YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Simsiyah derisi, iri yarı, güçlü fiziği, kan ter içinde tek başına bütün rakiplerine meydan okuyuşunu ne zaman izlesem bana arenadaki bir savaşçıyı andırıyor.
Lukaku sanki bir futbol yıldızı değil de iki bin yıl önce Romalılara esir düşmüş siyahi bir gladyatördür ve binlerce çift göz, bu iri yarı adamın kendilerini eğlendirmesini, akıtacağı kan ile zafer sarhoşu etmesini beklemektedir.
Lukaku sahada eğilmez bükülmez ama gülmez de, yani eğlendirirken hiç eğlenmez. Sanki mecburiyettir onunki, farklı bir seçeneği yoktur. O yüzden sahaya çıkıp canını dişine takmalı, koşmalı, yırtmalı, rakibin bileğini bükmelidir, yaşamaya devam edebilmek için zafer isteyenlere bu isteğini vermelidir. Yoksa var olma şansı bulamaz.
Biraz fazla dramatize ettim farkındayım ama başka futbolcularda hissetmediğim bir his kaplıyor Lukaku’yu izlerken. Bu duyguya Fransa adına top oynayan Thierry Henry’yi izlerken de kapılırdım.
Beyaz Avrupalı, spor alanlarında zaferler kazanmak ve bu zaferle gururunun okşanması için işine en yarayanları Afrika’dan toplayıp getirmiş ve onlara büyük paye vererek Hollandalı, İngiliz, Alman, Fransız yapmıştır. Onlar koşacak, çabalayacak, golleri atacak ama tabelada “şampiyon Fransa” ya da “en büyük İngiltere” yazacaktır. Yıllarca da hep böyle olmuştur. Siyahlar koşmuş, ter akıtmış şampiyon Avrupa olmuştur.
Bir yıl gecikmeli olarak düzenlenen 2020 Avrupa Futbol Şampiyonasında da yine Afrika kökenli bir hayli futbolcu vardı. Ama şampiyonluğu hiç Afrikalı oyuncusu olmayan İtalyanlar kazandı. Üstün beyaz ırk takımlarına hayli fazla sayıda siyah hormon verilmişti ama şampiyon İtalya’ydı.
Bu siyahi futbolcular yedikleri ekmeğin hakkını veremeyip(!) ne yazık ki oynadıkları takımları şampiyon yapamadılar. Hele İngiltere’nin o muhteşem kibri gerçekte İngiliz olmayan futbolcular yüzünden okşanamadı. Rashford ve Saka renkdaşları Sterling’in canını dişine takarak gösterdiği mücadelenin bir benzerini göstermedikleri gibi penaltıları da gole çevirememe gafletinde bulundular.
Bu futbolcuların Alman, Fransız, İngiliz, Hollandalı ya da Avrupalı olabilmeleri için kazanmaları gerekirdi. Kazanamayınca Afrikalı, Surinamlı, Jamaikalı ya da her nereden geldilerse ondan oldular.
Yüzyıllar önce beyaz adam sömürgeciliği ve köleleştirmeyi legalize edebilmek için siyah ırk, beyaz ırk kavramını ortaya atmış ve geride kalan 400 yıl boyunca yaptığı işin doğru olduğuna inandırabilmek için de siyahileri sürekli aptal, tembel ve tehlikeli olarak göstermişti.
Artık Batı’da bunlar olmuyor. Hatta ırkçılıkla mücadele sonucunda geçmiş dönemlerde olduğu gibi açıktan ırkçılık yapılamaz hale geldi. Ancak bu Afrikalı insanların Batıda var olmaya devam edebilmeleri, insan yerine konabilmeleri için mutlaka başarılı ve işe yarar halde olmaları gerekiyor. 80’li yıllarda İngiltere milli takımında oynayan John Barnes ile ilgili yıllar önce bir yazı okumuştum. Barnes özelinde diyordu ki “Orada var olmaya devam edebilmesi için başarılı olmak zorunda, başarı onun için bir mecburiyettir.”
Evet başarılı olmayan ve o yolda işe yaramayan bir siyahiyi Avrupa ne yapsın?
John Barnes 1984 yılında, İngiltere’nin Brezilya’yı Maracana’da 2-0 yendiği maçta bir gol atmış ve maçın yıldızı olmuştu. Buna rağmen dönüşte havaalanına ayak basar basmaz hatırı sayılır bir İngiliz kitlenin “seni istemiyoruz” tepkilerine engel olamamıştı. Hatta İngiltere’nin bugüne kadar Brezilya’daki tek galibiyetinin skorunda Barnes’in attığı golün silinmesini ve maçın 1-0 tescil edilmesini istiyorlardı. Zira kara tenli birinin milli takımda yer alması olacak şey değildi.
Aradan kırk yıl geçmiş Güney Afrika bile ırkçılıktan kurtulmuştu lakin bir kısım İngiliz, zamanında Barnes’e gösterdiği tepkinin aynısını siyahilere göstermeye devam ediyor. Final maçında penaltı kaçıran siyah derili iki futbolcu Rashford ve Saka da ırkçı öfkeden nasibini aldılar.
Geçen uzunca zaman boyunca ırkçılık sadece biraz şekil değiştirdi. Afrika’nın siyahi gladyatörleri iki bin yıl sonra bile arenadakilere gurur sağlayabildikleri ölçüde yaşamayı hak ediyorlar.