YORUM | UĞUR TEZCAN
Bu yazının çerçevesinin daha iyi anlaşılabilmesi için daha evvel yazdığım “Bir Konuşsan Türkiye Yıkılır” başlıklı iki yazının, link 1 ve link 2, öncelikli olarak okunmalarında fayda var.
O iki yazıda özetle şu noktaya işaret etmiştim:
“Hastalıklı bir siyaset ve devlet yönetimi anlayışının hâkim olduğu toplumlarda eski ve yeni devlet ricalinden, bürokratlardan; hatta ayak takımı tabir edilen daha alt düzeyde bazı insanlardan bu tür ifadelerin duyuluyor olması gayet normal bir gelişme olarak kabul edilmeli. Mahiyeti itibarıyla bu bir kanunsuzluk, keyfilik, yozlaşma, hastalık ve verimsizlik, suç ortaklığı veya suç örtme göstergesidir. Devlet bünyesinde gelişmeye yüz tutmuş bilumum hastalıkların ve parazitlerin varlığına da bir ayinedir. Aynı durum; ülkenin mafyatik ve yasak ilişkiler düzlemine çoktan eğrilmiş olduğuna bir nevi işarettir ve o yönde akıp giden çıkar ve ilişki ağları, muhtemelen tüm bünyeyi çoktan sarıp sarmalamış demektir.”
Beni o iki yazıyı yazmaya teşvik eden hadiseler eski AKP’li Bülent Arınç ve Ahmet Davutoğlu üzerinden yaşanan bazı söylem ve gelişmelerdi. Türkiye siyaset-politiğinde mevcut olan birtakım hastalıklara ve kısır döngülere işaret ediyordu her iki yazı da.
Geldiğimiz noktada şimdilerde bir mafya lideri olan Sedat Peker üzerinden ilginç gelişmeler yaşanıyor. Birçok insan büyük bir iştahla ve beklenti ile Peker’in ‘ifşaat’ videoları yayınlamasını veya Twitter mesajı atmasını bekliyorlar. Onun yayınladığı ‘konuşurum’ tandanslı videolar ve mesajlar bana bu iki yazıda değindiğim bazı hususları hatırlattı. Türkiye siyasetini ve sosyolojisini esir almış olan çirkef ilişki ağları, hukuksuzluk ve mafyalaşma Peker videoları ile bir kez daha koku vermeye başladı. Bazı insanlar çıkıp Peker ifşaatları karşısında ‘Türkiye mafya olmuş!’ tepkisi veriyorlar. Oysa ben uzun zamandır AKP’nin artık bir mafya örgütlenmesi olduğunu yazıyordum. Bazılarının tabiri ile Peker videoları gerçekten bir ‘lağım patlaması’ mı, yoksa benim o yazılarda işaret ettiğim gibi yine belli pazarlıklar veya güç devşirmeler yaşanıp sonra üzerleri örtülüp geçilecek cinsten mi bunu zaman gösterecek.
Malumunuz Peker kaçmış olduğu Birleşik Arap Emirliklerinden yaptığı dokuz video yayınında içlerinde AKP’li bakan Süleyman Soylu ve Soylu’ya yakın birkaç isim olan Korkmaz Karaca, Veyis Ateş, gazeteci Özışık kardeşler ve Binali Yıldırım’ın oğlu gibi isimler üzerinden bazı iddialarda bulundu. Bizlerin kaç yıldır yazdığımız kirli ilişkiler ve menfaat-çıkar endeksli organize suçlar hakkında (şimdilik sadece) bu isimler etrafında dönen açıklamalarda bulundu. Beyanlar AK Partili kesimleri hedef aldığı için anlattıkları geniş bir kesimde rağbet gördü. Ama bu ilginin nitelik yönüyle pek bir kıymeti yok. Zira Türkiye insanı böyle gelişmeleri dedikodu dinleme merakı içinde takip ediyor çoğunlukla. Hatta buna bir ‘dizi film izleme’ modu da diyebilirsiniz. Yarın Peker susturulsa hiçbiri çıkıp da sokaklarda ‘Peker’e ne oldu’ diye sormaz, ‘dizi film’ yarıda kaldığı için ‘ne güzel izliyorduk’ havasında sessizliğe bürünür!
Türkiye’de devlet sistemi iyice felç olduğu ve adalet sistemini harekete geçirecek tepkilere dayalı bir refleks gelişmediği için her şey boşlukta kalıyor. Muhalefet partileri bile göstermelik tepkiler dışında bir eylem geliştir(e)miyorlar bu tarz ifşaatlar karşısında. Peker üzerinden de aynı silik performansı izliyoruz.
Yukarıda bahsettiğim “Bir konuşsam Türkiye yıkılır!” başlıklı iki yazıyı okuyanlar, bu tavırlar karşısında hiç şaşırmadığımı ve Sedat Peker’in beyanatları üzerinden hiçbir beklentiye girmediğimi iyice anlamışlardır. Daha ilk videosundan itibaren belki bazı şeyleri açıklayabileceğini; ama belli bir sınırın ötesine de geçmeyeceğini biliyordum. Nitekim gelişmeler şimdilik bu beklentiyi doğruluyor. Süleyman Soylu, Soylu’ya yakın birkaç isim, birkaç gazeteci ve iş adamı dışında asıl önemli olan konulara hiç girmedi Peker. Mesela, çok merak edilen Erdoğan ve diğer üst düzey AKP’lilerin yolsuzluk ve rüşvet çarklarına, 15 Temmuz’un gerçek yüzüne dair hiçbir şey anlatmadı. Oysa tüm bunlara çok yakın bir isim Peker. Bir şeyler bilmemesi imkânsız. Bir videosunda imada bulunduğu İran ile ilgili olduğu düşünülen konulara hiç girmedi. Sınırları çizilmiş bir alanda top koşturuyor şimdilik. O alan dışına ise sadece ufak imalar yaparak geçiştiriyor. Kendisine belirlediği veya kendisine çizilmiş olması pek muhtemel olan bazı kırmızı çizgilerin dışına sarkmamak için gayret gösterdiği aşikâr. “Tayyip abi” şeklindeki hitapların altında yatan psikolojik gösterge bile o yönde.
Buna rağmen hakkını da yememek lazım. Daha önceki yazılarıma temel teşkil eden Türkiye realitesinin ötesine geçti Peker şimdiden, sınırlı bir alanda kalsa dahi. Mesela, yolsuzluk ve eroin ticaretine dair Venezüella göndermeleri yapması ve eski Başbakan Binali Yıldırım’ın oğlunun ismini referans vermesi önemliydi tabi. Ayrıca ben bu yazıyı yazmak üzere iken Baykal’a kaset komplosu kuran kişinin Erdoğan çevresine çok yakın bir isim olan Korkmaz Karaca olduğunu söylemesi de ilginçti.
Dediğim gibi, Peker’in belli pazarlıkların bir parçası olarak belli bir odağın amaçlarına hizmet etmek amacıyla ön plana çıkmış veya çıkarılmış olması ihtimali hala geçerli. Özellikle başta CHP olmak üzere muhalefet partileri açıklamalar karşısında, kendilerinden beklediğim gibi, sönük ve cılız tepkiler veriyorlar. Normal bir ülkede hiçbir muhalefet bu tarz açıklamaları es geçmez ve bu tarz siyasi manevra fırsatlarını kaçırmaz. Adalet sistemini göreve çağırarak, ifşaatları meclis gündemine taşıyarak ve taraftarlarını sokaklara dökerek eylemler yapar, söylemler geliştirir. Kamuoyunu yönlendirmeye, etkilemeye ve psikolojik üstünlüğü ele geçirmeye çalışır.
Gelin bir iki tepki şekline bakalım: CHP lideri Kılıçdaroğlu, başka bir CHP’li isim ve ulusalcı gazeteci Uğur Dündar gibi isimler çıkıp “ortalıkta savcı yok mu?”, “savcılara son çağrım!” şeklinde “dostlar alışverişte görsün” tarzında cılız ve samimiyetsiz tepkiler verdiler. Meclise ve hukuka taşınan bir iddia henüz olmadı diye biliyorum. Peker ciddi yolsuzluk suçlarından bahsettiği halde CHP muhalefetinin çıkıp, Peker’in; “seçimlerde halka dağıtılan kahveleri ben verdim” açıklamasına takılması ve “halka haram kahve içirenlerden hesap soracağız” şeklinde saçma sapan ve amaçsız bir tepki vermesi son derece şüphe uyandırıcı idi. CHP muhalefeti an itibarıyla hala bu cümledeki efelenmenin ötesinde somut bir eylem ve hareket planı geliştiremedi de uygulayamadı da.
Bu ifadeler karşısında hemen “ama Erdoğan tüm yargıyı ele geçirdi muhalefet ne yapsın” diyenler çıkacağını biliyorum. Buna rağmen bu görüşlerimde ısrar ediyorum. Ülkede gerçek bir muhalefet olsaydı, yapabileceği her şeyi yine de dener ve bu kaçmaz fırsatı siyasi bir kazanıma dönüştürmek isterdi, hele de Erdoğan gibi güçlü ve ikonik bir rakip karşısında.
Tüm bu çekingen tavırlara bakıldığında, muhalefetin Ergenekon derin yapılanması ile olan organik bağları dikkate alındığında ve Peker’in sınırları çizilmiş dar hedef güdümlü açıklamalarına dikkat edildiğinde, Peker’in belli kesimlerle bağlantılı olarak hareket ettiğini ve arka planlarda birtakım güç çekişmeleri ve pazarlıklar yaşandığını; nokta atışlar yapmaya çalışıldığını, akabinde fırtına dindiğinde, yani pazarlıklar yapılıp yeni roller dağıtıldığında, ortamın tekrar sessizliğe ve (hukuki) eylemsizliğe bürüneceğini bekleyebiliriz.
Bakalım Peker olayı bir dönüm noktası olabilecek mi yoksa benim bu üç yazı ile işaret ettiğim Türkiye gerçeği ve kısırdöngüsü devam edecek mi? Hep birlikte izleyip göreceğiz!
Peki Türkiye bu kısırdöngüden nasıl kurtulabilir derseniz o konuyu da başka bir yazıda ele almak umuduyla.
Kaynak: Tr724