YORUM | M. NEDİM HAZAR
Costa-Gavras’ın 50 yıldan daha fazla bir süre önce çektiği ve sanki yeni çekilmiş hissi uyandıran Z-Ölümsüz’de Dink Cinayeti’nden Danıştay Saldırısı’na, Gezi hadiselerinden Gar katliamına, SADAT’tan Sedat Peker’e, Fahrettin Altun’dan yandaş medyaya, hırsız arsız takımından siyasetin köpekleştirdiği hukukçulara, Soylu’dan Hulusi Akar’a kadar hemen herkes ve her şey var.
Yaşadığımız bu zifiri karanlık günler insanı ister istemez gerilere götürüp, benzer durumların yaşandığı toplumlara bakışı zoraki kılıyor. Ve elbette tarihi en iyi okuma yöntemlerinden biri de sanat. Özellikle sinema…
Öyle filmler var ki yıllar önce çekilmesine rağmen sanki bugünü anlatıyormuş gibi taze…
Yunan(lı) yönetmen Costa-Gavras, 1969 yılında çektiği ve 2’si Oscar olmak üzere 9 ayrı ödül alan Z-Ölümsüz filmini ünlü Rum yazar Vasilis Vasiliskos’un aynı adlı eserinden sinemaya uyarlamış.
Filmin başlarında şu çarpıcı cümle söyleniyor izleyiciye: “Gerçek kişilerle ve olaylarla olan benzerlikler tesadüf değildir; kasıtlıdır!”
Ve çok kısa olarak hikaye: Savaş karşıtı konuşmalar yapan ünlü bir siyasetçi faşist bir grup terörist tarafından öldürülür. Olay sırasında polisin hiçbir müdahalede bulunmaması, hükümetin ve askeri yetkililerin olayı örtbas etme girişimleri soruşturmanın çok daha derinlere uzamasını ve olası bir hükümet komplosunu akla getirecektir. Soruşturmayı yürüten savcı, devlet içinde bazı karanlık güçlerin farklı hesaplarının olduğunu fark eder. Kısa süre içerisinde devletin hakim güçleri savcıya baskı yapar. İşin garibi ülkenin hakim medyası da üç maymunu oynarken küçük bir medya muhabiri olayın üzerine düşer. Savcı olayı deştikçe karanlık ilişkilerin ne kadar derinlere indiğini hayretle görür. Karşılaştığı karanlık tablo onu ürkütmek yerine, tersine güçlendirir ve tüm yasa dışı yapılanmayı ortaya çıkarmak için var gücüyle çalışır.
Z-Ölümsüz birçok açıdan önemli bir film. Bir kere sinematografik değerler anlamında mühim. Kurgusu, anlatımı, müziği ve diyalogları ile ayrıksı ve çarpıcı. Sonra sosyoloji ve siyaset bilimi açısından mühim. Belki ders olarak okutulacak kadar derin ve sarsıcı. Ve politik-ideolojik sinema adına da üzerinde tartışılması gereken bir yapım. Yönetmen Costa-Gavras bazen sanatı tehlikeye atabilecek kadar sert ve karşı bir duruş ile anlatıyor derdini. Enteresandır bu durum filminin değerini düşürmek yerine daha yukarıya çekiyor.
Hele hele filmin girişinde ülke meselesini tarım bakanının ağzıyla ve ‘bitkiler ve küf’ başlığıyla anlatması var ki, insanı mest ediyor. Her türlü düşünceyi ve karşı görüşü zararlı küfe benzetip, gerektiğinde adam öldürmeyi bile bir ‘temizlenme’ olarak gören polis-asker şefinin bakış açısını sunarken insan düşünce okyanuslarına dalıp dalıp çıkıyor.
Bakan şöyle bitiriyor sözlerini: “Beyler, hatırlatıyorum ki önceki yıllarda olduğu gibi, uçaklar emrinizde olacaktır çiftçileri küfe karşı uyarmanız için, asmaları mahveden bir hastalık, insanları perişan eden diğer ideolojik hastalıkla aynı anda ortaya çıkmıştır.”
Ve mikrofonu polis şefine veriyor: “Bir ideolojik hastalık küf gibidir ve önleyici tedbirler gerektirir. Küf gibi mikroplar ve çeşitli parazit unsurlar neden olur. Bu nedenle insanların uygun çözeltilerle tedavisi kaçınılmazdır. Birinci aşama okullarda oluşur. Benzetmeyi bağışlayın, tomurcuklar hâlâ çok gençtir. İkinci tedavi kolej öğrencileri veya genç işçiler olarak çiçeklenmeye başladıklarında olur. Püskürtme ve kutsal milli hürriyet ağacını ideolojik küf hastalığından kurtarmak için en iyi zaman askerliktir.”
Size bir şeyler hatırlatıyor mu bu cümleler? Bana sanki herhangi bir ulusalcı sitenin forumundan alınmış gibi geldi!
Enteresan olan filmde aslında ülke adı hiç geçmez. Ancak buna rağmen Yunanistan’da 1963 yılında solcu milletvekili Gregoris Lambrakis’in öldürülmesi sonrasında gerçekleşen olayların kurgulanarak yansıtıldığı açıkça bellidir. Öte yandan filmi izleyen herkes filmin, 1967 ile 1974 arasında Yunanistan’da hüküm süren askeri yönetimi eleştirdiğini çok iyi bilir. Z-Ölümsüz’de, daha sonra Yunanistan’ın Cumhurbaşkanı olacak olan savcı Christos Sartzetakis’ı Jean-Louis Trintignant canlandırıyor. Aslında daha ünlü oyuncular olmalarına karşın, Yves Montand’ın ve Irene Papas’ın (Çağrı ve Ömer Muhtar’dan hatırlayacaksınız) filmde daha küçük ama önemli rolleri var. Montand, öldürülen solcu milletvekilini, Papas ise onun eşini canlandırıyor.
Filmin sonunda kahramanların akıbeti geliyor ekrana. Kimi 7. kattan düşerek ölüyor, kimi ‘kaçarken’ vuruluyor (!), kimi sürgüne gönderiliyor askeri rejim tarafından. Ardından bir yasaklılar listesi geliyor ki, akıllara ziyan. Rus klasiklerinden giyim tarzlarına, basın özgürlüğünden sosyolojiye kadar uzayıp giden inanılmaz bir yasaklar listesi. Modern müzik ve hatta matematik. Muhtemelen dönemin iktidarını elinde tutanlar Dostoyevski’den Becket’e kadar hemen herkesi ‘kendileri için tehlikeli dış güç ve ülkeyi bölmeye çalışan hainler’ olarak görüyordu. Filmin isminin neden Z olduğunu da yine son kısmında anlıyoruz. Dönemin güçleri Yunanca’da ‘Ölümsüz’ anlamına gelen ‘Z’ harfini de yasaklamış…
Girişte de söylediğim gibi film eski ama güncelliğini -hele hele bizim gibi ülkelerde- hiç yitirmemiş bir başyapıt. Filmi izlerken ülkemizde yaşanan gelişmelerle olan benzerliklere hayret ederken, sanki birkaç ay önce çekilmiş hissi uyanıyor insanda. Ülkedeki faili meçhullerden toplu katliamlara, aydın ve kanaat önderlerinin cezalandırılmasından fişlemelere, dinlemelere kadar pek çok benzerlik var yaşanılanlarla. Z Ölümsüz’de de “Biz gidersek ülke batar” vatan kurtarma psikolojisinde olan ruh hastalarının kanlı öyküsü var.
Film doğal olarak Yunanistan’da yasaklandı, ülkemizde de 1989’da, yani çekilmesinden 20 yıl sonra gösterim şansı buldu. Z-Ölümsüz’ü DVD olarak ya da dijital ortamlarda bulmak mümkün şimdi. İzlemenizi salık veriyorum, yazdıklarımdan çok daha fazlasını bulacağınızdan emin olun.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***