HABER YORUM | MUHSİN AHMET KARABAY
İktidar tarafından halka yaşatılanlar öyle ağır hale geldi ki, bir insanın ve aynı zamanda bir toplumun en önemli dayanağı olan umut kaybedilmeye başlandı. Son 10 yılda bu toplumun başına örülmek istenen çoraba rağmen, bu halk zamanı geldiğinde değişim ve dönüşüm sağlanacak.
Gelin sizinle üç çeyrek asırlık bir zihin yolculuğuna çıkalım. Ne demek istediğimi daha iyi anlatacağımı düşünüyorum.
II. Dünya Savaşı sonrasında, dünya iki kutuplu olarak şekillenmeye başladı. Savaş döneminde ağır bedeller ödeyerek tarafsız kalan İsmet İnönü liderliğindeki Türkiye, savaş sonrasında tercihini bir taraftan yana yapmak zorunda kaldı.
Sovyetler Birliği’nin Boğazlardan hak talep etmesi ve Kars, Ardahan’ın kendisinin olduğunu öne sürüp toprak talep etmesi ile Türkiye kendini bir şekilde Batı’nın kollarında buldu. Artık Türkiye, ABD öncülüğündeki Batı’nın bir parçası olmak zorundaydı. Batı bloğunda yer almanın olmazsa olmaz şartlarından birisi de çok partili sistemdi.
İnönü, öncülüğündeki Türkiye’de çok partili hayata izin verildi. 21 Temmuz 1946’da seçime gidildi. CHP, toplumda esen muhalif rüzgârı gördü ve seçimleri garanti altına almak istedi. Oy verme işlemi açık, sayım ise gizli yapıldı. Bu yöntemle Celal Bayar ve Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti’nin elinden seçim bir şekilde çalınmış oldu.
14 MAYIS 1950 SEÇİMLERİ İLE GELEN BEYAZ DEVRİM
İnönü, rüzgârın fırtınaya dönmesini engellemek için bu arada, DP’nin yapmayı vaat ettiği önemli bazı değişiklikleri hayata geçirmeye girişti. Buna rağmen sandık 14 Mayıs 1950’de halkın önüne konulduğunda tarihe “Beyaz Devrim” olarak geçen bir sonuç ortaya çıktı.
1946 seçimlerinde CHP 397, DP 61 (DP listesinden giren bağımsızlar da sayıldığında 65) milletvekili alırken 4 yıl sonra tablo tersine çevrildi. Bu kez DP 416, CHP 69 milletvekili kazandı.
Başlarda Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu değişim ve dönüşümlere imza atan Bayar-Menderes ikilisi, 1957 seçimlerinden itibaren tıpkı selefi CHP’nin geçmişte yaptığını yapmaya başladı. Demokrasiden uzaklaşıp ülkeyi tek parti kafası ile yönetmeye başladı. Muhalefeti sindirmeye yönelik geçmişte yapılan hangi yanlış varsa aynısını, bazı alanlarda daha fazlasını hayata geçirmeye girişti. Kurulan Tahkikat Komisyonları, Meclis’in üzerinde yetkilerle donatılmış gibi hareket etti.
27 Mayıs 1960’ta “darbenin muktedir Albayı” Alparslan Türkeş’in radyolardan duyurduğu askeri darbe olmasaydı, yapılacak bir seçimde DP’nin işi hiç de kolay görünmüyordu. Ancak, askeri darbenin yarattığı kaotik ortam ve ortaya çıkardığı mağduriyetlerle yapılan ilk demokratik seçimlerde Adalet Partisi’nin önü açılmış oldu.
ÖZAL’A EN GÜÇLÜ OLDUĞUNU SANDIĞI SIRADA GELEN DARBE
Bundan sonrasını bu kadar detaylı anlatmayacağım. Ara dönemler oldu, darbeler oldu. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra sandık halkın önüne 6 Kasım 1983’te konulduğunda halk, askeri cuntanın bir anlamda kendisine dikte ettirmeye çalıştığı Turgut Sunalp liderliğindeki Milliyetçi Demokrat Partisi’ni (MDP) değil, hiç iddiası yokmuş gibi görünen Turgut Özal’ın partisi Anavatan Partisi’ni (ANAP) tek başına iktidara getirdi.
İlk dönem, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu ve farklı sebeplerden dolayı ihmal edilmiş veya yapılmak istenmemiş çok önemli dönüşümleri hayata geçiren ANAP, kendini daha önce CHP ve DP’nin düştüğü hatalar çukurunun içinde bulmaya başladı. Halk, 1991 genel seçimlerini beklemek yerine iktidara dersini 26 Mart 1989’da yapılan yerel seçimlerde verdi. ANAP, başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere üç büyük il pek çok merkezde seçimi ana muhalefet partisi konumundaki Sosyaldemokrat Halkçı Parti’ye (SHP) kaptırdı. Türkiye’ye pek çok şey kazandırması ile bilinen Turgut Özal’ın partisi ölümcül darbe yedi.
Sonraki yıllarda ülkede farklı gelişmeler oldu. Anasol-D iktidarı diye bilinen ANAP, DSP ve MHP’nin oluşturduğu koalisyon ülkeyi bir cendereye soktu. 28 Şubat bataklığında bocalayan Türkiye, bir de 21 Şubat krizi olarak anılan 2001 ekonomik krizini yaşadı. Ülkenin önüne sandık konulduğunda halk bu kez iktidarda olan üç parti ile birlikte ana muhalefet partisi konumundaki DYP’yi de barajın altına itti. AK Parti’yi iktidara getirdi.
AK Parti, ilk yıllarında tıpkı geçmişte DP ve sonraki yıllarda ANAP’ın yaptığı gibi ülkenin ihtiyaç duyduğu reformları hayata geçirdi. Avrupa Birliği ve demokratikleşme yolunda atılan adımlar, topluma nefes aldırdı. Ne var ki 12 Haziran 2011 seçimlerinden sonra AK Parti ve onun başındaki isim olan Recep Tayyip Erdoğan, seleflerinin yaptığı yanlışların aynısını yapmaya başladı. Dahası, kendisini o kadar güçlü görmeye başladı ki Türkiye’ye kendisi ve ailesininmiş gibi muamele etme yoluna koyuldu.
Erdoğan, 31 Mayıs 2013’te Gezi Olayları olarak tarihe geçen olaylarda toplumun vermek istediği mesajı almak yerine katmerli tek adam dönemine giriş yaptı. 17-25 Aralık’ta su yüzüne çıkarılan rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarını kendisine yönelik darbe girişimi olarak sunmaya kalktı. Demokratikleşme yolunda atılan adımlar ve ekonomide sağlanan nispeten güçlü altyapı sayesinde, bir de muhalefetin güven vermemesi ile halk yapılanları, “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” diye yorumlamayı seçti.
7 HAZİRAN SEÇİMLERİNİ UNUTMAYACAKLAR
Sonrasında halkın önüne sandık 7 Haziran 2015’te konulduğunda iktidar partisini hayal kırıklığına uğratan bir sonuç ortaya çıktı. AK Parti, tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğu kaybetti. Sandıkta tabloyu gören iktidar bu kez halkın önüne iki korku birden koydu. Can ve mal korkusu. Terörle can kaybı korkusu körüklendi, borç içindeki halka ikinci korku da “elindeki her şeyi kaybedersin” korkusu yaşatıldı.
1 Kasım 2015 seçimlerinde halk bu iki korku ile iktidara bir şans daha tanıdı. Tek adamlık koltuğunda kendisini devlet olarak görenler, içine sürüklendikleri rüşvet ve yolsuzluk bataklığından arınma yoluna gidemezdi. Her alanda ipleri daha sıkı tutmaya başladı. Sandık 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde sandık önüne konulduğunda halk, iktidara 1989 yerel seçimlerindekine benzer bir tarzda iktidara dirsek gösterdi.
AK Parti Bursa hariç, 15 büyük ilde yerel iktidarı kaybetti. Muhalefet partilerine geçen yönetimler “topal ördeğe” dönüştürülmeye çalıştırıldı. İstanbul’da bir hile ile 13 bin oy farkı yok sayıldı ve seçimleri yenilediler. Halk bu kez oy farkını 13 binden 800 bine çıkardı.
Meramımı anlatmak için örneklemeleri çok uzattım.
İşte yaşanan bu olaylardan dolayı halka güveni hiç kaybetmemek gerekiyor. Halk, doğru zamanda, doğru ayarı veriyor. Bıkmadan, usanmadan ve hepsinden önemli doğru dille halka yaşananları anlatmak gerekiyor.
Hiç yapılmaması gereken ise umudu yitirmemek ve halka küsmemek. Her şey umudu yitirmemek ve halka küsmemekten geçiyor. “Kazanamayız, kazansak da vermezler” sözü ise hiç akla getirilmeyecek temelsiz bir ifade.