SANAT | M. NEDİM HAZAR
Pablo Picasso, sanat ve bu dönemde meydana gelen sanat hareketleri açısından muhtemelen 20. yüzyılın en önemli figürüdür. İspanyol doğumlu sanatçı, sanatsal üretim için en belirgin stil ve gözle modern sanatın en tanınmış ismi haline gelmiştir.
Picasso’dan önce sanat dünyasını bu kadar etkileyen, onun kadar hayran ve eleştirmen kitlesi olan başka bir sanatçı olmamıştı.
1881 doğumlu olan sanatçı yetişkin yaşamının çoğunu Fransa’da geçirdi.
Kariyeri boyunca 20 binden fazla resim, çizim, heykel, seramik, kostüm ve tiyatro seti gibi diğer eserler üretti. Yirminci yüzyılın en etkili ve ünlü sanatçılarından biri olarak evrensel olarak tanınmaktadır.
Sanatçı yenilikçi olarak Georges Braque ile birlikte tüm Kübist hareketin kurucularındandır.
Kübizm, çağdaş mimariyi, müziği ve edebiyatı eşzamanlı olarak etkilerken, Avrupa resim ve heykelinin çehresini sonsuza dek değiştiren avangart bir sanat hareketiydi.
Kübizm’de özneler ve nesneler parçalara ayrılarak soyut bir biçimde yeniden düzenlenir. Picasso ve Braque’ın Fransa’da Kübizm’in temellerini attıkları 1910-1920 arasındaki dönemde, etkileri o kadar geniş kapsamlıydı ki, diğer ülkelerde Fütürizm, Dada ve Konstrüktivizm gibi tarzlara ilham kaynağı olmuştu.
1901 yılı, Haziran ayının son günleri… Paris sokakları, henüz farkında olmasa da sanatta büyük dönüşümü doğuracak bir sergiyle hareketlenir. Resimden edebiyata, birçok sanat dalını etkileyecek olan ressam Picasso’nun ilk kişisel sergisiyle…
Pablo Ruiz Picasso tanıdığı kimsenin bulunmadığı ve dilini bilmediği halde kariyerinde yükselmek ve sergisini açabilmek için ülkesini terk eder ve Fransa’ya gider. Aslında, 19 yaşındaki Picasso yaklaşık bir yıl önce, çok yakın arkadaşı Carles Casagemas ile yaşamında ilk kez ülkesinden dışarıya çıkar ve Paris’te seyahat eder. Sanatçıların, sanat eserlerinin, eğlence merkezlerinin bulunduğu, şehrin en güzel manzarasının görüldüğü Montmartre’yi gezer ve burada sanatına devam etmeye karar verir. Ancak, ikinci gelişinde artık arkadaşı Casagemas onun yanında değildir. Çünkü birkaç ay önce Paris’te, kendisine sıktığı bir kurşunla yaşamına veda eder. Picasso, arkadaşının ölümüyle büyük yıkım yaşar ve üzüntüsünü ‘Casagemas in his Coffin’ ve ‘Evocation (The Burial of Casagemas)’ adlı tablolarına yansıtır. Duygularını her zaman tuvaline taşıyan genç ressam, depresyona girer ve yaşamın bir dönemini kapsayacak Mavi Dönem’ini başlatır. Mavi tonunun hakim olduğu karamsar tablolarını üretmeye başlar.
İdealleriyle başladığı ikinci yolculukta Picasso, nerede ve nasıl sergi açabileceğini bilmez haldedir ama kararlılıkla; sokaklarda, kafelerde, Louvre Müzesi, Universal Exhibition, Grand ve Petit Palais’te vakit geçirir. Sanatçının yolu çabucak açılır; kısa sürede kendisi gibi sanatçı arkadaşlar edinir ve kalacak yer bulur. Sergi açma umuduyla öyle yoğun çalışır ki; günde ortalama üç resim bitirir. Resimlerini genellikle çevresinde hayattan seçerek tasarlar; örneğin (yine Montmarte’de bulunan meşhur Moulin Rouge’da olduğu gibi) gittiği kulüplerdeki ‘Cancan’ dansı yapan kadınları resmeder. Yeni tanıştığı ressam arkadaşları; Edgar Degas, Henri Toulouse-Lautrec ve Paul Gauguin’in yorumuna göre Picasso tüm olup biteni aktarabilecek yetenektedir.
Tablolarında artık annesinin soyadı Picasso ismini kullanmaya başlayan sanatçı, çevresindeki ressamların yöneldiği modernist ve post-empresyonist akımlarını da kendi çalışmalarına ekler. Ancak asıl etkilendiği sanatçı Van Gogh olur. Hatta Van Gogh’un kulağını kesmesiyle ilgili resmi ve haberinin yayımlandığı gazete kupürünü heyecanla arşivine taşır ve onu uzun süre inceler. Picasso’nun 1902’de tamamladığı ‘Mother and Child’ adlı eseri de Van Gogh etkisinin belirgin örneklerindendir. Genç sanatçı aynı dönemde 25 yaşındaki şair Max Jacob ile tanışır. Jacob, Picasso’ya “Benim küçük oğlum” diye hitap eder ve onun koruyucusu gibi her zaman yanında yer alır. Çok vakit kaybetmeden Picasso’nun yükselişinde önemli yere sahip olacak adımı atar ve dönemin sanat simsarlarından olan Ambroise Vollard ile genç ressamı tanıştırır. Vollard, Van Gogh, Paul Cézanne, Georges Rouault gibi ünlü sanatçılara verdiği destek ile tanınan biridir ve ileride Paris’in sanat merkezi olacak bölgede, Rue Laffitte’de kendi ismindeki sanat galerisini işletir. Vollard, Picasso’nun yapıtlarını inceler ve galerisinde onun için bir sergi düzenler. Daha çok portrelerden oluşan, 64 eserin yer aldığı sergide karamsarlık hakimdir fakat yine de olumlu eleştiriler alır ve daha önemlisi, yeteneği dünyanın sanat merkezinde de keşfedilir.
Sanat eleştirmenlerinden Felicien Fagus, Picasso hakkında “Yeni gelen parlak zekâ… Picaso’nun ileriye atılma tutkusu, kişisel tarzını düzenlemesi için ona boş vakit bırakmadı henüz” yorumlarını yazar. Fakirden zengine çeşitli kesimlere hitap eden sergi, Vollard’ın görüşüyle ise, başarısızlıkla sonuçlanır ve Picasso ile yaklaşık 10 yıl yeni bir çalışma içine girmez. Diğer yandan da sergi, Picasso’ya kazanç kapısı olur; dergilere illüstrasyon ve poster siparişleri alır.
Bu sergi olmasaydı Picasso yine de tanınır mıydı? Kuşkusuz dünya bu soruya evet cevabını verecektir. Çünkü Picasso, çocukluğundan yaşamının son anına kadar sanatına öyle bağlı kalır ki; resim, gravür, heykel ve seramikten oluşan ortalama 50 bin eserde imzası bulunan en üretken sanatçı olma özelliğini taşıyan tek ressamdır.
Kübizmin yaratıcısı ve çağının en yenilikçi ressamı Pablo Picasso, İspanya Malaga’da, 25 Ekim 1881’de dünyaya gelir. Resim profesörü olan babası Jose Ruiz Blasco, annesi Maira Picasso oğullarına Pablo adını verir; Pablo Ruiz Picasso… Babası Pablo’daki yeteneği çok küçük yaşlardayken keşfeder ve ona önce kendisi resim dersi vermeye başlar. Küçük sanatçı, Academia de San Fernando adlı sanat okulunda eğitimine devam eder. Pablo’nun kendisinden küçük Dolores ve Conchita adında iki kız kardeşi daha vardır. Picasso yaşamındaki dönüm noktalarından birini, küçük kardeşi Conchita difteri hastalığından ötürü ölüm döşeğindeyken geçirir. 13 yaşındaki ressam; yaşam ve ölüm üzerine büyük düşünceler içinde tanrıya seslenir; “Eğer kardeşimi kurtarırsan bir daha fırçamı elime almayacağım.” der. Ne yazık ki kardeşi yaşama gözlerini kapatır. Pablo, Tanrı’ya olan inancını yitirir çünkü onun kardeşinin ölümüne neden olduğunu düşünür.
Conchita’nın ölümünün üstüne aile yaşadığı yeri terk edip Barcelona’nın kuzeyinde bulunan Corunna’ya taşınır. Pablo, burada da Llotja Sanat Enstitüsü’ne kaydolur. Empresyonizmi tamamıyla öğrenebildiği başarılı geçen eğitimi sırasında arkadaşı Carles Casagemas tanışır. Valezquez, Goya gibi sanatçıları taklit eder ve becerisiyle kısa bir süre içinde klasik resim sanatına vâkıf olur.
Picasso ilk kişisel sergisinin ardından Paris’te kalmaya ve Mavi Dönem’de yapıtlar üretmeye 1904’e kadar devam eder. Nihilist bakış açısına sahip olan Picasso, sanatıyla beraber aşklarıyla da tanınır. Aslında, centilmen davranmayan, hatta kaba biri olarak görülen bu gencin enteresan biçimde çok âşığı olur. Picasso’nun yaşamına aşkın girmesi, onu olumlu yönde etkiler ve artık karamsar tabloların yerini, pozitif renkler ve eğlencelerle dolu resimler alır. Bu dönem ise ‘Pembe Dönem’ diye adlandırılır. Picasso’nun aşk maceraları da zihinleri karıştıracak kadar çoktur. İlk sevgilisiyle evlenmez fakat ikinci sevgilisiyle yaptığı evlilikten bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Bu evlilik bir başka kadına âşık olmasıyla sona erer. İkinci evliliğinden de çocuğu olur. Yine bu evlilik de bir başka kadına âşık olmasıyla son bulacaktır…
Picasso, “Başkalarını taklit etmek gereklidir fakat kendini taklit etmek acınası bir durumdur” der ve hayatı boyunca sanatında yeni yöntemler dener. Yeniliklerle birlikte sıkça özgürlüğün önemini dile getiren ressam, klasik sanat anlayışını ve soylular için resim yapmayı reddeder. Klasik anlayışta; kralın, atın üzerinde güçlü şekilde tasvirlerine sıkça rastlanır. Picasso buna karşılık, dalga geçer şekilde; genç, çelimsiz ve çıplak adamı, atının yanında durur bir şekilde resmeder.
Picasso, dünyaya duyuracağı değişimin ilk adımlarını 1906 yılının son döneminde atar; keskin hatlarla kitlelerden oluşturduğu çalışmaları başlar. Takip eden yılda, Afrika sanatıyla karşılaşır; maskelerdeki orantısız yüz veya uzun bacak gibi farklı forumlardaki insan heykellerine ilgiyle yaklaşır. Ama bu eserlerin sadece insanın farklı formlarından oluşmadığını, yapıtlarda büyülü bir tarafın olduğunu, hatta resim ile şeytan çıkarılabileceğini bile düşünür. Başlangıçta bu etkiyle ahşap heykeller yapar. Aynı dönemde ressam Georges Braque ile tanışır ve ikili çeşitli denemelerle incelemeler sonucunda kübizm akımını yaratır. Kübizmde yaşamın çok boyutlu olduğuna inanılır ve eserlerde dış görünümle birlikte duygular da aktarılır. Resimden edebiyata birçok alanda kübizm artık sanatçıların takip ettiği bir akım halini alır.
Picasso, sanatta özgürlüğü savunur ancak politikayla hiç ilgilenmez. Ancak Avrupa’da faşizm öyle yükselir ki, Picasso da artık politikanın içine sürüklenir. Sanatçı, 1937 yılında ülkesindeki ‘Guernica’ kentinin Hitler’in savaş uçaklarıyla yaşadığı büyük yıkımı, kentle aynı ismi alan devasa bir tabloya taşır. Bu tabloyu aslında İspanya hükümetinin siparişi üstüne yapar ancak hükümet bu tabloyu kabul edemeyecek kadar diktatör bir rejime sahiptir. 1940’larda ise Alman gizli servisi, Picasso’nun Fransa’da yaşadığı evine sıkça baskına gider. Baskının birinde Gestapolardan biri, Guernica’nın kartpostalına rastlayıp onu alır ve Picasso’ya “Bunu sen mi yaptın?” diye sorar. Picasso ise “Hayır, bunu siz yaptınız.” diye cevaplar.
Daha sonraları Picasso komünizme iyice yakınlaşır; partiye üye olur, iki kez Lenin Barış Ödülü’ne değer görülür… Fransa’da yaşamaya devam eden Picasso, 1973’te yaşama veda eder.
Kaynak: Tr724