YORUM | MAHMUT AKPINAR
Hayatının başında olan ve kendisine bir gelecek kurmayı planlayan başarılı ve eğitimli gençler giderek artan oranda yurt dışına çıkmayı ve hayatına Türkiye dışında devam etmeyi düşünüyor. Ülkede var olan yaygın eşitsizlik, liyakatsizlik, hukuksuzluk, demokrasi yokluğu, iş imkanlarının yetersizliği, ülkenin iyi yönde değişeceğine dair inancı yitirme, kısır politik çekişmeler, özgür ve insanca yaşama imkanlarının kalmaması bunun sebepleri arasında sayılabilir.
Münhasıran dil bilen ve ülkenin beyin takımını oluşturacak öğrencileri toplayan Bilkent, ODTÜ, Boğaziçi, Koç gibi üniversitelerin mezunları çok iyi ücretlerle iş teklifleri alsalar dahi Türkiye’de kalmak istemiyorlar. Zira onlar için özgürlük kazançtan önce geliyor. Çok kazansalar dahi huzurlu bir yaşama sahip olamayacaklarını düşünüp kendilerini dışarıya atmanın yollarını arıyorlar. Dolayısıyla ülkenin imkanlarıyla eğitim alan, ülkeye katkı sunmak isteyen nitelikli beyinler ilk fırsatta bir demokratik ülkeye gitmeyi düşünüyor. Zira üreten, düşünen, okuyan, yazan, hayalleri olan insanlar için Türkiye cezaevine dönüşmüş durumda. Özgür ruhlar bu ülkede kendisini kapana kısılmış hissediyor ve bunalıyor. Siyasetin kirli atmosferi, yolsuzluk, yozlaşma, nefret, ayrışma, tahammülsüzlük dürüst, vicdanlı ve başarılı insanları boğuyor.
Benzer durum para ve sermaye için de geçerli. Sermayesi olan AKP’liler dahil, imkanlarını güvenli bir ülkeye çıkarmanın yollarını arıyorlar. Zira mala çökme, el koyma konusunda artık AKP’lilerin de garantisi yok. Dün muteber, güçlü iktidar yanlısı kişiler bir anda suçlu, kaçak hale gelebiliyor. Erdoğan için kirli işlere girişenler, iktidarın kılıcını kuşanıp caka satanlar dahi (Sedat Peker, Sezgin Baran Korkmaz, Özışık kardeşler vb.) canını yurt dışına zor atıyor. Ülkede zaten üretim yapan sanayici filan kalmadı. Zira fikir üretmek de mal, marka üretmek cezalandırılıyor. Fikir üretirsen kendini hapiste buluyorsun, mal marka üretirsen senden daha güçlü birileri gelip malına ve emeğine çöküyor.
Her şeyin Erdoğan ve etrafındaki sayılı haramiden ibaret hale geldiği Türkiye’de ne ekonomi kaldı, ne hukuk, ne devlet ciddiyeti. Başarılı, nitelikli her kişi, iyi, kaliteli her firma bu kirli ve boğucu ortamdan kaçma arayışında. Bir yüzükle “Harun olacağız!” diye yola çıkan Erdoğan ve arkadaşları dünyanın en zenginleri arasına girdiler. Milli Görüş’çülerin, İslamcıların hukuk, demokrasi, adalet getirme iddiasıyla kurduğu AKP rejimi kendileri dahil herkes için tam bir hayal kırıklığına dönüştü. Artık bunların gölgesinde ot bile yetişmiyor. AKP’liler dahi kendisini ve parasını güvende hissetmiyor. Şimdilerde onlar da fellik fellik paralarını çıkaracakları, canlarını güvende hissedecekleri ülke arıyorlar. Erdoğan ve ailesinin dahi kaçmak için alternatif aradığını düşünüyorum.
Ülkeyi terk etmek için çabalayanlar sadece hayatının başlarında olan gençler değil. Emekli olmuş veya emekliliğine yakın 50’lerinde pek çok insan tanıyorum yol arayan. Ciddi bir sıkıntısı olmadığı, bir davası olmadığı halde “Türkiye’den nasıl çıkarım, nereye giderim?” diye beni arayıp istişare eden bir ayda 5-6 insanla görüştüm. Hepsi 50’li yaşlarda ve eğitimli, kariyer sahibi kimseler. Uzunca süre “İşler yoluna girecek, ülke düzelecek!” diye beklediler, ama gün geçtikçe şartların kötüleştiğini gördüler. Şimdilerde “burası umutsuz vak’a” deyip onca zorluğa, belirsizliğe rağmen özgürlüğün, demokrasinin, hukukun olduğu bir ülkeye geçmek istiyorlar. Bana da “Nasıl yaparım? Oralar nasıl?” diye soruyorlar.
Bunlar arasında en can yakıcı olanı 55 yaşlarında emekli olmuş, kalp, şeker, tansiyon gibi türlü hastalıkları olan, yıllarca MEB’de öğretmenlik, idarecilik yapmış, hizmetlerinden dolayı ödüller almış H. Bey oldu.
Bu düşüncelerini paylaşınca yeni bir maceraya girmemesi için, yurt dışına çıkmanın ve yeni bir hayata adapte olmanın zorluklarından bahsettim. “Emekli olmuşsun, türlü hastalıkların var. Bir şekilde adli süreçlerin bitmiş. Bu yaştan sonra karşılaşacağın zorluklarla baş edebilcek misin? Biraz duygularını bastır, gördüklerine, duyduklarına gözlerini yum ve memleketinde yaşamaya bak!” dedim.
Cevaben, “Hocam ben bu ülkeden yıldım” dedi. Sonra da açıkladı:
“Şehrimizde herkes beni tanır ve bilir. Bu insanların çocuklarının daha iyi eğitim alması için kendimi ve ailemi ihmal ettim. Ama 50 yaşını aşmış benim gibi bir eğitimcinin evini onlarca polisle ‘terörist’ diye bastılar. Bir eğitimciye, öğretmene yapılmayacak aşağılamalara, hakaretlere maruz kaldım. Eşim dostum selamı sabahı kesti, insanlar beni görünce yolunu değiştiriyor. Çocuklarım, belki torunlarım yıllarca bu ülkede fişlenmiş, etiketlenmiş olarak yaşamak zorunda kalacak ve türlü zorluklarla karşılaşacaklar. Benim yaşadıklarımı çocuklarım, torunların görmesin, yaşamasın istiyorum. Bu ülkede her 10-15 yılda bir travmalara maruz kaldık, ağır süreçler yaşadık. 1980 darbesini yaşadım. 28 Şubat sürecini yaşadım ve son 6-7 yıldır çektiklerimiz ortada. Şu anda emekliyim, kimseye muhtaç değilim ama özgür değilim, rahat değilim, huzurlu değilim. Ben artık ömrümün geri kalanını huzur içinde yaşamak istiyorum. Beş on yıl sonra bir travmaya daha maruz kalmak istemiyorum.”
Türkiye’nin kaderine çökmüş bir avuç harami ülkeyi sadece gençlere yaşanmaz kılmadılar. Torun sevecek, hatırat yazacak yaşta emeklileri dahi hayattan, ülkeden soğuttular. Ömrünün son çeyreğini yaşayan yurt dışındaki pek çok insan ülke hasretiyle kavrulurken, sadece cenazesi ülkeye girebilirken, Türkiye’de olanlar da ahir ömrünü daha huzurlu bir ülkede geçirmenin yollarını arıyor. Çünkü “Adil Düzen” diye iktidara gelenler adaletin, hukukun, özgürlüklerin son kırıntılarını da yok ettiler.
Ülkede hukuk ve demokrasinin olduğu, liyakate ve adalete dayalı insanca bir düzen kuramadığımız sürece genci, yaşlısı, kadını, erkeği, zengini fakiri, Kürdü Türkü, dindarı seküleri huzursuz ve mutsuz olmaya devam edecek! Bu zulüm düzeninin de öncekiler gibi devrilip gideceğinden hiç kuşku duymadım. Ama sonrasına dair yaşanabilir bir dünya kurmak için yeterli enerjimiz, irademiz, isteğimiz var mı emin değilim.
Kaynak: Tr724