AKP geçen yıl Ekim ayında yürürlüğe giren sosyal medya düzenlemesinin üzerinden bir yıl geçmeden yeni bir düzenleme hazırlığında.
Geçen yıl sosyal medya ile ilgili yeni düzenlemeler hayata geçiren AKP, ‘dezenformasyonla mücadele’ adı altında yeniden bir yasa teklifi hazırlığında.
Bu konudaki ilk açıklamayı geçen hafta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ziyareti sonrası uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptı. Erdoğan, sosyal medyada ‘yalan terörü’ olduğunu ifade ederek uluslararası alanda yapılan çalışmaları incelediklerini ve Ekim ayından itibaren Meclis’te bununla ilgili çalışma yürüteceklerini söyledi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da ‘yabancı devletlerin veya kuruluşların fonlarıyla Türkiye’nin faaliyet gösteren medya kuruluşlarına yönelik bir düzenleme’ hazırlığında olduklarını duyurdu. AKP’li yetkililer tarafından yapılan açıklamalarda bu konuda Almanya modeli başta olmak üzere Avrupa Birliği’nin yürüttüğü çalışmaların incelendiği belirtiliyor. Anayasa Komisyonu Başkan Vekili Ali Özkaya, Almanya, Fransa gibi ülkelerde de benzer yasalar bulunduğunu öne sürerek “Sosyal medyada dezenformasyon yapanlara bir yıldan beş yıla kadar hapis ve sosyal medyayı bir süre kullanamama gibi cezalar getirilmeli” dedi.
Geçen yıl çıkarılan sosyal medya yasası sansüre yol açtığı yönünde eleştiriliyordu. Peki sosyal medya için yeni bir düzenlemeye neden ihtiyaç duyuldu? DW Türkçe, İfade Özgürlüğü Derneği kurucusu ve bilişim hukuku uzmanı Prof. Dr. Yaman Akdeniz ile konuştu.
Öncelikle yeni bir sosyal medya düzenlemesine neden ihtiyaç duyuluyor? Son sosyal medya düzenlemesi Temmuz 2020’de yasalaşmıştı.
Türkiye’de 2007’den beri bir internet yasası var. İlk başta bu yasanın amacı çocukları zararlı içerikten korumaktı. Fakat zaman içinde bu amacın dışına çıkmaya başlanıldı. Özellikle 17-25 Aralık 2013 soruşturmalarından sonra kanun genişletildi. Kişilik haklarının ihlali, özel hayatın gizliliği gerekçeleriyle de internet içeriklerine özellikle siyasi nitelikli ve eleştiri içeren haberlere erişim engellenmeye başlandı. Bundan bir yıl sonra milli güvenlik kamu düzenini korumak amacıyla tam Haziran 2015 seçimlerinden önce yasada tekrar bir değişiklik yapıldı. Özellikle Kürt haber siteleri, muhalif nitelikte haber siteleri ve tabii bu süreçte Wikipedia platformuna iki buçuk yıl boyunca erişim engellendi. Sendika.org defalarca erişime engellendi. Dolayısıyla yasanın kapsamı genişletildi. Geçtiğimiz sene Temmuz 2020’de bir daha değişiklik yapıldı. Erişim engelleme yaptırımının yanı sıra içeriklerin yayından kaldırılması yaptırımı da eklendi. Arama motorlarıyla kişilik hakları ihlali gerekçesiyle içeriklerin bağlantısının kesilmesi yaptırımı ekilendi. Bir de sosyal medya platformlarının zorunlu olarak Türkiye’de temsilci bulundurması şartı kanuna eklendi. Dolayısıyla zaten geniş kapsamlı bir yaptırım söz konusu.
Bu yaptırımlar basın ve ifade özgürlüğü açısından ne gibi sonuçlara yol açtı? Son yasa düzenlemeden sonra ne değişti?
Engelleme 2020 raporunu önümüzdeki hafta içinde muhtemelen yayınlayacağız. O raporda da görüleceği üzere Türkiye’den 465 bin web sitesi erişime engelli, 150 binden fazla haber içeriği, sosyal medya içeriği zaten Türkiye’den erişim engellendi. Dolayısıyla pandemi dönemindeki bu yeni yaptırımların yanı sıra özellikle Sedat Peker’in yapmış olduğu açıklamalar, video yayınları sonrasında hükümet tarafında ortaya çıkan rahatsızlık, çok sayıdaki yolsuzluk iddialarının sosyal medyada yazılması, tartışılması sonrasında şimdi de dezenformasyon adı altında yeni bir düzenleme yapılacağının sinyali geçtiğimiz günlerde kamuoyuna duyuruldu. Dolayısıyla Meclis’in tatilden çıkmasından sonraki süreçte tekrardan bir düzenleme yapılacağını anlıyoruz.
Peki dezenformasyon tanımıyla ne kastediliyor, aslında burada da muğlak bir ifade var. Bu durum, sosyal medya kullanıcıları ve geleneksel olmayan medya açısından ne gibi riskler içeriyor?
Dün yapılan açıklamalarda Anayasa Komisyonu Başkanvekili Ali Özkaya, sosyal medyada dezenformasyon yapanlara 1 yıldan 5 yıla kadar hapis ve sosyal medyayı bir süre kullanamama gibi cezalar getirilmesi düşünüldüğünü belirtmiş. Fakat tabii bu yapılan kısa açıklamalarda dezenformasyondan ne kastedildiği tam anlaşılmıyor. Ama yapılan açıklamalardan yalan haber veya işte dayanağı olmayan iddialar olduğunu anlıyoruz. Fakat tabi dezenformasyonun nasıl ve neye göre tanımlanacağı belli değil. Avrupa Birliği ülkelerinde yıllardır zararlı içerik tanımı üzerinde tartışılır. Terör propagandası tanımı üzerinde tartışılır. Fakat böyle üzerinde mutabakat sağlanmış bir tanımı yok bunların. Dezenformasyon konusu da tabii özellikle internet kapsamında yeni. O bakımdan tabii nasıl tanımlanacağı veya bu tanımın ne şekilde uygulanacağı. Şimdiki pratikte biz erişimi engelleme kararlarını sulh ceza hakimlerinin aldığını görüyoruz. Dolayısıyla muhtemelen mevcut yeni düzenlemede de sulh ceza hakimleri dezenformasyon içerip içermediğine karar verebilir. İlk aşamada ve ondan sonra da bir hapis cezası olduğu için yargılama yapılacak anlıyoruz. 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası çok ciddi bir suç olarak tanımlanıyor. Kaldı ki bu hapis cezasının yanı sıra kullanıcıların belirli süreler ile sosyal medya kullanımının kısıtlanması veya yasaklanması söz konusu. Bunlar tabi pek karşımıza çıkan örnekler değil uluslararası hukukta. O bakımdan nasıl ve neye göre uygulanacağı soru işareti. Ama tabii Türkiye’nin yeni bir seçim dönemine girdiğini unutmamak lazım. Dolayısıyla hedef muhalif kitle, hedef muhalif haber siteleri ve gazeteciler olacaktır. Ve amacın da yani böyle bir girişimle amaçlananın da susturmak, sindirmek olacağını düşünüyorum. Çünkü başka türlü bu yeni ortaya çıkan fikrin açıklanamayacağını düşünüyorum.
Medyascope ve diğer medya kuruluşlarının yurtdışından aldığı fonlar da sosyal medya yasasıyla birlikte tartışmaya açıldı. İletişim Başkanı Fahrettin Altun, bunu ‘beşinci kol faaliyeti’ olarak yorumladı. Yapılacak yeni düzenleme bu kuruluşları nasıl etkileyecek?
Bu iki konuyu birbirine ne şekilde bağlayacaklar veya bağlamayacaklar onu da tabii Meclis’in tatili bittikten sonra göreceğiz. Fakat tabi hem sosyal medyada hem basında hem siyasi partilerin yapmış olduğu açıklamalardan bazı medya kuruluşlarının fon almasından duyulan rahatsızlıklar gündeme geldi. Dolayısıyla sivil toplumda olduğu gibi bir denetleme mekanizmasının gelme ihtimali olduğunu düşünüyorum. Fakat tabii ne şekilde denetleyecekler? Bunu önümüzdeki dönemde göreceğiz. Açıkçası karmaşık bir konu. Kutuplaşma var fikir olarak. Dolayısıyla aslında beklentim bu konunun detaylı bir şekilde ele alınması. Ama tabii uzun yıllardır gördüğümüz, bu sene başında da gördüğümüz işte sivil toplum ve dernekler kanununda yapılan değişiklikler. Ondan öncesinde işte sosyal medya platformlarının Türkiye’de temsilcilik açması zorunluluğu. İşte tekrardan sosyal medya yasasının gündeme gelmesi. Dolayısıyla bunlar hep Türkiye’de tek taraflı olarak hükümetin lehine ve özgür ve bağımsız basın organlarını, gazetecileri ve tabii ki kişileri yani muhalif kimliği olan kişileri susturmak ve sindirmek amaçlı olarak kullanılan mekanizmalar olarak karşımıza çıkıyor. Ve bugüne kadar da maalesef hükümet ve hükümet organları bizi şaşırtmadı.
Son olarak yeni düzenleme ile ilgili açıklamalarda Almanya örneğinden bahsediliyor. Almanya’daki model Türkiye’de uygulanabilir mi, ne düşünüyorsunuz?
Şimdi tabii yeni bir yasa tasarısı çıktığı zaman artık Türkiye, Batı Avrupa’dan örnekler vermeye başladı. Dolayısıyla geçen sene de bu karşımıza çıkmıştı. Temmuz ve 2020 değişiklikleri sırasında da Almanya’da bir sosyal medya yasası oldu. Dolayısıyla Türkiye’de de buna ihtiyaç olduğunu, farklı bir şey yapmadığı söylenmişti. Yine aynı Alman yasasına atıfla dezenformasyon konusunda yapılmaya çalışılan tasarı veya girişim meşru kılınmaya çalışılıyor. Fakat Almanya ile Türkiye’ye baktığımız zaman aslında karşılaştırılacak pek bir şey de yok gibi. Çünkü Almanya’da demokratik kurumların işlediğini, kamu kurumlarının ve özellikle mahkemelerin, yargının bağımsız olduğunu, Türkiye’de benzer bir durumun olmadığını, sosyal medya platformları ile ilgili her ne kadar bir düzenleme olsa da oradaki düzenlemenin sadece kullanıcılarla sosyal medya platformlarını muhatap ettiği, eğer kullanıcılardan gelen talepler karşılanmazsa sosyal medya platformlarına ceza verileceği öngörülmüş iken Türkiye’deki yapıda hem sosyal medya platformlarına ciddi cezalar öngörülmüş hem de zaten kullanıcı talepleri yerine getirilmezse Türkiye’deki yapıda hem erişimi engelleme yaptırımı var hem içeriklerin yayından çıkartılması yaptırımı var. Biz Şansölye Merkel’in kendisi hakkında yazılanlarla ilgili her gün savcılıklara, emniyet birimlerine koştuğunu, suç duyurusunda bulunduğunu, gazetecileri şikâyet ettiğini, Der Spiegel’in, Die Welt’in, Deutsche Welle’nin haber sitelerine erişimi engelletmeye, haberlerini kaldırmaya zorladığını görmüyoruz. Bunların hepsini ama Türkiye’de görüyoruz. Dolayısıyla Almanya ile Türkiye’yi karşılaştırmayı hiç doğru bulmuyorum.
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE – PELİN ÜNKER
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***