DİYARBAKIR – Heyet olarak gittikleri ABD’deki temaslarını paylaşan HDP Dış İlişkiler Komisyonu Sözcüsü Hişyar Özsoy, ABD Kongresi’nin partilerine yönelik kapatma davası konusunda Biden’ı inisiyatif almaya çağırabileceğini belirtti.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) heyeti, Avrupa Konseyi ve Avrupa Konseyi Parlementerler Meclisi ziyaretlerinin ardından 28 Haziran-2 Temmuz tarihlerinde Amerikan Birleşik Devletleri’nde (ABD) bir dizi temaslarda bulundu. Partinin Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Dış İlişkiler Komisyonu Sözcüsü Hişyar Özsoy ve Ekonomiden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Garo Paylan’dan oluşan heyet, ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, bazı senatörler ve Ortadoğu özelinde çalışan kimi kurum temsilcileriyle bir araya geldi.
Ziyaretlerde, HDP’ye yönelik baskılar ve kapatma davası, Türkiye’deki hak ihlalleri, Kuzey ve Doğu Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ele alındı. HDP’li yetkililerin bu görüşmelerin ayrıntılarını kamuoyuyla paylaşmasına rağmen hükümet yanlısı medya, bu temasların “gizli bir plan” kapsamında yapıldığını ileri sürdü.
Heyette yer alan Dış İlişkiler Eş Sözcüsü Hişyar Özsoy, ABD’de bulundukları temas ve amaçlarına, görüşmelerin gündemine ve Biden yönetimindeki ABD’nin Ortadoğu politikasındaki olası değişimlere ilişkin sorularımızı yanıtladı.
ABD ziyaretiniz çokça konuşuldu, tartışıldı. Bu ziyaretinizin amacı neydi? Bu kimlerle, hangi konu başlıklarında temaslarda bulundunuz?
Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Kongre temsilcileri, senatörler, Temsilciler Meclisi üyeleri ve düşünce kuruluşlarıyla görüştük. Özellikle Türkiye, Suriye ve Ortadoğu üzerine çalışan, bu konularda bilgi üreten bütün çevrelerle konuşma imkanımız oldu.
İktidar medyası daha önceden olduğu gibi bu ziyaretin “gizli bir plan” kapsamında yapıldığını öne sürdü. Gizli bir görüşmeniz ya da kamuoyuna açıklamadığınız bir temas oldu mu?
Gizli saklı bir ajandamız yok. Rutin diplomatik faaliyetlerimiz. Türkiye’de söylediklerimizin çok az bir kısmını orada söyleyebildik. Önümüzdeki dönemde güçlü bir ziyaret gerçekleştirmek istiyoruz
Bizim hiçbir gizli ajandamız yok. Biz Amerika’yı, yine Avrupa’nın kimi başkentlerini rutin bir şekilde ziyaret ederiz. HDP olarak Washington’da temsilciliğimiz var, yine Brüksel’de, Strasburg’da, Berlin’de ve Hewlêr’de temsilciliklerimiz var. Hem Türkiye hem Kürtler açısından önemli merkezler. Rutin olarak bu merkezlere gideriz. Dünyanın küresel güçleri bunlar. Biz de zaman zaman bu başkentlere ziyaretler gerçekleştiririz. Türkiye ve Kürtler hakkında neler düşünüyorlar? Bunları dinlemek için gideriz. Kendi fikirlerimizi aktarırız. Rutin bir ziyaretti. Aslında geç kalmış bir ziyaretti. Pandemi olmasaydı daha erken düşünüyorduk. Joe Biden sonrası yapabildiğimiz ilk ziyaretti. Önümüzdeki dönemde, sonbaharda tekrar güçlü bir ziyaret gerçekleştirmek istiyoruz.
Orada Türkiye’de, Meclis kürsüsünde, eylem ve etkinlikler sırasında söylediklerimizin çok az bir kısmını söyleyebildik. Çoğu zaman 30 dakikalık, bir saatlik görüşmeler alıyoruz. Dolayısıyla gizli saklı bir ajandamız söz konusu değil. Rutin diplomatik faaliyetlerimiz.
Temaslarınızda hangi konular gündeme geldi?
Amerika’ya gitmeden bir hafta önce HDP’ye yönelik açılan kapatma davasının iddianamesi kabul edilince, ana tartışma HDP’nin kapatılması ve siyasal çoğulculuk oldu. Çok önemli bir gündem maddesiydi. Kürt meselesinde çatışma durumu, açlık grevleri sürüyor, bu anlamda bir gerilim söz konusu. Rojava bölgesel Kürt meselesinin bir parçası…Güney’e yönelik uzun zamandır süren saldırı dalgası ve sınır ötesi operasyonlar söz konusu. Türkiye-Amerika ilişkileri, Amerika-Avrupa ilişkileri… Bütün bunları konuştuk. Ama bu defa temel gündem HDP’nin kapatılması davasıydı. Bu konuda oldukça ilgiliydiler.
Meclis Dışişleri Komisyonu’nda bulunan 4 partinin, sizden önce ABD’yi ziyaret ettiği kamuoyuna yansıdı. HDP’nin davet edilmemesini nasıl yorumluyorsunuz?
Son derece hukuksuz, son derece çirkin bir durum. Haberimiz yoktu. Kesinlikle bize herhangi bir bilgi de verilmedi, davet de edilmedik. Daha önce benzer durumlar olmuş, onlardan da haberimiz yoktu. Tamamen usule aykırı bir şekilde yapıyorlar. Meclis’teki Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı’nı bu konuyla ilgili aradım. Kendisinden bir açıklama istedim. Önce Kovid-19’u öne sürdü, açıkçası saçmaladı. Kovid gerekçesiyle sayıyı sınırlı tuttuklarını söyledi. Ben de kendisine -bunu öğrendiğimiz gün, Deniz Poyraz’ın İzmir’de öldürüldüğü gündü- Deniz’i öldüren faşistin mantığıyla aynı mantığa sahip olduğunu, tam da HDP’yi bu şekilde ötekileştirerek, ırkçı saldırıların hedefi haline getirdiklerini söyledim. Aramızda sert bir tartışma geçti. Biz bu durumu takip ettik, elçilikle de paylaştık.
Nereden bakarsanız bakın, son derece çirkin bir durum. HDP 6-7 milyon insanın oyunu temsil ediyor. Aileleriyle birlikte düşünürseniz, 15-20 milyon insanı temsil eden bir parti. Komisyon başkanına da söyledim; HDP, üzerinde tepinebilecekleri, itip kakabilecekleri bir parti değildir. Biz bunu her platformda gündemleştirmeye devam edeceğiz. İlk Dış İlişkiler Komisyonu toplantısında da bu rezilliği tartışmaya açacağız.
Bu durum temaslarınızda gündeme geldi mi?
Bunu açıklıkla anlattık. Heyet başkanı, ‘Biz HDP’yi davet ettik ama HDP’nin kendisi gelmedi’ diyerek, yalan söylemiş. Tam bir rezalet. Bu ırkçı mantıktır. HDP’ye yönelik ırkçı mantığı şimdi de burada gördük.
Geldi. Amerika’ya gittiğimizde şunu öğrendik; orada heyetin görüştüğü Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle bizler de görüştük. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Türk delegasyonuna durumu sormuşlar. Türk heyeti, bir de ‘Biz davet ettik, onlar gelmedi’ diye yalan söylemişler. ABD’de biz çok açmayacaktık ama onların (Meclis’teki partiler) da görüştüğü üst düzey Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, ‘Elçilik bizi bilgilendirdi ama dışlandığınızı sizden de duymak istiyorum’ diye sordu.
Bunu açıklıkla anlattık. Heyet başkanı, ‘Biz HDP’yi davet ettik ama HDP’nin kendisi gelmedi’ diyerek, üstüne üstelik yalan söylemiş. Tam bir rezalet. Bu ırkçı mantıktır. HDP’ye yönelik ırkçı mantığı şimdi de burada gördük. Sıkıntı şu; Meclis’ten, halkın parasıyla bir yurtdışı seyahati yapıyorlar. HDP’yi dışarda bırakma gibi bir lüksleri olamaz. Böyle bir tasarrufları olamaz. HDP’den daha küçük olan iki parti gidiyor. CHP eşlik etmiş, o da ayrıca üzerinde durulması gereken bir durum. Kendilerine de bunun yanlış olduğunu ifade ettik. Maalesef böylesi programlarda ‘muhalefetim’ diyen kesimler, ‘HDP niye yok?’ diye sormuyor ve tavır almıyor. Bu ayrıca not edilmesi gereken bir durum.
Temaslarınızda ana gündemin partinize dönük kapatma davası olduğunu söylediniz. HDP’ye yönelik baskılar ve kapatma davasına dair ABD’de neler konuşuluyor, ne gibi tepkiler var?
Bizim görüştüğümüz kesimler, bilgilenmiş bir şekilde gelmişlerdi. Tabi Türkiye’deki Amerika elçilikleri, bu tür görüşmeler öncesi bilgi notları gönderir, Türkiye’deki durum konusunda onları günceller. Biz de tabi ki kendi çerçevemizden anlattık. Üst düzeyde ve açık bir şekilde HDP’nin kapatılmasını doğru bulmadıklarını, Türkiye’de siyasal çoğulculuğun olması gerektiğini ifade ediyorlar. Bunu daha önce Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü üzerinden yapmışlardı. Mart ayında Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürüldüğü ve HDP’ye ilk kapatma davası iddianamesi sunulduğu zaman bir açıklaması oldu.
Geçen hafta içerisinde Senato Dışişleri Komisyonu, ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Victoria Nuland’ı ‘ABD’nin Türkiye Politikası’ konulu oturuma davet etti. Orada tabi birçok mesele konuşuldu. Senatör Chris Murphy ve Senato Dışişleri Komisyonu Başkanı Robert Menendez’e, hem Selahattin Demirtaş’a dair AİHM kararının uygulanmaması, aynı zamanda HDP’nin kapatılmasına dair spesifik sorular da sordular. Bu şekilde gündemleştirebildiler. Bunun dışında da detaylarını çok paylaşmayayım, Kongre bazı çalışmalar üzerinde duruyor. Yakın dönemde Biden yönetimini, özellikle HDP’nin kapatılması davası konusunda inisiyatif almaya davet edecek. Biz de yakın bir zamanda eğer mümkün olursa eş genel başkanlarımızın da katılımıyla tekrar Amerika’ya bir ziyaret gerçekleştirmek istiyoruz.
“İnsiyatif alma” durumu sizin beklentiniz mi?
Ne yapabiliriz diye düşünüyorlar. Bir şekilde Temsilciler Meclisi, Dışişleri Bakanlığı komiteleri, görüşmelerimizi yönetime bildirecekler. Orada Temsilciler Meclisi’nin Dış İşleri Komisyonu’yla da baya bir mesai yaptık. Dolayısıyla Amerika siyasetinde, dış siyasette Kongre’nin belli bir ağırlığı söz konusu. Kongre Beyaz Saray’la da Avrupalı kimi liderlerle de diyalog halinde. Türkiye’de siyasal çoğulculuğun olmasına dair düşüncelerini en üst perdeden paylaşacaklar. Bizim beklentimiz bu yönde. Ama bu sadece beklenti değil, hazırlıklar var. Muhtemelen eylül, ekim ayı içerisinde daha somut şeyler konuşabileceğiz.
Amerika ziyaretiniz öncesi 21-24 Haziran haftasında Strasburg’da Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin yaz oturumuna katıldınız. Bunun dışında da temaslarınızın olduğunu biliyoruz. Avrupa’da HDP’ye yönelik baskılara dair nasıl bir hava var?
O oturumlar esnasında Türkiye ve İspanya’daki siyasi tutuklularla ilgili spesifik bir karar tasarısı hem Hukuk Komisyonu’nda tartışıldı, Genel Kurul’a indi ve ezici bir çoğunlukla da geçti. Spesifik olarak HDP’li siyasetçilerin tutuklanmasına dair bir tartışmaydı. Bir kısmı da İspanya’daki Katalan milletvekillerinin durumuydu. Tasarıda da vardı, kesinlikle HDP’nin kapatılmasına karşı net bir ses çıkarabildi. 8 Temmuz’da da Avrupa Parlamentosu yine spesifik olarak HDP’nin kapatılmasına yönelik olarak çok güçlü bir karar tasarısı hazırladı. Bu tasarıya bizim de diyalogda olduğumuz Kürt Dostluk Grubu öncülük etti. Yeşiller, Sol ve Sosyal Demokrat milletvekilleri öncülük etti. Avrupa Parlamentosu’ndan çok güçlü bir karar çıkardılar. Detaylı, güçlü, 603’e 2 oyla kabul edildi.
Hem Amerika seyahatimiz esnasında Avrupa Parlamentosu’nun, Amerika’ya gitmeden önce Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin bu kararları, bizi Amerika seyahatimize de güçlendirdi
Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülke var, Avrupa Parlamentosu’na üye 27 ülke var. Bu ülkelerin milletvekilleri halkı temsil ediyorlar. Neredeyse yüzde 99’u, HDP’nin kapatılmasının yanlış olduğunu, buna karşı olduklarını açıkça deklare ettiler. Sadece Macaristan ve Polonya gibi Erdoğan’a şahsi yakınlığı olan liderlerin ülkelerinden bir iki çatlak ses çıktı. Kimse de çok fazla önemsemiyor. O açıdan önemliydi. Tabi hem Amerika seyahatimiz esnasında Avrupa Parlamentosu’nun, Amerika’ya gitmeden önce Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin bu kararları, bizi Amerika seyahatimize de güçlendirdi. Çünkü bu kararların hepsini, Amerikalı meslektaşlarımıza, siyasetçilere, think-tank (düşünce) kuruluşlarına da yollamış olduk. Şu ana kadar HDP’nin söyledikleri ortadaydı, ama şuan Avrupa Konseyi’ni, Avrupa Parlamentosu’nu, Avrupa Birliği’ni bağlayan bütün kurumların, hatta Birleşmiş Milletler Parlamentosu’nun somut kararları söz konusu.
Dolayısıyla çok geniş, yaygın bir meşrutiyet alanı sağladı bize. Bunları dikkate almalarını bekliyoruz. Beklentimiz, Kongre’nin de bu konuda açık bir mektup yazması. Bu mektubu yazarken de Avrupa’daki bu tartışmalardan enforme olması, bunlara referans vermesi. Açıkçası şunu da düşündük. Biden yönetiminin Türkiye’de demokrasi, hukuk, insan hakları, konularında açık bir taahhüdü var. Dış ilişkilerde, diplomaside bu tür konuların ana eksenleri olacağına dair söz verdi. Bizim de önerimiz, demokrasi ve insan hakları konusunda, tabi HDP’nin kapatılması, siyasal çoğulculuk da bunun içerisinde, Amerika ve Avrupalı liderlerin bir şekilde koordine olması. Görebildiğimiz kadarıyla o yönlü de bazı ortaklaşmalar olacak.
Eski Başkan Donald Trump döneminde ABD’nin Türkiye’deki hak ihlalleri ve baskı politikalarına “göz yumduğu” değerlendirmeleri yapılıyordu. Biden ve ekibiyle bu durum değişti mi?
Kısmen değişti. Hatırlayın, Gergerlioğlu kararı ve HDP’nin kapatılmasına dair Hükümet Sözcüsü açıklama yapmıştı. Daha sonra Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle ilgili açıklamalar olmuştu. Dönem dönem açıklamalar oluyor. Bu anlamda belli bir fark var. Ziyarette insan haklarından sorumlu müsteşarla da görüşme imkanımız oldu. Uzun bir görüşme oldu. Kendisi aynı zamanda ABD’nin bir önceki dönem Avrupa Konseyi temsilciliğini de yapmış büyükelçiydi. Kendisiyle detaylı görüştük. Bizim de görebildiğimiz kadarıyla, demokrasi ve insan hakları meselesi Biden yönetiminin tabi ajandasında olacak. Ama şu yanılgıya da girmemek gerekiyor. En nihayetinde demokrat parti de olsa, Amerika’nın çıkarlarını her şeyin önüne koyarlar. Bu anlamda bir demokrasi havariliği kimse beklemesin. Fakat Trump yönetimine kıyaslama yapacaksak, biraz daha bu tür talepleri dile getireceklerini hem düşünüyoruz hem bekliyoruz.
ABD’nin Türkiye’yi “çocuk asker kullanan ülkeler” arasına almasını bu “değişimin” bir parçası olarak yorumlamak mümkün mü?
İnsan hakları alanında güçlü bir rapor çıktı. Önümüzdeki raporun daha güçlü çıkması bekleniyor. O konuda biraz daha sesli bir Amerika göreceğiz. Ancak Türkiye’deki insan hakları mücadelesini Amerika gelip vermeyecek, bu konuda Avrupa ile daha koordineli bir şekilde, daha istikrarlı bir şekilde bu alana dair söylem üretecek. Trump o açından tam bir facia olduğu için, aslında Biden yönetiminden beklenti biraz fazla. Dolayısıyla çok yüksek beklentiyle girip de hayal kırıklığına uğramamak önemli. Ama böyle açıktan bir taahhütleri var. Biden, demokrasi zirvesi toplayacağını söylüyor. Dolayısıyla demokrasi ve insan hakları meselesini yeniden diplomasinin ana akslarının biri haline getirmeye çalışacak. Sözü bu, göreceğiz. Fakat beklentileri çok yüksek tutmamakta, ihtiyatlı olmakta fayda var.
Trump döneminde Türkiye ve bağlı paramiliter grupların Kuzey ve Doğu Suriye’nin kimi kentlerini himayesi altına almasına izin verildi. Yeni ABD yönetimin Türkiye’nin daha fazla ilerlemesine izin vermeyeceği yorumları yapılıyor. Yeni yönetimin Kuzey ve Doğu Suriye politikasında ne gibi bir değişiklik gözlemlediniz?
ABD, ‘S-400 ile Rojava’ pazarlığına şu an kapalı. Türkiye, Biden sonrası artık Rojava’da daha fazla ilerleyemeyeceğini, daha fazla yeri işgal edemeyeceğini görünce Güney Kürdistan’daki operasyonları arttırmaya başladı
Türkiye, Biden iktidara gelmeden Kobanê’yi de içine alacak bir saldırı için baya zemin yokladı, zorlamaya çalıştı. Hatırlayın; Amerika seçimleri öncesinde Girê Spî ve Serêkaniyê bölgesinde genişlemeye çalışıyordu. Ha bire provokatif girişimlerde bulunuyordu ama istediğini alamadı. Ne yapıp edip, Biden iktidara gelmeden coğrafyada değişiklik yapmaya çalışıyordu. Biden iktidara geldikten sonra artık Rojava’da daha fazla ilerleyemeyeceğini, daha fazla yeri işgal edemeyeceğini görünce, Güney’e kaydı. Güney Kürdistan’daki operasyonları, sınır ötesi işgalleri arttırmaya başladı. Amerika böyle bir şeye destek verirse, çok ciddi bir tepki görür. Hatırlayın, Trump işgale onay veren adımı attığında Amerika’da Savunma Bakanı istifa etti, Suriye Özel Temsilcisi istifa etti. Amerika siyaseti açısından çok sarsıcı oldu. Amerika kamuoyunda çok ciddi tepkiler oldu. Demokratlar böyle bir şey isteseler dahi, öyle kolay kolay yapacak değiller. Ama bizim de edindiğimiz izlenim, başka bir saldırıya mahal vermeyecek şekilde bir pozisyon aldıkları… Fakat Türkiye her zaman için Rojava’daki statüyü tümden ortadan kaldırmak için fırsat kollamaya devam edecektir.
Hal böyle olunca S-400 üzerinden bir pazarlık durumu başladı…
Türkiye, ‘Ben S-400’den vazgeçeyim, siz de müsaade edin Rojava’ya saldırayım, oradaki Kürtlerin kazanımlarını yok edeyim’ arayışında. Açıkça bunun pazarlık masasını oluşturmaya çalışıyor. Şu ana kadar bizim gördüğümüz, Amerika böylesi bir pazarlığa kapalı. S-400 ve Rojava meselesini birbirinden ayrı tutmaya çalışıyor. Bir ara Savunma Bakanı da açıklama yaptı, ‘Amerika, S-400 konusunda biz geri adım atmaya hazırız ama Suriye ve Rojava konusunda da bizim beklentilerimiz var’ dedi. Ancak dediğim gibi şuan için kapalı ama siyasette çok büyük hayal kırıklıkları yaşamamak için beklentileri çok yüksek tutmamakta fayda var. Şahsi kanaatim, Rojava için şu önümüzdeki dönem biraz daha rahat olacakları bir zemin olacak. Fakat bunu da gören Türkiye, diğer alanlara, özellikle Güney Kürdistan’a saldırı zeminini yoğunlaştırmaya çalışıyor.
Kuzey ve Doğu Suriye’de umduğunu bulamayan Türkiye’nin, Federe Kürdistan Bölgesi’ne kaydığını söylediniz. Biden-Erdoğan arasındaki telefon görüşmesinin ardından sınır ötesi operasyonun başlatıldığını hatırlarsak, ABD bu operasyonun neresinde?
Kapalı kapılar ardında tam olarak ne konuşulduğunu bilmiyoruz. Dikkat ederseniz NATO zirvesinde de Erdoğan, Biden’la görüşmesinde tercüman dışında kimseyi bulundurmadı. Amerika; Türkiye, Rojava ile çok ters düşmediği oranda Güney’e yönelik yapılan operasyonlara şu ana kadar ses çıkarmadı. Hatırlarsanız, Türkiye Şengal ve Mahmur’a saldırılar yapmasın diye böyle bazı cılız sesler çıktı fakat çok da bir pozisyon almadı. PKK ile olan savaşta, ‘Ben sana karışmıyorum ama Rojava konusu olduğu zaman benim kimi hassasiyetlerim var şeklinde bir politika izliyor. Türkiye’nin bu son dönemdeki artan saldırıları ve askeri durumu kalıcılaştırmaya yönelik bir takım girişimleri, Güney Kürdistan’da da rahatsızlık yaratmaya başlayınca, Amerika kaygılandı. Çünkü Güney’deki Kürtler de Türkiye’nin bu kadar askeri buraya yığmasının, kalıcılaştırmasının sadece PKK ile ilgili olmadığını görmeye başladı.
Bizim orada görüştüğümüz Güneyli siyasetçiler de vardı. Onlarla da kimi görüşmelerimiz oldu. Türkiye’nin adım adım Güney Kürdistan’ı işgal ettiği algısı söz konusu. Güney’de bu algı iyice pekişirse, Amerika’nın tavrında da belli bir değişiklik olabilir.
Türkiye’nin oraya yerleşme ve oradan çıkmama gibi bir politikası söz konusu. Yarın olur da Irak dağılır, Federe Kürdistan Bölgesinin orada bağımsızlaşma gibi bir imkanı olursa, muhtemelen Türkiye askeri olarak müdahil olup, bu durumun önünü de almaya çalışabilir. Ki Irak’ın dağılması da ihtimallerden birisi. Başka bir durum da var, Türkiye’nin oradaki tasarruflarını biraz da bölgesel siyaset çerçevesinde düşünmek gerekiyor. Amerika, Irak’ın güneyinden, Bağdat’tan, buralardan çekilirken, Kürdistan Bölgesine yerleşmeye çalışıyor, yeni üsler açıyor, Halepçe’de açıyor, Erbil’de açıyor. Amerika’nın temel partneri de KDP çizgisidir. Ama Güney Kürdistan’da İran’ın da belli bir etkinliği var. Özellikle Süleymaniye bulunan siyasi güçlerle belli bir etkinliği var.
Amerika basitçe şöyle bir hesap yapıyor, yani KDP ve Türkiye’yi birbirine yaklaştırarak, aslında Güney Kürdistan bölgesi sınırları içerisinde İran karşıtı bir denge oluşturmaya çalışıyor. PKK’yi de YNK’yi de diğer güçleri de İran’a daha yakın güçler olarak konumlandırıyor. Bu açıdan da Türkiye’nin KDP ile yakınlaşması, bu çerçevede PKK’ye yönelik bu girişimleri açıktan desteklemese de zımmi olarak bir desteği var. Fakat Türkiye’nin bu girişimleri Amerika’nın bölgedeki çıkarlarına ters geldiği noktada, ‘Bu kadar da değil’ diyor. Yani eğer Türkiye, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kendisine yönelirse, Amerika bir tavır değişikliğine gidebilir. Amerika’da da Güney Kürdistan’da da görebildiğimiz kadarıyla, Türkiye’nin bölgeye yönelik askeri yönelimlerinin basitçe ‘PKK ile mücadele’ olmadığına artık herkes kanaat getiriyor. Bizim orada görüştüğümüz Güneyli siyasetçiler de vardı. Onlarla da kimi görüşmelerimiz oldu. Türkiye’nin adım adım Güney Kürdistan’ı işgal ettiği algısı söz konusu. Güney’de bu algı iyice pekişirse, Amerika’nın tavrında da belli bir değişiklik olabilir.
ABD’nin bu hesabı tutar mı?
Amerika’nın Ortadoğu’daki hiçbir hesabı tutmuyor. Bunu kendilerine defalarca ifade ettik. Amerika dış politikası, tarih ve sosyoloji bilmez, mühendislik yapmaya çalışır. Üstten gelir, yıkar ama hiçbir zaman yenisini yapamaz. Çünkü ne sosyolojik dengeleri bilir ne tarih bilir. Geldiler, Irak’ı darmadağın ettiler, 5 trilyon dolar para harcadılar, 150 bin asker yığdılar, 6 bin askerleri öldü. O kadar kızıl katliam ne oldu? Ortada paramparça edilmiş bir coğrafya bıraktılar. Çekilmeye çalışıyorlar, çekilemiyorlar. Afganistan’da hakeza çıkmaya çalışıyorlar, çıkamıyorlar. Libya’da ne olduğunu gördük, Suriye’yi gördük. Dolayısıyla Amerika’nın şu an bu alanlara hakim olmak gibi bir derdi yok. Ortadoğu’dan çıkmak istiyor. Çünkü ekonomik anlamda düşünürseniz, Ortadoğu’nun altını üstünü satsanız, 5 trilyon dolar etmez. O kadar para harcamış ve istediği denklemi de kuramamış.
Amerika, ağırlığını Asya-Pasifik’e kaydırmaya çalışıyor, Çin ve Uzak Asya’ya kaydırmaya çalışıyor. Mantıklı da aslında, dünyanın üretim merkezi, dünya nüfusunun neredeyse 4’te 3’ü orada, tüketim merkezi. Ortadoğu ne için önemliydi? Petroldü, ama petrol çağı yavaş yavaş kapanacak. Başka enerji imkanları açığa çıkıyor.
İkincisi; İsrail’in güvenliği meselesiydi. Şu meseleleri çözebilse, burada kalmaz. Bir de Körfez’deki kimi petrol müttefikleridir. Onların çıkarlarını korumak için jandarmalık yapıyor. Ama şöyle düşünüyor: Ben Ortadoğu’dan çekilirsem, bu bölgede İran ve Rusya hegemon güçler olmasın! Bunu nasıl sağlayabilir? En kolay yolu zaten NATO içerisinde Türkiye var, NATO’nun mızrak ucudur. En azından ‘Türkiye’yi bölgede konumlandırabilirim’ diyor. Dikkat ederseniz Erdoğan, NATO üzerinden pozisyon almaya çalışıyor.
Bunun son örneği de NATO toplantısından sonra ABD’nin Türkiye’yi Kabil Havalimanı güvenliğini sağlama adı altında Afganistan sahasına sürmek istemesi oldu. Amaç nedir, Türkiye neden bu kadar ısrarcı?
Erdoğan, seçime gidene kadar bir şekilde Batının desteğini almak istiyor. Diğer alanları tamamen kaybetmiş. Bir tek NATO alanı, güvenlik alanı kaldı. Açıkça ‘Sizin için jandarmalık yapabilirim’ diyor.
Evet, Erdoğan’ın diplomaside zemini tükenmiş durumda. Kimse Türkiye’ye 10-20 yıl önce gibi model ülke olarak bakmıyor. Ekonomi bitmiş durumda, kurumsal anlamda Batı ile ilişkiler çok zorlanmış. Avrupa Birliği ile müzakere yok, gümrük birliği güncellenemiyor, Türkiye Avrupa Konseyi’nden atılma noktasına gelmiş. Ama Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin göreli olarak pürüzsüz olan bir alan var: NATO.
Avrupa ile Amerika’yı bir güvenlik şemsiyesi içerisinde birleştiren bir pakttır. Türkiye 1950’den beri bu paktın içerisinde. Şimdi Erdoğan şunu çok iyi görüyor. Batıdan doğru demokrasi, hukuk, insan hakları, ekonomi vs. alanlarda dünya kadar sıkıntı yaşıyor. Ama hem Amerika hem Avrupa’nın güvenlik ihtiyacı, güvenlik diskuru son derece güçlü. ‘Teröristlere karşı güvenlik’, ‘Mültecilere karşı güvenlik’, ‘Uyuşturucu tacirlerine’, ‘İnsan kaçaklarına karşı güvenlik’ vs…
Dikkat ederseniz Türkiye, Karadeniz’de NATO üzerinden ciddi bir pozisyon almaya çalışıyor. Hatta Rusya’ya karşı açılacak cephede Karadeniz’deki en büyük NATO gücü Türkiye. İngiltere ve Amerika’nın tam desteğini almış durumda. Rusya’ya karşı ‘Ben burada bir pozisyon oluşturabilirim’ diye düşünüyorlar. Libya ve Suriye’de de benzer durum söz konusu. Amerika, ‘Ben Suriye’den çekildiğim zaman burayı İran ve Rusya dolduracak. Bu boşluğun oluşmaması için Erdoğan’la sıkıntı da yaşasam, bir NATO gücü olarak Türkiye’yi ben buraya ikame edeyim ki en azından bizim çıkarlarımızı koruyabilsin’ diyor. Benzer bir mantığı Erdoğan, Afganistan’da hayata geçirmek istiyor. Kaba tabirle; ‘Çıkın, ben sizin geride kalan pis işlerinizi yaparım. O işin taşeronluğunu, kırıp döktüklerinizi ben orada toparlarım’ diyor. Bir, para istiyor; iki mutlaka bir kısım Amerika askeri isteyecektir. ‘Taliban’la aramızda fikir ayrılığı yok’ şeklinde tuhaf bir açıklamada yaptı. Bir şekilde ‘Ben sizin için kullanışlı olabilirim’ siyasetini yapıyor.
Ama bunu NATO çerçevesinde, güvenlik politikası bağlamında yapıyor. Doğrusu Amerika’yı bir beklentiye sokmuş durumda. Bu bizim oradaki gözlemimiz. Bunu kendileriyle de paylaştık. Erdoğan, seçime gidene kadar bir şekilde batının desteğini almak istiyor. Diğer alanları tamamen kaybetmiş. Bir tek NATO alanı, güvenlik alanı kaldı. Açıkça ‘Sizin için jandarmalık yapabilirim’ diyor. Onların da çıkarına gelebilir böyle bir şey. Bu ne kadar uygulanabilir, uygulanamaz ayrı bir meseledir. Ama Türkiye hem Libya’da hem Suriye’de hem Kafkasya’da hem de Afganistan’da sürekli olarak aynı kartı oynuyor. Irak’ta da aynı kartı oynuyor. İran’ı ve Rusya’yı dengelemek için bir NATO gücü olarak ‘Benim yaptıklarıma göz yumun’ diyor. Açıkçası kısmi de olsa böyle bir zımmi desteği almış durumda.
Eylül ayında daha geniş bir heyetle ABD’ye yeni bir ziyaret gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz. Programınızda neler var?
ABD’nin halen Suriye, Türkiye ve Kürt meselesinde net bir politikası yok. Bunu oluşturma sürecinde. Trump’ın tahribatını onarmaya çalışıyorlar. Eylül-Ekim gibi Biden yönetimi tam olarak oturmuş olacak.
Amerika’nın hala Türkiye konusunda, Suriye konusunda, Kürt meselesi konusunda net bir politikası yok. Hala bunu oluşturma sürecinde. Dolayısıyla şu an Trump’ın yarattığı tahribatı biraz onarmaya çalışıyorlar. Tahribat o kadar büyük ki bu meseleler yavaş yavaş konuşuluyor. Pandemi nedeniyle kısmen yavaş ilerliyor. Eylül-ekim’den sonra Biden yönetimi tam olarak oturmuş olacak. Bizim de Kobanê Davası gibi büyük bir gündemimiz var. Yine kapatma davasıyla ilgili gündemimiz var, uygulanmayan AİHM kararları var. Yine tecrit ve açlık grevleri ne duruma gelecek. Eğer mümkün olursa, Eş Genel Başkanlarımızdan biriyle ziyareti gerçekleştirmeyi ve bu konuları gündeme getirmeyi düşünüyoruz. Ama bu kez daha üst düzey, daha yoğun, daha fazla insanla görüşmek istiyoruz.
Şu algı sürekli var, ‘İşte HDP Washington’a gidiyor’. HDP her yere gidiyor, Londra’ya da gidiyor, Berlin’e de gidiyor, Brüksel’e de gidiyor. Biz siyasi bir partiyiz, Kürtlerin ezici çoğunluğunu temsil ediyoruz. Birçok siyasetimiz var. Bunu iyi düşünebilmek, iyi formüle edebilmek için, bütün bu kesimler, siyaset yaptığımız zemin hakkında ne düşünüyor, nasıl konumlanıyor, bunları görüp kendi pozisyonumuzu alıyoruz. Haliyle hükümetler düzeyinde olmasa bile bizim bütün bu alanlarda inanılmaz kamuoyu desteğimiz, parlamenter desteğimiz var. Mesela Avrupa Parlamentosu, Brüksel sürekli gidip geldiğimiz yerlerden birisi. 605 vekilden 603’ü destek vermiş durumda. Dolayısıyla bu çok güçlü bir kamuoyunu gösterir. O açından bir Washington ziyareti kaçınılmaz, onu da yapacağız. Sadece zamanlama meselesi. Ama bu yaptığımız ziyaretten daha büyük, daha kapsamlı, temsiliyet gücü daha yüksek olacak.
MA / Gökhan Altay – Özgür Paksoy
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***