YORUM | MUHSİN AHMET KARABAY
Anadolu, Selçuklu Sultanı Alparslan’ın 39 yaşında Malazgirt ovasında (Muş), Bizans Ordusuna karşı elde ettiği zafer sayesinde Anadolu, Türklere yurt oldu. Bu zaferin nasıl kazanıldığına ilişkin ayrıntıları, yazının altındaki grafikten okuyabilirsiniz.
950. yılını yad ettiğimiz büyük zafer, her yıl bütün yönleri ile medyada yer alır. Ancak bu büyük komutanın saltanata gelişi ve gidişi ise ya anlatılmaz ya da bir iki cümle ile geçiştirilir. Oysa tarih bir bütün olarak ele alındığında ders almaya imkân tanır. Değilse, kuru övünmeden öteye gitmez.
SÜLEYMAN BEY’İN HÜKÜMDARLIĞINA İSYAN EDİP TAHTA ÇIKTI
1024’te doğduğu bilinen Alparslan’ın babası hükümdar değildi. Horasan Eyaletinin valisi Çağrı Bey’in oğlu idi. Hükümdar oluncaya kadar hayatı, tarihteki ilk Müslüman Türk devleti olarak bilinen Karahanlılara karşı savaşla geçti. Öldüğünde babasının yerine Horasan valisi oldu.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul Bey vefat ettiğinde (1063) erkek evladı bulunmuyordu. Vasiyetinde kardeşi Çağrı Bey’in oğlu Süleyman’ın tahta geçmesini istedi. Vasiyet üzerine vezir Amidü’l-Mülk, Süleyman’ı Rey kentinde tahta çıkardı.
Alparslan’ın da aralarında bulunduğu kardeşi Kavurd, amcası Musa İnanç Yabgu, Çağrı ile Tuğrul Bey’in amca oğulları Selçuk’un torunu olan Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış da Süleyman’ın hükümdarlığını kabul etmedi ve taht kavgasına giriştiler.
Kutalmış’ın 50 bin kişilik bir kuvvetle başkent Rey’i kuşatması üzerine vezir Amidü’l-Mülk, Horasan Valisi olan Alparslan’dan yardım istedi. Vezir, hutbeyi de Alparslan adına okuttu. Kutalmış, Alparslan ile giriştiği Dameğan savaşını kaybetti ve kendisi de öldürüldü.
Rey’de 1064’te tahta çıkan Alparslan ilk iş olarak vezir Amidü’l-Mülk’ü azlederek yerine meşhur Nizamü’l-Mülk’ü (Nizamülmülk) getirdi.
BİZANS ORDUSU İLE SAVAŞMAK HESAPTA YOKTU
Bugünkü batı İran ve Anadolu’nun doğusunda topraklarını genişleten Sultan Alparslan, 1071’de Mısır merkezli Fatımî devletini ortadan kaldırmak üzere harekete geçip yolu üzerindeki Urfa’yı kuşattı. Ancak başarılı olamadı ve buradan Halep’e hareket etti. Halep’i alıp Şam’a yürüdüğünde Bizans İmparatoru Romen Diyojen’in büyük bir ordu ile bölgeye geldiği haberini aldı.
Merkezden uzakta böyle büyük bir ordu ile karşılaşmak istemeyen Alparslan hızla geri döndü. Bizans ve Selçuklu orduları Malazgirt’te imparatorlarının başlarında olduğu bir savaşa tutuştu. Alparslan, kendi ordusundan dört kat büyük bir orduyu yenip imparator Romen Diyojen’i de esir aldı.
Bizans imparatoru, vergi ödeme anlaşması yapılarak serbest bırakıldı. Ancak mağlup olduğu Konstantinopolis’te (İstanbul) haber alınınca tahttan indirildi ve yerine VII. Mihail getirildi. Romen Diyojen gözlerine mil çekilip ölünceye kadar Proti’de (Kınalıada) yaşamaya mahkum edildi.
SULTAN ALPARSLAN, KARAHANLILAR İLE ‘ASIL HESABI’ GÖRMEK İSTEDİ
Selçuklu hükümdarı Sultan Alparslan, topraklarını batıda genişletiyor ama doğudaki Karahanlı devletinin saldırılarından çok zarar görüyordu. Malazgirt zaferinin muzaffer komutanı gücünün zirvesinde idi. Karahanlılar’ın alanlarını küçültüp doğu tarafına da büyüme sağlama hesapları yaptı.
50 bin kişi ile kazandığı Malazgirt zaferinden bir yıl sonra bu kez 200 bin kişilik bir ordu hazırlayıp Karahanlılar üzerine Türkistan’a yürüdü. Barzem (Barzam) veya Hana kalesini kuşatıp, kaleyi aldı ve kale komutanı Yusuf Hârizmi’yi teslim olmaya zorladı.
İşte Alparslan’ın ölüm süreci, esir kale komutanı Yusuf’un huzura çıkarılması ile başlayıp noktalandı. Urfalı Ermeni Ortaçağ tarihçisi Mateos, Ortaçağ İslam tarihçiliğinin en güvenilen ismi İbn Esir, Ebu Farac (Abu’l-Farac) ve Şihabeddin bin Fazlullah el Ömerî’nin olayı anlatımları var.
Burada hazin sona ilişkin en çok önem atfedilen iki ismin kayıtlarını paylaşacağım.
URFALI MATEOS’UN ANLATIMI: Kale komutanı Yusuf, cesur ve merhametsiz bir adam olarak biliniyordu. Kuşatma günler sürdü. Alparslan, kale komutanına kendisine biat etmek (vasallığına girmek) şartıyla topraklarında yaşayabileceği haberini gönderdi
Kuşatmadan dolayı giderek zor durumda kalmaya başlayan Yusuf korkunç bir plan hazırladı. Davul zurna eşliğinde bir ziyafet düzenledi. Sultanın kölesi olmamaları için geceleyin karısı ve üç oğlunu kendi eliyle keserek öldürdü.
Sabah erkenden, ailesini kestiği o bıçağı çizmelerine saklayarak sultanın huzuruna çıktı. Eğilip Alparslan’ı saygı ile selamladı. Sultan ona yaklaştığı sırada hançerlerini çekerek üzerine atıldı Alparslan’a art arda hançerini sapladı.
Alparslan’ın korumaları Yusuf’u yakalayıp orada öldürseler de sultan üç yerinden ölümcül bir şekilde yara aldı ve kurtarılamadı. (Mateos: 145).
İBN ESİR’İN ANLATIMI: Alparslan 1072 yılının Eylül ayında Maveraünnehr’e doğru sefere çıktı. O dönemde Maveraünnehr hükümdarı Şemsülmülk Tekin adında biri idi. Sultan, ordusunu Ceyhun nehrini geçirmek üzere bir köprü yaptırdı.
Askerlerinin sayısı 200 binden fazla olduğundan, bu köprüden yirmi küsur günde geçilebildi. 20 Kasım (6 Rebiyülevvel) 1072 günü, kuşatılan kalenin komutanı Yusuf el-Harezmi adındaki komutanı yakalanıp getirildi. İki askerin refakatinde Alparslan’ın huzuruna çıkartıldı.
Sultan dört kazık çakılmasını, Yusuf’un el ve ayaklarından bu kazıklara bağlanmasını emretti. Yusuf, “Ey alçak adam! Benim gibi bir adam böyle mi öldürülür?” diye bağırdı. Bu söze çok kızan sultan, askerlerine Yusuf’u serbest bırakmaları emri verdi. Yayını eline alıp oku ile adamı öldürmek istedi.
Yusuf’a bir ok attı, fakat isabet ettiremedi. Oysa çocukluğundan bu yana mahir bir okçu olarak bilinen Alparslan’ın, o güne kadar attığı hiçbir ok hedefinden şaşmamıştı.
Yusuf, ıskalamanın verdiği moral bozukluğunu fırsat bilerek derhal Alparslan’ın üzerine hamle yaptı. O sırada tahtında oturan sultan kalkıp Yusuf’un üzerine doğru yürüyüp eliyle öldürmek istedi. Tahttan inmek isterken ayağı sürçtü ve yüzü üzeri yere yıkıldı. Sultanın üzerine çullanan Yusuf, yanında bulundurduğu özel bıçağını Alparslan’ın göğsüne sapladı.
O sırada ayakta bulunan Sadüddevle’yi de birkaç yerinden yaraladı. Sultan yaralı vaziyette kalkıp diğer çadıra geçti. Bu sırada korumalardan biri Yusuf’un başına topuzla vurup öldürdü. (İbn Esir, Cilt 10, 79).
SULTAN ALPARSLAN’IN YARALI İKEN SÖYLEDİKLERİ
Sultanın yaralandıktan sonra söyledikleri iki kaynak tarafından aktarılıyor.
“Her nereye yönelsem ve hangi düşman üzerine yürümek istesem, daima Allah’tan yardım dilerim. Dün bir tepeye çıktım. Ordumun azametinden ve askerlerimin çokluğundan dolayı altımda yer titriyordu. Kendi kendime, ‘Ben bütün dünyaya hüküm eden biriyim, bana hiç kimsenin gücü yetmez’ dedim. Bu yüzden Allah Teâla beni yarattıklarının en zayıfı karşısında aciz bıraktı. Allahtan mağfiret diler ve bu düşüncemden dolayı beni affetmesini niyaz ederim” (İbn Esir, Cilt 10, 79).
Şihabeddin bin Fazlullah el Ömerî de sultanın yaralandıktan sonra şu sözleri söylediğini aktarıyor:
“Dün tepeye çıktığımda yeryüzü ayaklarımın altında, ordunun büyüklüğünden dolayı titremiş ve kendi kendime, ‘Dünyanın hâkimi benim, kimse bana bir şey yapamaz’ demiştim. Allah beni basit bir kuluyla âciz bıraktı. Aklımdan geçirdiğim bu yanlış düşünceden dolayı Allah’a tövbe ediyorum.”
Öldüğünde kırk yaşını biraz aşmıştı. Saltanatı dokuz yıl, altı ay sürdü. Alparslan’dan geriye beş oğlu ve dört kızı kalır. İbn Esir oğullarının adlarını Melikşah, Ayaz, Tekiş, Börü Bars, Tutuş ve Arslan Argun; iki kızının adlarını Sara ve Âişe olarak zikreder. Diğer kızlarının adını tespit edemediğini belirtir. (İbn Esir, Cilt 10, 81).
Kendisinden sonra Melikşah’ın tahta geçmesini vasiyet etti. Devlet işlerinin çekip çevrilmesini Nizamülmülk’e bıraktı. Ölmeden önce askerlerine oğlu Melikşah’a sadakat yemini ettirdi.
Alparslan sözünün eri, yemin ve antlaşmalarına bağlı bir hükümdar olarak tanındı. Batılı kaynaklar, Alparslan’ı Selâhaddin Eyyubî ile birlikte yiğitlik, mertlik, adalet ve merhametinden söz ettiği iki İslâm komutanı ve devlet adamından biri olarak anlatırlar.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***