Taliban 20 yılın sonunda Afganistan’ın neredeyse tamamında kontrolü yeniden ele geçirirken, birçok Afgan Pakistan’ın bu yıllar boyunca Taliban’a vermeye devam ettiği desteği eleştiriyor.
Bu çevrelere göre Pakistan isteseydi Taliban üzerindeki gücünü kullanarak şiddetin durmasına ya da örgütün yeniden güçlenerek geri dönmesine engel olabilirdi.
Pakistan ise örgüt üzerinde böyle bir gücü olduğuna dair söylemleri reddediyor.
Afganistan’la Pakistan arasında 70 yıldır devam eden gerilim ve güç mücadelesi, Pakistan’ın Afganistan içindeki farklı grupları desteklemeye yöneltti.
Bu sebeple birçok uzmana göre bölgede devlet dışı grupların güçlenmemesi ve istikrarın sağlanması için asıl yapılması gereken de Pakistan-Afganistan arasında tam bir işbirliği ve barışın sağlanması.
Peki bu gerilim ve Pakistan’ın adımlarının bugün gelinen noktaya etkisi ne oldu?
İngiltere’nin bölgeden çekilmesiyle başlayan gerilim
İngiltere’nin Pakistan ve Bangladeş’i de kapsayacak şekilde emperyal bir güç olarak yönettiği Hindistan’daki varlığı 1940’lara kadar devam etti.
İngilizlerin bölgede güçlü varlığı devam ederken 1919’a kadar (önce emirlik sonra krallık olan) Afganlarla da İngilizler arasında üç kez savaş çıktı. 1919’da biten son savaşta İngilizler Afganların bağımsızlığını ve egemenliğini tanıdı.
Bu süreçte, 1893 yılında İngiliz yönetimindeki Hindistan’ın baskısıyla Durand Çizgisi adı verilen ve Peştuların yaşadığı bölgeyi ikiye bölen bir sınır çizgisi taslağı kabul edildi.
Ancak İngiltere’nin bölgeden çekilmesi ve 1947’de Pakistan’ın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından Afganistan, pratikte sınır görevi görmeyen ve her gün on binlerce Peştunun geçtiği bu çizgiyi resmen sınır olarak tanıma konusunda çekimser kaldı.
Bunun arkasındaki asıl neden, Pakistan’daki Peştuların kendi bölgesindeki Peştularla yakın ilişkisini sürdürerek özerk bir bölge oluşturma konusunda işbirliği yapmaktı. Öyle ki 1947’de Birleşmiş Milletler’de Afganistan, Pakistan’ı egemen bir devlet olarak tanıma konusunda çekimser kalmıştı.
İki egemen ülke olan Afganistan ve Pakistan arasındaki gerilim böylece başlamış oldu.
Peştuların bağımsızlığını Pakistan’ın bağımsızlığı öncesinde de destekleyen Afganistan da, Pakistan’ın buna karşı ülke içindeki bazı silahlı grupları desteklemesine tepki gösterdi.
Soğuk Savaş döneminde karşı cephelerde yer aldılar
1950’lerde Pakistan’ın Durand Çizgisi bölgesinde sınır karakolları oluşturması ve Pakistan tarafında kalan Peştular için ayrı şehircilik projeleri geliştirmesi üzerine çatışmalara ve güvenlik güçlerinin ölümcül müdahalelerine yol açan sınır gerilimi, Soğuk Savaş’la birlikte daha net bir çizgiye girdi.
Soğuk Savaş’ta Afganistan Sovyetlerin diplomatik, finansal ve askerini desteğini alırken Pakistan, ABD’nin yanında yer aldı.
Pakistan’ın 1947’den beri bölgesel düşmanı olarak gördüğü Hindistan da Sovyet çizgisine yakın bir yerde konumlandı.
Bölgedeki en kritik iki rakibinin kendisine karşı işbirliği yaptığına inanan İslamabad, Afganistan’daki illegal grupları destekleme politikasını benimsedi.
Pakistan 1970’lerden itibaren Afganistan’daki Peştuları medreselerde Suudi Arabistan’ın desteğiyle Vahabi öğretisiyle eğitmeye başladı. Asıl hedefi, Peştuların etnik kimliğinden çok İslami kimliklerini öne çıkararak Peştu ayrılıkçı hareketlerin önüne geçmek; aynı zamanda Afganistan içinde Sovyetler destekli yönetime karşı bazı grupların elini güçlendirmekti. Pakistan’da eğitim alan bu savaşçılara “mücahit” adı veriliyor.
1979’da Sovyetler, Afganistan’daki Sovyet destekli iktidara karşı başlayan ayaklanmaları bastırmak için Kızıl Ordu’yu ülkeye gönderdiğinde, Pakistan’ın mücahitleri eğittiği medreselere ABD de destek vermeye başladı.
Böylece zamanında Afganistan’ın kabul etmediği ve geçişlere izin verdiği “sınır çizgisi” mücahitlerin, silahların, askeri mühimmatın ve paranın kolayca Pakistan’dan aktığı bir rota haline geldi.
1980’de Kabil, İslamabad’a sınırı kapatma talebiyle gittiğinde bu kez reddeden ve sınırı mücahitlerin geçişlerine açık bırakan taraf, Pakistan oldu.
Pakistan, ABD ve Suudi Arabistan’dan gelen yardımların da etkisiyle, Afganistan’da ileride yönetimi ele geçirebileceğini düşündüğü dört Pakistan yanlısı mücahit gruba destek verdi.
Ancak 1989’da Sovyetler Afganistan’dan tamamen çekildikten bir süre sonra, asıl gücün kendi desteklediği gruplardan birinde değil Taliban’da olduğunu görünce, desteğini Taliban’a yönlendirdi.
ABD Kongresi’nin kurduğu Birleşik Devletler Barış Enstitüsü’nün 2021’de yayımladığı raporda, Pakistan’ın o dönem kendi sınırların eğittiği mücahitlerin bir kısmını da Hindistan’la aralarında anlaşmazlığa yol açan ancak Hindistan yönetimi altında bulunan Keşmir bölgesine gönderdiği ifade ediliyor.
Aynı raporda, Pakistan’ın, 1996’dan itibaren Kabil’de yönetimi ele geçiren Taliban’ı desteklerse ve örgüt güçlenirse, bölgedeki Rusya, İran ve Hindistan gibi ülkelere karşı kendi elini de güçlendireceği planları yaptığı yazılıyor.
Pakistan, eğitimler sırasında öne çıkan, başarılı ve cesur gördüğü öğrencileri de ABD’nin bölgedeki yetkililerine tanıttı.
Pakistanlı araştırmacı gazeteci Ahmed Rashid’e göre, 1971’de 900 olan Pakistan’daki medrese sayısı 1988’de 8 binin üzerine çıkmıştı. Sınırlarda kayıt dışı 25 bin okul daha vardı.
Taliban’ın ülkeyi tamamen kontrol ettiği son dönem 1996-2001 arasıydı ve Afganistan o dönem dışlanmış bir devletti.
Sadece üç ülke; Suudi Arabistan, Pakistan ve Birleşik Arap Emirlikleri Taliban yönetimini meşru görüyordu.
Taliban’la barış görüşmelerinde Pakistan’ın rolü
2001 sonunda ABD’nin, Taliban’ın yönetimindeki Afganistan’a askeri müdahalesi başladı. Kısa bir süre içinde Taliban yönetimi devrildi ve üyelerinin büyük çoğunluğu ülkeden Pakistan’a kaçtı.
Soğuk Savaş döneminde de Batı kampında yer alan Pakistan, ABD’nin Afganistan’da “terörle mücadelesinde” yanında yer aldığını açıkladı. Ancak bir yandan Taliban’la bağlarını da koparmadı.
2004’te ABD’nin desteğiyle Afganistan Cumhurbaşkanı olarak göreve başlayan ve 2014’e kadar görevini sürdüren Hamid Karzai, ABD işgaline karşı Taliban’ın saldırılarının arttığı bir dönemde doğrudan Pakistan’ı işaret ederek ülkeyi “Afganistan’ı güvenliğini hiçe sayarak bölgede bir uydu savaşı desteklemekle” suçladı.
Pakistan ise Taliban üzerinden bir uydu savaş başlatacak kadar örgüt üzerinde gücü olmadığını savundu.
Bu kısmen doğruydu. Ekonomisi kötüye giden Pakistan, Taliban liderlerine getirilen uluslararası yaptırımlardan kaçınmak için bazı alt gruplara desteğini azalttı.
Ancak bu süreçte Taliban’ın kurucuları ve üst düzey yöneticileri Pakistan’da kalmaya, mülk satın almaya ve hatta işyerleri açarak burada hayatlarını kazanmaya devam etti.
Birçok Taliban savaşçısının da yaralandığında Pakistan sınırını geçerek buradaki hastanelerde tedavi gördüğü de biliniyor.
Uluslararası haber ajanslarına konuşan, Afganistan sınırına yakın bölgelerdeki hastanelerde çalışan doktorlar, Chaman (Afganistan tarafında Spin Boldak) ve Torkham sınırlarında Afgan ordusuyla savaşırken yaralanan Taliban savaşçılarının kendi hastanelerine getirildiğini ve tedavi gördüklerini anlattı.
İsmini vermeden konuşan doktorlar, tedavisi uzun süren bazı yaralıların Quetta’ya götürüldüğünü söyledi. Quetta, Taliban’ın üst düzey yöneticilerinin kaldığı yer olarak biliniyor. Öyle ki, üst yönetime “Quetta Şurası” da deniliyor.
Taliban üzerinde Pakistan’ın etkisinin devam ettiğine inanan eski ABD Başkanı Donald Trump da, Afganistan’dan çekilmek üzere Taliban’la anlaşmak için masaya oturduğunda, Pakistan’ın desteğini istedi. 2020’de Afgan hükümetiyle Taliban arasındaki görüşmeler başladığında da “Pakistan’ın Afgan barış sürecindeki rolünün ne kadar önemli olduğunu” açıkça dile getirdi.
Türkiye de ABD’nin çekilmesinin ardından devralmayı planladığı Kabil Havalimanı’nın güvenliğini sağlama görevi için Pakistan’la temas kurdu. Çünkü sahada etkili olan Taliban’la yapılan görüşmelerde Taliban, Türkiye’yi “işgalci güç olarak sayacağını” açıklamıştı.
BBC Türkçe’ye bilgi veren Türk diplomatik kaynaklar, Pakistan’ın Türkiye’nin üstlenmeyi planladığı bu görevden rahatsızlık duyduğunu ve bu sebeple Taliban’ın sert tonunu yumuşatması için bir rol oynamaktan kaçındığını söylüyor.
ABD’nin çekilme sürecinde sahada hızla ilerleyen Taliban’a karşı savaşan, ülkenin batısındaki Herat bölgesinde güçlü bir milis gücü lideri olan ABD destekli komutan İsmail Han da, yerel basına yaptığı açıklamada, ülkesindeki savaştan Pakistan’ın sorumlu olduğunu söylemişti:
“Bu savaşın Afgan hükümetiyle Taliban arasında olmadığını açıkça söyleyebilirim. Bu Pakistan’ın Afgan halkına karşı savaşıdır.”
Pakistan, 30 yılı aşkın süredir Taliban’ın en kritik destekçisi olsa da Rusya, İran ve Çin gibi ülkeler de örgütle iletişime geçti. Uluslararası alanda tanınırlığının artması ihtimali artan, son dönemde ABD çekileceğini açıkladıktan hemen sonra sahada da güç kazanan Taliban’ın böylece Pakistan’a olan bağımlılığı da azaldı.
Bu sebeple özellikle Amerikalı uzmanlar, Pakistan’ın “Taliban üzerinde ciddi bir etkisi olmadığı” açıklamalarıın kısmen doğru olduğunu kabul ediyor.
Ancak Taliban’ın üst düzey üyelerinin çoğunun ailelerinin hâlâ Pakistan’da yaşadığı, orada iş ilişkilerinin olduğunu hatırlamakta fayda var.
Kabil’deki geçiş dönemi tamamlandıktan sonra Taliban Afganistan’daki gücünü tahkim eder ve uluslararası sisteme bir ölçüde entegre olursa, ailelerini de Afganistan’a taşıyarak Pakistan’la ilişkilerini minimuma taşıyabilecekleri görüşü de yine Amerikalı uzmanlarca dile getiriliyor.
ABD’de kurulan uluslararası düşünce kuruluşu Carnegie Uluslararası Barışı Destekleme Vakfı, Ağustos ayındaki bir raporunda, Afganistan’dan çekilme kararını son imzalayan ABD Başkanı olan Joe Biden’ın da, Pakistan ordusundaki liderlerin Taliban’a etki gücü olduğuna inandığını ifade etti.
Buna göre Biden, Taliban’ın Afgan hükümetiyle güç paylaşımı konusunda uzlaşmaya gitmesi için de Pakistan ordusunun ikna gücünü kullanmasını istedi. Karşılığında Taliban’a uluslararası alanda daha fazla tanınma ve finansal yardım sözü verilmesini istedi. Ancak İslamabad, Taliban’ın gücü fazlasıyla eline geçirdiği bir dönemde Biden’ın bu talebini yerine getirmeye yanaşmadı.
Pakistanlı yetkililer ‘Kabil’de Taliban hükümeti istemediklerini’ söylüyor
Afganistan’ın içinden Pakistan’a yönelik suçlamalar gelse de, Pakistan yönetimi bunları reddediyor ve Afganistan’da 20 yıl sonra yeniden bir Taliban iktidarı görmek istemediğini dile getiriyor.
Pakistan Başbakanı İmran Han, ABD’nin çekileceğini açıklamasından itibaren katıldığı birçok uluslararası toplantıda da “Afganistan’da barış istediklerini, hiçbir tarafı desteklemediklerini ve Taliban’ın yönetimi ele geçirmesine net bir şekilde karşı çıktıklarını” tekrarladı.
Ancak bu sırada savaşta ölen Taliban savaşçılarının cenazeleri Pakistan’da, üstelik büyük kalabalıkların katılımıyla yapılmaya devam etti.
İmran Han’ın Haziran 2020’de Parlamento’ya yaptığı bir konuşmada El Kaide lideri için Usame bin Ladin için “şehit” ifadesini kullanması da akıllarda.
ABD, 2010’da Pakistan’ın Abbottabad kentinde düzenlediği bir operasyonla Usame Bin Ladin’i öldürmüştü. Han, Parlamento’daki konuşmasında bu operasyon için “Amerikalıların Abbottabad’a gelip Usame bin Ladin’i öldürdüğünde, şehit ettiğinde biz Pakistanlıların nasıl utanç duyduğunu asla unutmayacağım” demişti.
Pakistan’da birçok Afgan sivil de mülteci olarak bulunuyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği verilerine göre 2021’de Afganistan’dan 400 bin kişi kaçtı. Dünya genelindeki 2,6 milyon Afgan mültecinin 1,4 milyonu da Pakistan’da yaşıyor.
KAYNAK: BBC TÜRKÇE – ECE GÖKSEDEF
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***