DİYARBAKIR – DBP Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, Rojava politikası boşa düşen Erdoğan’ın “çözüm” sürecini bitirdiğini belirterek, “Türkiye siyasi tarihinde bugüne kadar müzakere ve diyalog ile çözümü sağlayacak hiçbir iktidar ve güç açığa çıkmadı” dedi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan ile devlet arasında yürütülen “çözüm” olarak adlandırılan sürecin AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından sonlandırılmasının üzerinden 7 yıl geçti. Sürecin sonlandırılmasının ardından 24 Temmuz 2015’te devreye konulan savaş konseptinin yıldönümü yaklaşırken, 9 Temmuz’da Diyarbakır’a gelen Erdoğan, daha önce “Buzdolabına kaldırdık” dediği “çözüm” süreci için, bu kez “Sonlandıran biz olmadık” açıklaması yaptı.
Sürecin sonlandırılmasının ardından PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit yeniden ağırlaştırıldı, çatışmalı süreç başlatıldı, devam eden yıllarda toplum toplum bir bütünen baskı cenderesi altına alındı. Kürt siyasetçiler başta olmak üzere demokrasi güçlerine yönelik gözaltı ve tutuklama furyası devreye girdi.
Erdoğan’ın Diyarbakır’da söylem değiştirmesiyle yeniden gündeme gelen Kürt sorununu ve çözümünü, bir yılı aşkındır 20 kentte yaklaşık 200 halk buluşması ve ziyaretle halkla tartışan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır ile konuştuk.
Gündemdeki bir konuyla başlayalım. AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 9 Temmuz’da Diyarbakır’a geldi. “Çözüm sürecini sonlandıran biz olmadık” dedi. Ancak İmralı sürecinde Dolmabahçe Mutabakatı için “Doğru bulmuyorum” diyen de çözüm süreci için “Buzdolabına kaldırdık” diyen de Erdoğan’dı. Süreci kim bitirdi?
Erdoğan’ın Amed’e gelişiyle bu durum biraz daha gündemdeki yerini korumaya başladı. Açıkçası bizim bu konuda kendimizi çok da topluma, halka anlatma gibi bir sorumluluğumuz söz konusu değil. Fakat öyle anlaşılıyor ki Erdoğan’ın özellikle Kürt halkına çözüm sürecinin nasıl bittiğine ilişkin yeniden iktidar olabilmek, olası bir seçimde Kürt halkının desteğini alabilmek için farklı manipülasyonlar yaparak, tekrardan çözüm sürecini gündeme koydu. Geriye dönüp bakarsak, çözüm sürecinin AKP’nin başında bulunduğu Erdoğan tarafından bitirildiği görülecektir. Bu konuda en kritik dönem, 2014 yılı olarak ifade edilebilir. DAİŞ’in, El Nusra’nın, ÖSO’nun, bir bütün olarak paramiliter çetelerin bir bütünen Rojava’ya yönelik, Kürt halkına, Kürtlerin bulunduğu yaşam alanlarına yönelik topyekûn bir soykırım saldırısını destekleyen ve bu konuda IŞİD’i hem Esed’in iktidarının devrilmesinde bir araç olarak kullanmak isteyen AKP iktidarı ve Erdoğan, Rojava topraklarında Kürtlerin olası statüsünün önüne geçebilmek için Kürtlere Rojava’da bir soykırım politikasını dayattı. Üzerinde kendini konumlandırdığı politika, Rojava’da Kürtlere yönelik bir soykırım politikasıydı.
Sayın Öcalan’ın bu konudaki duruşu ve Kürtlerin “Kobanê düştü düşecek” söyleminden sonra Kobanê ve Rojava’ya sahip çıkmasıyla, Erdoğan’ın Rojava’ya yönelik soykırım politikası ciddi anlamda boşa düştü.
Sayın Öcalan’ın Rojava’daki Kürt güçlerinin hiçbir şekilde Türkiye’nin Suriye politikasına alet olmayacağını ifade etmesinden sonra, Rojava’da başlayan Kürt soykırımı ve Kuzey Kürdistan’da devam eden çözüm süreci, aslında çözüm anlamındaki rayından çıkan bir durumu ortaya koydu. Bunu da başlatan, gizli ajan olarak sürekli gündemde tutan Tayyip Erdoğan’ın kendisiydi. 2014’ün özellikle ikinci yarısından sonra çözüm süreci devam ediyormuş gibi görünüp, aslında Rojava’da Kürtlere uygulanan soykırım politikasına karşı Kuzey Kürtlerinin desteğini tamamıyla kesmek, yani refleksiz ve tepkisiz bırakmak gibi bir hedefi güden bir AKP ve Erdoğan gerçeği söz konusuydu. Sayın Öcalan’ın bu konudaki duruşu ve Kürtlerin “Kobanê düştü düşecek” söyleminden sonra Kobanê ve Rojava’ya sahip çıkmasıyla, Erdoğan’ın Rojava ve Kürtlere yönelik soykırım politikası ciddi anlamda boşa düştü.
Rojava ve Suriye topraklarından geri dönen Erdoğan, artık bu süreci yürütemeyeceğini net bir şekilde ortaya koydu. Nitekim hemen akabinde 6-8 Ekim Kobanê eylemleri, Kürtleri bir bütün olarak soykırım kıskacına alan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarının alınmas,ı çözüm sürecinin kimin tarafından bitirildiğinin en net şekilde politik olarak ifadesiydi. Tabi bunun kamuoyuna yansıması 2015’in başlarına tekabül eder. İşte 28 Şubat 2015 Dolmabahçe Mutabakatı’ndan hemen sonra ‘Benim bilgim yok’ diyen Erdoğan’ın, akabinde Kürt sorunu ve demokratik çözümün tek muhatabı olan Sayın Öcalan’a yönelik 5 Nisan 2015’te ağırlaştırılmış tecrit uygulamasını devreye koydu. Bu tecridin bugüne kadar devam etmesi, sürecin Erdoğan ve AKP tarafından bitirildiğinin en açık ifadesidir.
Sürecin bitirilmesiyle toplum baskı altına alındı. Rejim tekleşti, siyasi ve ekonomik kriz derinleşti, Kürt siyaseti başta olmak üzere muhalefet baskı cenderesine alındı. Toplum aydınlık bir gelecek beklerken, tekrardan karanlığa sürüklendi. Bunların hepsini gördük, yaşadık. Türkiye halkları da bundan nasibini aldı ve “çözüm” de görmedi. Kürt sorununda çözüme neden gelinmiyor?
Bu aslında yüzyıllık bir mesele. Bunun birinci ifadesi olarak; sorunu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu dinamikleri, kurucu zihninde aramak gerekli. Kurulurken ittihatçı kadroların, tekçi, ırkçı, milliyetçi, aslında her yönüyle kendi kimliği ve ideolojisini devletin tamamına veren ve devleti bu ideolojik bakış açısı üzerinden oluşturan, yüzyıllık Türkiye Cumhuriyet’i devletinin aslında siyasi politikasının bunun üzerinden şekillendiği bir politik gerçeği görüyoruz. Bu anlamda savaş, şiddet, soykırım politikaları dışında hiçbir şekilde çözümü, diyalogu, müzakereyi, siyasal ve toplumsal çözümü bu zeminlerde aramak istemeyen bir devlet aklı üzerine kurulmuş bir cumhuriyet söz konusu. Bugüne kadar da tüm siyasal partiler, aktörler, kişiler tamamıyla bildikleri, tanıdıkları, deneyim ve tecrübe edindikleri savaş, şiddet, soykırım politikalarının devam ettirici durumunda oldular.
Türkiye siyasi tarihinde bugüne kadar müzakere, diyalog ile hem Türkiye toplumunun hem Kürt halkının toplumsal gerçekleri ve hakikatlerine göre çözümü sağlayacak hiçbir iktidar ve güç açığa çıkmadı.
İkincisi Kürt sorunun çözümünde savaş ve şiddet politikaları, iktidarlarda ciddi anlamda bir rant kapısı durumunda. Bugün savunma sanayinin yüzde 85’ini Erdoğan ve ailesi kontrol ediyor. Bu bile ülkenin kaynaklarının yüzde 60’ının buraya aktarıldığını buradan da doğrudan Erdoğan ve ailesine, çok kapsamlı uluslararası ölçekte savaş baronlarının Kürt sorununda savaş ve şiddet üzerinden beslendiğini net bir şekilde ifade edebiliriz. Türkiye siyasi tarihinde bugüne kadar müzakere, diyalog ile hem Türkiye toplumunun hem Kürt halkının toplumsal gerçekleri ve hakikatlerine göre çözümü sağlayacak hiçbir iktidar ve güç açığa çıkmadı.
Yer yer buna ilişkin söz kuran küçük de olsa belli ölçekte adım atanlar, bu ittihatçı, soykırımcı zihniyeti temsil eden kadroların, derin devlet temsiliyetlerinin, çete-mafya yapısının içinde bulunduğu yapıların tasfiyesiyle karşılaştı.
Sayın Öcalan sorunun çözümünü, son olarak 2019’daki görüşmede net bir şekilde ortaya koyuyor. Kendisi, imkan verilirse, başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’deki temel meselelerin çözümünün çok kolay olduğunu ifade ediyor. Bu konuda ısrarı, çabası, arayışını 2019’daki beyanında ortaya koydu. Fakat karşısında muhatap olarak ne devlette ne iktidarda böylesi bir gücün bugüne kadar açığa çıkmadığını, böyle bir arayışının yüzyıllık kangrenleşmiş ve ülkeyi her anlamıyla felakete sürükleyecek bir noktaya getiren bu durumu, siyasal, ekonomik, politik olarak uçuruma sürükleyen bu durumu çözmek için elini taşın altına koyabilecek bir siyasi irade, bir muhataplığın en azından net bir şekilde açığa çıkmadığını ifade etmekte fayda var. Fakat biz bu konuda hem muhataplığın açığa çıkması hem de bu sorunun çözümü yönünde ve Sayın Öcalan’ın bir aktör olarak bu sorunu rahatlıkla çözebileceğini, kendisinin bu konuda hem Kürt halkında hem de Türkiye halkında ispatlamış olduğunu, 2013-2015 arasında karşılık bulduğunu da ifade ediyoruz. Bunu en yüksek perdeden söylemeye devam edeceğiz.
AKP-MHP ittifakının çatırdadığı ve dağılmasının an meselesi olduğu birçok kesim tarafından dillendirilmeye başlandı. Cumhur İttifakı’nın geleceğine dair neler söylersiniz?
AKP-MHP’nin, 2015’ten bu yana savaş ve soykırım politikası üzerinden bir savaş kabinesi olarak ifade edebileceğimiz bu ittifakta, ciddi bir uyuşmazlığın olduğu net bir şekilde ortaya koyabiliyoruz. Kamuoyuna, basına çok açık bir şekilde ifade edilmese de AKP-MHP arasındaki çatlaklıkların hangi düzlemde olduğu ortada. Bugün MHP’nin özellikle AKP ile kurduğu bu ilişki, aynı zamanda AKP’nin politikalarını belirleyen gücü olması itibariyle, belki MHP’yi önümüzdeki süreçte sadece baraj altında bırakacak bir pozisyona iterken, AKP’yi darma dağın edecek ve Türkiye siyaset sahnesinden tamamıyla silebilecek bir pozisyona getirdi. Artık bu ilişkiden vazgeçilmesinin yollarının arandığının işaretlerini, emarelerini bize gösteriyor. Bir yandan önümüzdeki yakın süreçte MHP baraj altı görünüyorken, kendi içinde iki parti çıkaran AKP tamamen parçalanarak, Türkiye siyaset sahnesinden silinecek bir duruma gelecek. Bunu gören AKP siyasetçileri, Ankara’nın kapalı koridorlarında MHP ile ilişkilere mesafe konulmasını istiyor.
AKP ve MHP iktidarı bu anlamda sadece ülke içerisinde deği,l uluslararası arenada aslında bir suç ittifakı haline gelme potansiyeli güçlü ve bunu artık uluslararası raporlarda da görebiliyoruz. Önümüzdeki süreçte AKP-MHP koalisyonu, birçok raporda bir suç ittifakı olarak değerlendirilebilecek bir noktada. Bunun önüne geçebilmek, olası yargılamaları, olası en kötü felaket senaryolarına karşı AKP-MHP içerisinde de MHP’den kurtulma arayışı söz konusu. Fakat onları bir arada tutan temel faktör, temel etken suç ortaklığıdır. Yoksa hiçbir reel gerçeklik ve politik arenaya bir bütün olarak baktığımızda, AKP’yi MHP’ye muhtaç hale getirebilecek hiçbir siyasal, toplumsal zemin söz konusu değil.
Toplum aynı zamanda muhalefet güçlerine de tepkili. İktidar bloğu karşısındaki pasif duruşu eleştiriliyor; özellikle HDP, demokrasi güçleri ve Kürt siyasetiyle kurduğu “mesafeli” ilişki tepki topluyor. Toplum “açık” olmayı dayatıyor, ancak muhalefet, iktidarın bunca ayrıştırma ve Kürt siyasetini “öcüleştirme” politikalarına karşı neden net tutum takınamıyor?
Bugün bu iktidarın bu kadar palazlanmasında, kendini bir rejim olarak Türkiye toplumuna yaymasında ve bunun yolunun açılmasında muhalefetin azımsanmayacak bir katkısının olduğunu ifade etmekte yarar var. Yeni Kapı ruhundan tutalım, bugün dış politikada sürekli savaş tezkerelerine destek veren bir muhalefet gerçekliği, AKP-MHP iktidarını bugüne kadar ülke içerisinde suç ittifakı, savaş koalisyonu haline getirdi. HDP’yi bunun dışında tutarak ifade ediyorum. Geri kalan muhalefetin bu politikaların geliştirilmesinde önemli katkıları olduğunu ifade etmekte yarar var. 2019’dan bu yana bu politikalardan belli ölçüde vazgeçen, AKP-MHP iktidarının hem uluslararası hem de iç politikasındaki politikalarına teşne olabilecek politikalardan belli ölçüde sıyrılmaya çalışan bir muhalefet söz konusu.
2019 yerel seçimlerinde HDP ve partiniz DBP’nin ilkesel seçim stratejisiyle AKP büyük kaybetti ve birçok büyükşehir muhalefetin eline geçti. Belli ki muhalefet, deyim yerindeyse tıpkı o dönemde olduğu gibi “gizli saklı” ve açıktan söylenmeyen bir desteğin tekrarını dayatıyor. HDP, DBP ve Kürt siyaseti, olası bir seçimde tutumu 2019 gibi mi olacak, yoksa başka bir tutum mu sergileyecek?
Bizler Kürt siyasi hareketleri ve HDP ile etrafında birleşen dostları olarak, bugün Türkiye siyasetinin ve toplumun aşina olduğu Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı dışında üçüncü bir yol olarak yürüyoruz. 2019’da o dönemin koşullarında bir strateji belirledik. Türkiye tarafından AKP-MHP’ye kaybettiren, Kürdistan’da gasp edilen yerel yönetimleri kazanma stratejisi geliştirdik ve hayata geçirdik. Yani 2019’da da CHP’yle açıktan ya da gizli kurulan bir ittifak söz konusu değil. Kendi politikamızdan doğru en uygun seçenekleri değerlendirerek, bir strateji izledik. İktidara Türkiye’nin batısında kaybettirme üzerindeydi.
Elbette HDP mevcut durumda, 2019’daki şartlara göre hareket edemez. Bugün Türkiye muhalefetinde, Kürt sorununun çözümü, Alevi sorunu, kadın sorunu, toplumsal barış, yeni anayasa sorunu, Türkiye’nin temel meselelerini hangi çerçevede çözeceğine dair muhalefetin nasıl bir program, stratejisi ve siyasetle topluma gideceğini görmek istiyor. Demokrasi ittifakı bu zemin üzerinden gerçekleşecek.
Partiniz kurulduğu günden bugüne muhalefete “demokrasi ittifakını” önermekte ve bunun seçim ittifakını aştığını, ülkedeki sorunların çözümü için topluma bir nefes borusu olacağını belirtiyor. Demokrasi ittifakını neden önemsiyorsunuz ve böylesi bir ittifak günümüzde mümkün mü?
Demokrasi ittifakını hem Kürt halkının hem Türkiye’deki bütün halkların, demokrasi güçlerinin, bir bütün ülkenin aydınlık geleceğine ilişkin söz kuracakları ittifak zemini üzerine kurmak istiyoruz.
Elbette mümkün. Demokrasi ittifakını, siyasal partilerin ya da belli başlı bugün Türkiye siyasetinde faaliyet yürüten partilerin ittifakı olarak ele almıyoruz. Demokrasi ittifakı, siyasi partilerinin tabanlarını da teşkil edecek, Türkiye’deki tüm halkların, ülkedeki temel meselelerin demokrasi, eşitlik ve adalet temelinde çözülebilecek, Türkiye’nin temel meselelerini asgari ölçekte ele alabilecek, uzlaşabilecek bir zemini, gücü açığa çıkarma siyasetidir. Biz bunu sadece siyasi partilerle sınırlarsak, baştan bir ölü doğmuş siyaset stratejisi olur. Bu anlamıyla demokrasi ittifakını hem Kürt halkının hem Türkiye’deki bütün halkların, demokrasi güçlerinin, bir bütün ülkenin aydınlık geleceğine ilişkin söz kuracakları ittifak zemini üzerine kurmak istiyoruz.
Bugün siyaset zemini yürüten partilerin, bu zeminin dışına çıkma ya da dışında hareket etme gibi bir durumu söz konusu olduğunda, Türkiye halkları ve Kürt halkı bu akıldışı siyasete tepkisini dile getirecektir. Türkiye ve Kürdistan’da yürüttüğümüz çalışmalarda, demokrasi ittifakının zemininin güçlü olduğunu görebiliyoruz ve bunun yansımasının da siyasi partilerde olması gerektiğine ilişkin beklenti söz konusu. Bunun dışında kafasını kuma gömen, ülkenin temel meselelerini görmeyen hiçbir partinin, ülkenin yönetiminde söz sahibi olamayacağı gerçeği hem aritmetik olarak olası seçimlerde hem de reel gerçekliğine yer edinmeyecektir.
Gelelim Kürt siyasetine. Bugün Kürt siyasetinin gündeminde ne var?
Kürt siyaseti temel gündemi, Kürt sorunu, Türkiye’nin demokrasi sorununun çözümü ve onurlu bir barışın sağlanmasının temel aktörü olan Sayın Öcalan üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış tecridin kaldırılmasıdır. Sayın Öcalan’ın bu meselenin çözümünü gerçekleştirecek koşullarının oluşturulması için, Kürt siyaseti uzunca bir süredir çalışmalarını sürdürüyor. Tecritle Kürt halkının ve Türkiye halklarının yeniden dizayn edildiği bir süreçte, cezaevlerinde açlık grevi eylemleri sürüyor. Hem Türkiye kamuoyunda hem de demokrasi güçlerinde buna karşı bir duyarlılık geliştirmek ve cezaevindeki siyasi tutsakların taleplerinin karşılanması, onların almış olduğu sorumluluğun büyük ölçüde Türkiye ve Kürt halkının alması gerektiği, toplumsal mücadelenin bu sorumluluğu alması bizim temel gündemimizi oluşturuyor. Halk buluşmalarımızın ana merkezi bu gündemlerdir.
Biliyorsunuz bugün Kürdistan coğrafyası bir bütün olarak Türkiye yayılmacılığı tehdidi altında. Rojava ve Güney Kürdistan her yanıyla işgal edilmek isteniyor. 2023’e giderken bunun finalini gerçekleştirmeyi hedefleyen AKP-MHP ittifakı, Kürt soykırımını bu zemin üzerinde gerçekleştirme hedefini önüne koymuş durumda. Bu politikalar doğrultusunda savaş ve Kürtlerin var olan kazanımlarını ortadan kaldırmaya dönük bu politikalara karşı, Kürt halkını ulusal bir mücadele etrafında bir araya getirme ve bu ruhla mücadele eder bir pozisyonda tutmaya çalışan, Kürt halkında ulusal birlik ruhunu oluşturmaya çalışan bir gündemle, siyaset ve politikayla çalışmalarımızı sürdürüyor.
Aylardır Demokratik Toplum Kongresi’yle şehir şehir, ilçe ilçe, köy köy ziyaretler gerçekleştirip, kendi gündeminizi topluma taşıyıp, toplumsal refleks ve örgütlemeyi büyütüyorsunuz. Bugüne kadar kaç yeri ziyaret ettiniz, gündeminizde ne vardı, toplumdan nasıl bir tepki aldınız?
Kürt sorunu, tecrit ve ulusal birlik gündemleriyle Ağustos 2020’den bu yana aralıksız bir şekilde DTK ile birlikte çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bugüne kadar Kürdistan’da 20 kentte, ilçe ve köylerinde 200’ün üzerinde halk buluşması ve görüşmeler gerçekleştirdik. Adana, Mersin, İstanbul ve İzmir’de de çalışmalar yaptık. Bu gündemlerle birlikte savaş politikalarına karşı, psikolojik ve özel savaş yöntemleriyle Kürt halkının bilincine, kültürüne, tarihine yönelik her yönüyle soykırımın dayatıldığı bu süreçte, halkımızla temel gündemlerimizi, gündemlerimizin ne olduğunu ve faşist AKP-MHP iktidarına karşı hangi zeminde, hangi ölçekte direnmemiz gerektiğine ilişkin görüşmeler yaptık. Temel gündemlerimizi halka taşırken, aynı zamanda önümüzdeki sürece dair nasıl bir planlamayla, stratejiyle hareket edeceğimizi, bu konuda özellikle Kürt siyasetinin içerisine düştüğü eksikliklere dair görüş ve öneriler aldık. Bu anlamıyla bu çalışmadan hem güç aldığımızı hem de ciddi anlamda bir örgütlenmenin, güçlenmenin ve moral düzeyi yarattığını söyleyebiliriz. Bu önümüzdeki süreçte mücadelemiz açısından bir eşik olabilecek durumu ifade ediyor.
Temel gündemlerimizi halka taşırken, aynı zamanda önümüzdeki sürece dair nasıl bir planlamayla, stratejiyle hareket edeceğimizi, bu konuda özellikle Kürt siyasetinin içerisine düştüğü eksikliklere dair görüş ve öneriler aldık.
Halkımız, Kürt halkının soykırım kıskacında olması ve Türkiye’deki mevcut koşullardan temel çıkışın Kürt siyaseti ve Kürt halkının örgütlü mücadelesiyle olacağını ortaya koydu. Ancak bunun sadece Kürt halkıyla sınırlandırılmaması gerektiği ifade vurgulandı. Türkiye’nin içinde bulunduğu bu kaos, kriz ve cendereden çıkışının yol ve yöntemlerini, bir yıldır köy köy, kent kent sürdürdüğümüz çalışmalarda halkımız önümüze koydu. Kürt halkının örgütlü mücadelesi bununla beraber demokrasi güçlerinin eş zamanlı olarak örgütlü ve kesintisiz bir şekilde mücadele girmesiyle, iktidarın ömrünün uzun olmayacağı, sallantı da olan iktidarın 2014’te Kobanê için kullandığı ‘Düştü, düşecek’ söyleminin bugün AKP-MHP için söylenebileceği belirtildi.
Tecride deyindiniz. İmralı’da başlayan ve toplumun tümüne yayılan tecridi neden bu kadar önemsiyorsunuz?
Tecridin varlığını kabul eden bir durumda olamayız. Sayın Öcalan Kürt halkının siyasal ve toplumsal iradesi olarak İmralı’da ağırlaştırılmış bir tecrit altında tutuluyor. Bu tecridin amacı, başta Kürt halkının siyasi ve politik liderliğine, toplumsallığına, tarihine ilişkin bir bütün olarak halk olmaktan kaynaklı bir yok etmenin, yok oluşun, savaşı dayatmanın, soykırımı dayatmanın yegane ifadesidir. Tecridin varlığı ve ısrarlı bir şekilde sürdürülmek istenmesi altındaki gerçekliği bununla ifade ediyoruz. Bu anlamda ısrarlı bir şekilde vazgeçilmez durum olan Kürt halkının eşitlik ve özgürlük arayışının, adalet arayışının yegane politik aktörünün de Sayın Öcalan olduğu, Kürt halkı, Türkiye demokrasi güçleri ve Ortadoğu halkları net bir şekilde ifade ediliyor. Bu gerçeklik üzerinden halklar, toplumlar Sayın Öcalan’ın İmralı’da ağırlaştırılmış tecrit altında tutulmasını kabul eden bir durumla karşı karşıya kalmak istemiyor. Bütün halk buluşmalarında tecridi kırmanın, kaldırmanın ve Sayın Öcalan’ın politik bir aktör olarak kendi rolünü oynaması gerektiği vurgulandı.
Ayrıca bu durum elbette ki sadece Kürt halkını ilgilendiren bir durum değil. Elbette ki öncelikli olarak Kürt halkını, siyasetini ilgilendirirken, bir bütün olarak Türkiye demokrasi güçlerini ve ülkenin aydınlık yarınlarını, geleceğini isteyen tüm kesimlerin de aslında kendisine dert edinmesi gereken ve bu konuda mücadele, bu sorunun çözümü için mücadele etmesi gereken bir gerçeklik söz konusu. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz, toplumsal, siyasal her alandaki kriz aslında kaynağını buradan alıyor. Bu çözümsüzlükten alıyor.
Öcalan, Haziran 2019’da bir avukat görüşmesinde, “Gelin Kürt sorununu çözelim. Bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırırım diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de devlet aklı da gereğini yapmalıdır” demişti. Öcalan’a bu fırsat neden verilmiyor?
AKP-MHP’nin ittifak karakterine baktığımızda, nedeni net bir şekilde kendisini ortaya koyuyor. AKP-MHP, tamamıyla savaştan, şiddetten ve Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinden oluşan bir ittifak. Bu anlamda çözüm gücü olabilecek, çözüm iradesini açığa çıkartabilecek bir akıl, siyaset ve politikadan yoksun. Çünkü zeminin tam tersine çözümsüzlükte ısrar eden, kendi geleceği, bekası üzerinden Türkiye’yi şekillendirmeye çalışan bir iktidar gerçeği var karşımızda. Bu durum, Sayın Öcalan’ın kendisinin de ifade ettiği üzere çok kolay olan çözüm sürecine gelmesinin önünde en büyük engeldir. Gerçekten ülkenin meselelerini, özgür geleceğini her yönüyle kendisine dert edebilecek, sorumluluk üstlenebilecek siyasi bir iradenin ortaya çıkması durumunda, Sayın Öcalan da ifade ediyor, bu mesele çok hızlı bir şekilde çözülüp ülkenin gündeminden çıkarılacak.
Aksi taktirde hiçbir çözüm bugün ülkenin içerisinde bulunduğu temel krizleri çözebilecek bir durumda değil. Ülkenin temel meselesi Kürt sorunu, Kürt sorunun çözümsüzlüğünde savaş ve şiddette ısrar, bunun ilk aktörü olarak Sayın Öcalan üzerinde uygulanan tecridin devam etmesi… Bu konuda tespit bu kadar netken, çözümün farklı yerlerde aranması durumu, çözümü çok daha uzaklarda aranması durumu, açıkçası bizim kabul etmeyeceğimiz, edemeyeceğimiz bir durumu ortaya koyuyor. Gerek iktidar açısından gerek muhalefet açısından da bu durum söz konusu. Tespiti halklar tarafından bu kadar net ortaya konulmuşken, adres bu kadar yakınken, çözümün başka yerlerde aranması ya da bu meselenin çözümüne ilişkin bir siyasi iradeyi açığa çıkarmaktan imtina etmek, ürkek davranmak, bizim kabul edebileceğimiz bir durum değil. Tüm gücümüz toplumsal olarak hem bu çözüm gücünü açığa çıkartmak ve Türkiye siyasetinde önümüzdeki süreçte bu sorunların çözüm gücü olabilecek bir siyasi aktörün ve siyasi aklın, iradenin ortaya çıkmasıdır.
Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları da sürüyor. KDP’nin destek ve dahiliyetine Kürt kamuoyu tepki gösterdi. Siyasetçiler, aydınlar, gazeteciler ve sanatçılar temaslarda bulunarak, KDP’nin bu tutumundan vazgeçmeye çağırdı ve ulusal birliğin önemine dikkat çekti. KDP’ye ve Kürt halkına çağrınız nedir?
Bugün Lozan’ın 100’üncü yılına giderken, Türkiye Kürdistan topraklarını işgal etmek istiyor. Bu politikayla hareket eden, bu konuda ön açıcı olan yer yer destekçisi olan ve bu politikanın sürdürülmesinde kolaylaştırıcı rolü olan bir KDP gerçeği söz konusu. İşin özü bu. Esası bu zemin üzerinden değerlendirirsek, çözümü de çok rahatlıkla ortaya koyabileceğiz. Çözüm şudur: Bugün Türkiye’nin hedefi Güney Kürdistan’ı, Musul’u, Kerkük’ü ve Şengal’i işgal etmek. Tayyip Erdoğan’ın, AKP iktidarının, Neo-Osmancılık ideolojisi, Lozan’ın Misak-i Milli sınırlarını kabul etmeyen ve bunu defalarca ifade eden bir politikası söz konusu. Bunu kamuoyuna deklere etmekten de hiçbir şekilde imtina etmeyen bir Erdoğan gerçekliği söz konusu. Yüzüncü yıla giderken Misak-ı Milli’yi Musul’da, Kerkük’te kurmaya çalışan ve yayılma alanını, egemenlik sınırlarını Kürdistan toprakları üzerinden genişletmeye çalışan bir Türkiye gerçekliği söz konusu.
Türkiye’de nasıl AKP ve MHP’nin çöküşü gerçekleştiyse, Güney Kürdistan’da bu yanlış politikada ısrar, KDP’nin çöküşünün gerçekleşeceğinin ilanı olacaktır.
Buna rağmen Türkiye’nin politikalarıyla beraber hareket etmek, aslında Kürt halkının geleceğini, özgür statüsünü ipotek altına almaya, karartmaya çalışan ve bunun kolaylaştırıcı gücü olan bir KDP gerçekliği karşımızda. Bizler, Kürt siyaseti ve halkı olarak, bugüne kadar hem bu tespit ve değerlendirmelerimizi yaparken, aynı zamanda KDP’ye yönelik her zamanki Kürt halkının ortaya çıkarmış olduğu ulusal çıkarlara göre hareket etmesi, özgürlük beklentisine göre hareket etmesi, siyasetini, politikasını Kürt halkının çıkarı ve özgür geleceği üzerine kurması gerektiğine ilişkin çağrılarımızı yeniledik. Burada aracılığınızla yinelemek istiyoruz. Aksi taktirde Türkiye’de nasıl AKP ve MHP’nin çöküşü gerçekleştiyse, Güney Kürdistan’da bu yanlış politikada ısrar, KDP’nin çöküşünün gerçekleşeceğinin ilanı olacaktır.
Kürtler bu konuda her yönüyle güçlerini, siyasi, toplumsal güçlerini bu politikalar karşısında birleştirme arzusundayken, bir siyasi gücün, KDP’nin bunun dışında hareket etmesi açıkçası halkın kabul edebileceği bir durum değildir. Biz inanıyoruz ki bir bütünüyle olmasa bile, KDP’nin içerisinde sağ duyulu, Kürt halkının statüsünü ve varlığını bir yüz yıl daha sömürgeci politikalarla karşı karşıya kalmaması gerektiğini düşünen kesimlerin olduğunu biliyoruz. O kesimlerin KDP politikalarına hakim olacağını umuyoruz, bekliyoruz ve çabamız da bu yönlü.
Kürdistan’ın dört parçaya bölündüğü Lozan Antlaşması’nın 98’inci yıldönümüne giriliyor. Lozan’a atıfta bulunularak, “Kürtler bir 100 yıl daha kaybetmemeli” çağrıları çokça yapıldı. Kürtler bir daha kaybetmemek için ne yapmalı?
Kürtler 100 yıl öncesine göre hem halk hem toplum hem siyaset anlamında daha gelişkin. Bugün sadece yaşadıkları toprakları ve siyaseti değil, Ortadoğu ve dünya siyasetinde belli bir yönde yer edinmiş durumdalar. Böylesi deneyim kazanmış, tecrübe edinmiş bir Kürt halk gerçekliği söz konusu. Bu konuda 1900’lu yıllardan çok daha öteye, büyük fırsat ve avantajlarımızın olduğunu ifade etmekte yarar var. Siyasi yapılarımızın, örgütlerimizin, kurumlarımızın ve bu konuda her yönüyle bir gücümüzün olduğunu hem bu işgal politikalarına karşı durabilecek, kendi topraklarımızı savunabilecek ve aynı zamanda kendi yaşadıkları topraklarda diğer halklarla beraber özgür eşit bir şekilde yaşama iradesini ortaya koyabilecek bir düşünceyi, aklın ferasetin sahibi bir halk gerçekliği söz konusu. Bu bizim en büyük zenginliğimiz, esas almamız gereken bir yönüyle cevherimiz.
Bugün en büyük tehlikelerden biri, KDP’nin Türkiye’nin yayılmacı ve işgal politikasına karşı birlikte hareket etmesi. Bu Kürtlerin 100 yıllık geleceğini tamamıyla bertaraf edebilecek, ipotek altına alabilecek, tekrardan Kürtleri bir 100 yıl daha soykırım kıskacına alabilecek bir riski içerisinde barındırıyor. Bu zihniyetten, yanlış ve hatadan mutlak bir suretle uzaklaşmak, Kürt halkının özgür geleceğinin zeminine doğru gelmek gerekir.
MA / Özgür Paksoy – Gökhan Altay
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar.