HABER ANALİZ | HASAN CÜCÜK
Danimarka’nın futbol haritasında yerini alması Euro 92 ile gerçekleşti. Turnuvanın başlamasına sayılı günler kala Yugoslavya’nın yerine katılan Danimarka tarihi başarıya imza atmıştı. Plajdan toplanan milli takım şampiyon olurken kupa Lars Olsen’in ellerinde yükselmişti. Hani Trabzonspor’un beğenmeyip gönderdiği Lars Olsen. Danimarkalı oyuncuların saha içi başarısı kadar, saha dışındaki davranışları da profesyonelceydi.
Danimarka Milli Takımı’nı 1995 yılından itibaren yakından takip etmeye başladım. Jes Högh’ün Fenerbahçe’ye transfer olmasıyla benim de milli takım serüvenim başladı. Federasyonla kurduğum yakın diyalog ve milli takımla ilgili yaptığım haberlerden dolayı Zaman’ın basın tribününde yeri garanti olmuştu. Şöyle ifade edeyim, sadece 3 yabancı gazetecinin yeri garantiydi. Bunlardan biriydim.
Milli takım kampına gelen Högh’le röportaj yapmak için çoğu zaman zorlanırdım. Gerekçesi basitti: “Önce milli takım.” Konsantrasyon kaybı yaşamamak için milli maçtan önce, kulüp futboluna değinmezdi. “Maçtan sonra görüşelim” sözünde ise her zaman dururdu.
Danimarka’nın rakiplerinden Türkiye’de top oynayan oyuncular da radarımda olurdu. Hiç unutmadığım anlardan biri de o dönemde Fenerbahçe formasını giyen Moshoeu ile yaptığım röportaj olmuştu. Maç 28 Nisan 1999’da dondurucu bir soğuğun ortasında oynanmıştı. Maçtan sonra beklediğime değmiş Moshoeu ile görüşmeyi başarmıştım. Sezon sonunda Fenerbahçe’den ayrılacağını açıklaması, manşetlikti. Hemen telefonla haberi yazdırdım. Ertesi gün tüm gazetelere gündem olmuştu. Moshoeu ise beni yalanlama yolunu seçecekti. Oysa yazdıklarım kelimesi kelimesine doğruydu. Hem de yanımda başka bir Türk meslektaşım daha vardı. İkimizin de hatası ses kaydı almamaktı!
Danimarka Milli Takımı maçlarını takip ettiğim dönemde A Milli Takım’ın Finlandiya kampında da bulunmuştum. Euro 96 öncesi Finlandiya’da kamp yapan millilerle bir hafta birlikte kalmıştım. İki milli takım oyuncularını kıyas imkanım olmuştu. Danimarkalılar ne kadar profesyonelse, Türkler bir o kadar kibirliydi. Elbette hepsi değil. Oğuz Çetin, Hakan Şükür ve Ertuğrul Sağlam gibi beyefendiler de vardı. Bir de Televoleciler vardı. Maalesef bunların sayısı oldukça fazlaydı. Röportaj yaparken ciddiyetten uzak, laubali cevaplar hafızamda kaldı.
Danimarka futbolunun iki efsanesi Michael Laudrup ve Peter Schmeichel’i yakından tanıdım. Saha içinde oldukça hırçın olan Schmeichel, son derece mütevazı, sorulara ciddiyetle cevap veren bir oyuncuydu. Michael Laudrup tam bir beyefendiydi. Saha içinde de zaten öyleydi. Bir görüşmemizde, “En çok faule maruz kalan oyuncusun ama hiç kızmıyorsun, neden?” soruma “Faulün cezasını hakem veriyor, benim işim değil” cevabını verecekti. Rivaldo’nun 2002 Dünya Kupası Türkiye maçında yaptığı ‘artistliğe’ ve Raul’un eliyle gol atmasına en sert tepkiyi Michael Laudrup verecekti. “Bu oyuncuları rol model alan yüzbinlerce genç var. Bu kadar sorumsuzluk olmaz,” diyen Laudrup, yıldızlık dersi verdi.
Sadece Laudrup ve Schmeichel mı? Kesinlikle hayır. Tüm milli takım oyuncuları karakter yönünden on numaraydı. İstisnası olanlar yok muydu? Bir iki isim vardı elbette. Biri Niclas Bendtner diğeri Thomas Gravesen’di. Maalesef her ikisi de profesyonelce olmamanın bedelini erken yaşta futboldan koparak ödediler. Oysa her ikisi de gayet yetenekliydi.
Christian Eriksen’in Finlandiya karşısında yaşadığı talihsiz olay sonrası Danimarkalı oyuncular bir kez daha profesyonellik ve insanlık dersi verdi. Özellikle kaptan Simon Kjaer. Önce Eriksen’e yardım edip, dilinin boğazına kaçmasını engelledi. Sağlık ekibi gelince, saha kenarına inen Eriksen’in eşinin yanına gelip teselli etti. Sahada darmadağın olan arkadaşlarını toparladı. UEFA maçın devam kararını verince, arkadaşlarıyla yeniden sahaya çıktı. Eriksen’in durumuna en yakından şahitlik eden isim olarak, maça konsantre olamadı. 90 dakikayı tamamlamadan oyundan kendi isteğiyle çıktı. Skorun ne önemi vardı. Eriksen yaşıyordu ya!
Danimarkalı oyuncular profesyonel ve karakterli olmanın karşılığını Avrupa’nın önde gelen kulüplerinde top koşturarak alıyor. Oyun disiplinini elden bırakmadan en önemlisi şımarmadan mesleklerini icra ediyorlar. Umarım, Türk oyuncular Danimarkalı meslektaşlarından profesyonellik öğrenir. Umutsuz değilim. Avrupa’da oynayan oyuncuların milli takımın iskeletini oluşturması, ümidimi arttırıyor.