülkemin geldiği duruma bakıyorum da bu bedeli ödediğim için üzülüyorum. Değmezmiş bu insanlara.
Ahmet Şık sizin için “Mehmet Baransu gazetecidir” dedi, ancak Kadri Gürsel cezaevinden çıktıktan sonra sizden “bavulcu” olarak bahsetti. Bu ayrımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Çünkü toplumun bir kısmı sizi gazeteci ancak büyük kısmı “bavulcu” diyerek hazır haber yazmış ülke düşmanı olarak görüyor.
Hem gazeteci hem bavulcuyum. Her gazeteci aynı zamanda bavulcudur da. Çünkü bavuldan her zaman temiz çamaşırlar çıkmaz. O ülkenin kirli çamaşırları da çıkar. Darbecilerin, hırsızların, rüşvetçilerin, milleti soyanların kirli çamaşırları çıkar. Siyasetçilerin, gazetecilerin kirli çamaşırları çıkar. Benim bavuldan çıkarttığım kirli çamaşırlar ortada.
Ahmet Şık’a sözleri için teşekkür ediyorum. Haberim oldu söylediklerinden. O içerdeyken ona destek verememenin üzüntüsü ve utancını taşıyor ve yaşıyorum.
Ahmet Şık ilk cezaevinden çıktığında onu aramak için elime telefonu aldım. Tuşlara basarken şunu düşündüm. Hangi yüzle arayacaksın, ona ne söyleyeceksin? O içerdeyken sessiz kalmanı mı anlatacaksın?
Yaşadığım bu utanç nedeniyle tuşlara basamadım. Sanırım bu utanç beni son nefesimizi verene kadar takip edecek ve bu utançla yaşamaya mecbur kalacağım.
Kadri Gürsel’in açıklamaları da “kumpas” diyenlerin bilinçaltındaki izdüşümle aynı. “Baransu’ya bavulcu dedim. İktidardakiler, hakimler, yüksek yargı mensupları sizlere sesleniyorum. Bana ceza vermeyin. Beni beraat ettirin. Bakın Baransu’ya çaktım.”
Tam da bunu yapmak istediğini düşünüyorum. Baransu’ya çakarsan, eleştirirsem, iktidara ve onun yargısına hoş görünürüm algısı mevcut. Bunu denedi.
Cezaevinden çıktıktan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz? Türkiye’de kalmak mı istersiniz yoksa yurtdışında yaşamak mı?
Ne yapmayı düşündüğümle ilgili inanın hiçbir fikrim yok. Neredeyse yedi yıldır tutukluyum. Son iki yılım tek başıma bir hücrede geçiyor. Yine gazetecilik yapacağım. Cezaevinden çıktığım gün, toprağa basmayı özledim, çıplak ayakla saatlerce toprağa basarım sanırım. Tereyağında yumurta yemeyi özledim. Uzun uzun yürümeyi özledim. Çocuklarıma sarılıp uyumayı özledim. Eşimi özledim. İnsan cezaevindeyken uzun soluklu hayaller kuramıyor. Çıkınca ilk başta bunları yapmak istiyor.
Türkiye’de kalıp, burada yaşamak istiyorum. Yurtdışına çıkmak gibi bir fikrim yok. Askerlikteki hava değişimi gibi kısa süreliğine belki çıkabilirim.
Hapishanede geçirdiğiniz sürede neler yazdınız?
O kadar çok dava açtılar ki davalarla ilgileniyorum. Bol bol kitap okuyorum. Yazıyorum. Yarınlar için bazı notlar alıyorum. Bir roman çalışmam var.
Bugün geriye dönüp baktığınız zaman şu haberleri yazmasaydım, şu sözleri söylemeseydim gibi düşünceleriniz oluyor mu?
Bugün geriye döndüğümde şu haberleri yapmasaydım dediğim bir haberim yok. Haberlerle ilgili pişmanlığım yok. Bugün olsa yine aynı haberleri yapardım. Kimsenin emriyle haber yapmadım, kimseye kumpas kurmak için haber yapmadım. Ancak, haber yaparken biraz daha dikkatli ve özenli bir dil kullanabilirdim. Cezaevinde hakkımda çok sayıda dava açılınca, birazcık hukukçu da oldum. Keşke bu hukuki bilgiye 12 yıl önce sahip olsaydım dediğim anlar oluyor.
Her gazetenin yayın toplantısında, yazı işlerinde, yönetiminde iyi bir hukukçunun, ceza avukatının olması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye gibi ülkelerde bunun zorunluluk olduğunu düşünüyorum artık. Hukukla ilgili haberler, bu hukukçuların onayından geçmeli ve son kararı da onlar vermeli.
Pişman olduğunuz sözleriniz var mı?
“Şu sözleri söylemeseydim, şu sert açıklamayı yapmasaydım” dediğim olaylar var. Bazen “Twitter’ı keşke hiç kullanmasaydım” dediğim zamanlar oluyor. Haksızlığa karşı sessiz kalamıyordum ve sert açıklamalar yapıyordum.
Cezaevinde sanırım sakinleştim. 40’lı yaşların etkisi de olabilir. Dışarıda öyle bir kavganın içinde kendimi bulmuş ve kaybolmuştum ki, kendimi dinleme fırsatım bile olmamıştı. Kendimi dinlemeyi öğrendim.
Kendimi dinlemeye başladım. Cezaevi öncesi ve şimdiki halime bakınca bazen geçmişteki beni tanıyamadığım anlar, zamanlar oluyor. Bu ben miyim dediğim anlar oluyor. Siyah ve beyaz kadar farklı iki ben çıkıyor karşıma. Yargılandığım bazı davalarımda geçmişte Twitter’da kullandığım bazı cümleleri görüyorum. Kendimden utanıyorum. “Bu sen olamazsın Mehmet” diyorum.
Bir listem var. Kırdığım, üzdüğüm insanların listesi. “Helalleşmem” gereken isimler var. Çıkınca ilk yapacağım iş de bu kişilerle helalleşmek olacak.
Helalleşmek için evine gideceğim ilk dört isim belli. Çat kapı evlerine gideceğim. Zili çalacağım. Helalleşmek için geldim diyeceğim. İster döverler, ister kovarlar. Her şeye hazırlıklıyım. Helalleşmeden o kapıdan ayrılmayacağım.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***