Henry David Thoreau enteresan bir filozoftu. Kalkınmayı fetiş haline getirmenin insan fıtratında onulmaz yaralar açacağına inanıyordu ve şöyle diyordu: “Bir insanın işlerini görmesine engel olacak bir derdi varsa, hatta karnı bile ağrıyorsa, bunun için dünyaya yeni bir düzen verilmesi gerektiğine inanır.”
Eric Hoffer, yıllar sonra kaleme aldığı Kesin İnançlılar’da buradan yola çıkarak motive olunan hayali ikbal kurgusunun insanları ne tür bir şarampole yuvarlayacağını anlattı. Sahip olduğu gücü abartan gelecek motivasyonunun tehlikeli sapaklarına işaret edip durdu. Şurası o kitaptan: “Bir ülkeye veya dünyaya yeni düzen vermek isteyenler, bunu hoşnutsuzluğu körüklemek veya hedeflenen değişikliğin doğru ve yararlı olduğunu göstermek veya halkı yeni bir hayata zorlamak yoluyla başaramazlar. Bunu başarmak için geleceğe ait büyük umutların nasıl alevlendirileceğini ve alevin nasıl körükleneceğini bilmeleri gerekir. Ortaya atılan umudun şekli önemli değildir. Bu; ahiretteki Cennet olabildiği gibi, dünya cenneti, yağmacılık, hesapsız servet, efsanevi başarı veya dünya egemenliği olabilir…”
Ülkemizde yaşanan son birkaç yıllık gelişmeleri, akıl dışı, iz’an sınırlarını zorlayan vakaları bu mercekle okuduğumuzda üretilen algı üzerine inşa edilen çıkış yolları bize enteresan bir tablo sunuyor.
Bir tür panik butonu işlevselliğiyle neredeyse artık günde beş-on kez rastladığımız komediyi de bu cümleden ele almak gerekiyor sanırım.
Pek çoğu acı ve ıstırap içeren, belki tamiri ve telifi mümkün olmayan hadiseler karşısında sorumluların artık iki cümle ile işin içinden ellerini çırparak sıyrılmalarını sağlayan bir yöntem var artık: fütöye bağlama butonu.
Sadece kendi yeni nizamlarını inşa etmek isteyenlerin değil, bu düzeni çok da umursamayan ama imkân ve fırsatlarından istifade etmek isteyenlerin de işine yarayan bir düğme bu.
Öylesine randımanlı çalışıyor ve işe yarıyor ki, yaşanan hiçbir saçmalıktan sorumlu olmadığınız gibi, bir anda mağdur ve haklı pozisyona da geçebiliyorsunuz.
Kimileri tarafından neredeyse asrın icadı sayılıyor bu buton. Çok kullanışlı anlayacağınız. İster iktidar imkânlarından nemalanan işadamı olun, ister ailecek yandaşlıktan ekmek yiyen medyacı, ister sanatçı, ister siyasetçi yahut din adamı. Hiç fark etmiyor. Kendinizle çelişmek, dün söylediğinizi bugün inkâr etmek, sağlam dönüşler, fikir tutarsızlıkları filan hiç önemli değil. İster size kesilen bir trafik cezası sonrası, ister düşürülen uçak akabinde sıkıştığınız anda hemen basıveriyorsunuz bu butona ve bir anda mağdur, hatta haklı olup hesap veren değil soran pozisyonuna zıplıyorsunuz. Akıl, mantık, iz’an, insaf, vicdan aranmadığı için acayip de kolay oluyor üstüne üstlük.
Arabanızdan oto teybi çalındığı anda da kullanabilirsiniz, herhangi bir vergi borcunuzu silmek istediğinizde de, saçma sapan şeyler söyleyip, insanların sizi kınamaya başladığını fark ettiğiniz anda da.
Genelde yandaş kitle tarafından kabul görüp, “Ha o zaman başka!” içerikli desteği anında alıyorsunuz.
Hoffer, bu çözümün suçluluk hissine de iyi geldiğini sayfalar boyunca anlatıyor. Ve bu sistemin kurulması durumunda kitlelerin kolay kolay bu durumdan vazgeçmeyeceğinin de altını çiziyor. Ve bir noktadan sonra bu ihtiraslı tabi olmanın, bağlanılan amacın dahi önüne geçtiğini söylüyor.
Ülkenin neredeyse her alanına yerleştirilen ‘F Butonu’yla oluşturulan illüzyonun toplumu daha ne kadar oyalayabileceğini bilmiyorum ama gelecek neslin günümüzü okuduğunda acı ile gülünecek epey malzeme bulacağı kesin.
Çok fazla eleştiri alırsam, bu yazıyı da bana fedoncuların yazdırdığını söylerim, ona göre!
M. Nedim Hazar / TR724