Deman Güler*
Korona salgını tüm dünyanın ilk ve en önemli gündemi. İnsanlar bir yandan canlarının derdine düşmüşken diğer yandan işsizlik ve açlık tehdidi ile karşı karşıyalar. Söz konusu koşullarda hukuk ve insan hakları konuşmak zor ama bir o kadar da gerekli.
Evrensel ölçüde etkisi olan korona salgınının ardından yetmiş yıllık uluslararası insan hakları rejiminin ciddi derecede risk altında olduğunu söylemek mümkün. Bugün tüm dünya pandemiyle başa çıkmaya çabalarken olağanüstü önlemler almak zorunda kaldı. Fakat bu önlemlerin gerek uygulanışı gerekse niteliği birbirinden çok farklı biçimlerde gerçekleşiyor. Ülkemizde yaşanan durum da resmi olarak açıklanmamış bir olağanüstü hal rejimi olarak tarif edilebilir.
TÜRKİYE SALGININ SAĞLADIĞI MEŞRUİYETİ HUKUKSUZLUĞA ALET ETMEMELİ
Bu gayriresmi olağanüstü hal, meclis baypas edilerek Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ve hatta bakanlık genelgeleri ile uygulamaya sokuldu. Öyle bir hukuki belirsizlik hali yaşıyoruz ki temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırıldığı kimi genelgelere ulaşmak bile çoğu zaman mümkün olmuyor. Salgınla mücadelenin sağladığı meşruiyet hukuksuzluğa bahane edilmiş gibi görünmekte.
Bu şartlar altında salgın sonrası dönem için çok kötü bir pratik sergilendiği, bu pratiğin salgın sonrasında da devam etme riskinin mevcut olduğunu yüksek sesle ifade etmeliyiz. Hukuk örgütleri ve barolar henüz bu tehlike hakkında toplu bir refleks verebilmiş değiller.
EVRENSEL İNSAN HAKLARI REJİMİ TÜM DÜNYADA TEHLİKE ALTINDA
Dünyada ise salgın nedeniyle gerçekleştirilen hukuk düzenlemeleri çeşitlilik arz ediyor. AB üyesi Macaristan, sağcı lideri Oban’a herhangi bir zaman sınırı olmaksızın diktatörlük bahşeden yasalarını meclisten geçirdi.
Dört Avrupa Konseyi üyesi ülke ise AİHS’deki bazı maddeleri askıya aldıklarını açıkladılar. Çin, antidemoktratik uygulamalarla salgına karşı başarılı olduğu iddiasında. Güney Kore gibi kimi ülkeler de iletişime ve özel hayata müdahale ederek salgınla mücadele etmeye çalışıyor.
Bugün yaşadığımız kriz günlerinde hukukçuların, insan hakları savunucularının, meslek örgütleri ve sendikalar başta olmak üzere tüm sivil toplumun hatırlaması ve ısrarla savunması gereken temel hak ve özgürlükleri gündemde tutmanın tam zamanı. Bu nedenle salgının etkilediği hak ve özgürlüklerin kısa bir listesini sunmak ve bunları detaylandırmak gerekiyor.
KORONA SALGINI HANGİ HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİMİZİ TEHDİT EDİYOR?
Korona salgınının doğrudan ve dolaylı olarak etkilediği hak ve özgürlüklerin tam bir listesini yapmak çok zor. Yine de salgın nedeniyle sınırlandırılan ve kimi tamamen ortadan kalkan temel hakları derli toplu bir araya getirmek sivil toplumun duyarlılığını artırarak bunları hep birlikte savunmamız açısından elzem. Her biri sonradan detaylıca tartışılmak üzere bu hak ve özgürlükler ile kısıtlamaların hayatımıza etkilerine kısaca değinelim.
1- Güvenli ve sağlıklı koşullarda çalışma hakkı: Güvenli ve sağlıklı koşullarda çalışma hakkı ekonomik ve sosyal haklar içinde önemli bir konuma sahip. Ancak salgının yalnızca tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunu olduğu düşüncesi ile sendikaların pandemi ile mücadele sürecine katılımı çok sınırlı tutuluyor. Ayrıca insan hakları ve ekonomik çıkarlar dengesinde kapitalist dünyanın tercihi her zaman kârı sürdürmekten yana oluyor. Bugün ülkemizde çalışanlar kendilerine yeterli sağlık güvencesi sağlanmadan yüzlerce kişilik yemekhanelerde yemek yemeye, üstlerini değiştirmeye, sıkışık alanlarda yan yana ve ağır koşullarda çalışmaya devam ediyorlar.
2- Sosyal güvenlik hakkı: Türkiye Anayasası’nın ikinci maddesi devletin niteliklerini insan haklarına saygılı, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak belirtmekte. Belki de bu nitelikler arasında en az konuşulup en az anlaşılanı sosyal devlet kavramı. Sosyal devletin en önemli vasıflarından biri sosyal güvenlik mekanizmalarını çalışır kılarak zor günlerinde vatandaşlarına hizmet etmesini sağlamak olmalı. Ancak özellikle ihtiyaç dışı kamusal harcamaların tavan yaptığı ve denetlenebilir bir bütçenin fiilen ortadan kaldırıldığı ülkemizde sosyal devletin gereği olan yardımlar yurt dışı örneklerle karşılaştırıldığında çok cüzi rakamlara tekabül ediyor. Sosyal yardımın bir hak olduğuna ise neredeyse hiç değinilmiyor.
3- Ailenin korunması hakkı: Aile, uluslararası hukuk tarafından da toplumun temel çekirdeği olarak kabul edilmekte. Özellikle sokağa çıkma yasakları ve okulların kapatılmasıyla birlikte yaşanan sıkıntılar için ebeveynlere bu hak kapsamında ücretli izin verilmesi gerekiyor. Ne var ki hükümetin bu yönlü bir çalışması yok. Yerel yönetimler inisiyatif alarak bir takım olumlu adımlar atsa da özel sektör bu anlamda sorumluluk almamakta direniyor. Bu bakımdan dışarıda çalışıp eve gelen risk altındaki bireylerin ailenin sağlığını tehdit altına soktuğu da ayrı bir gerçek.
4- Eğitim hakkı: Ülkemizde esas sosyal mesafenin yoksul ile zengin arasındaki ekonomik uçurum olduğunu söylemek mümkün. Korona günlerinde ciddi şekilde zedelenen eğitim hakkı, bu gerçeğin en somut şekilde belirdiği alanlardan biri. Şimdilerde televizyon üzerinden yapılan yayınlarla çözülmeye çalışılan sorun, eğitimdeki eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yetmiyor. Özel okula giden, evinde internet bağlantılı bilgisayarı olan çocuklar bu imkânlara sahip olmayan yaşıtları karşısında online eğitim başta olmak üzere özel öğretmenlerden alınan ders gibi avantajlarla zaten önde oldukları eğitim yarışında aradaki farkı açıyorlar. Devletin eğitimde eşitlik ilkesi üzerinden alana acilen müdahale etmesi, bir pozitif yükümlülük olarak altı çizilmesi gereken bir ihtiyaç.
5- Yiyecek, giysi ve barınma hakkı: Ulusal kaynakların en etkin şekilde geliştirilmesi, teknik ve bilimsel bilginin kullanımı ile yiyecek üretimi, saklanması ve dağıtımı devletin sorumluluğunda. Devlet bu bağlamda açlığı önlemekle de yükümlü. Giysi ve barınma hakkı Türkiye’nin de tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerle korunuyor. BM Yeterli Barınma Özel Raportörü son korona salgını sonrası yaptığı açıklamada barınma hakkının daha önce yaşam hakkı ile hiç bu kadar ilintili olmadığını vurguladı. Barınaklarda yaşayanlar, uygunsuz evlerde barınanlar, evsizler, işini kaybedenler, ev kredisini ödeyemeyenler büyük bir tehdit altında. Devletler evden atılmayı önlemeli, evsizlere barınma sağlamalı ancak Türkiye’nin önceliği ne yazık ki inşaat sektörünün krizden en az etkilenmesi şeklinde beliriyor.
6 Herkesin fiziksel ve ruhsal sağlığını gerçekleştirmesi hakkı: Pandemi günlerinde sağlık hakkının herkes için sağlanması büyük önem taşımakta. Epideminin ve endeminin önlenmesi, tedavisi ve kontrolü BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’nde devletlere bir yükümlülük olarak verilmiş. Yine Sözleşmeye göre hastalık durumunda tüm tıbbi hizmetlerin yerine getirilmesi devletin sorumluluğu altında. Bu salgın sebebiyle kronik rahatsızlıkları olanların sağlık hakkına erişimde sıkıntı yaşamamaları büyük önem taşıyor. Ancak bir yandan da yetersiz sağlık imkânları içinde kime öncelik verileceğine dair bir tartışma sürüyor. Bu bakımdan yaşlılar yerine gençlerin, hastalar yerine sağlıklı bireylerin tercih edilmesi gibi uygulama örnekleri yaşam ile ölüm arasındaki ikilemde ayrımcılık yasağı bağlamında büyük bir insan hakları sorunu olarak beliriyor. BM İnsan Hakları Komiseri geçen hafta yaptığı açıklamada “Bu salgın sistemlerimizin, değerlerimizin ve insanlığın sınavıdır” dedi. Yaşlılara ve hastalara ayrımcılığın en ağır şekli olan bu tür uygulamalara izin verilmemesi gerekiyor. Ayrıca pandemi sırasında ülkemizde neredeyse hiç gündeme getirilmeyen yurttaşların ruh sağlığı da bir insan hakkı olarak orta yerde korunmayı bekliyor.
7- Çevresel ve endüstriyel hijyen koşullarının sağlanması hakkı: Özellikle endüstriyel hijyenin sağlaması pandeminin yayılmasını durdurmak açısından önemli. Bu konuda devletin özel sektör üzerindeki hak ve yetkilerini kullanması gerekiyor. Ne var ki üretim her ne şartta olursa olsun devam etmeli mantığı bunu fiiliyatta uygulanamaz kılan bir gerçek.
8- Kültürel yaşama katılma hakkı: Devletin salgın döneminde kültürel yaşamın olanaklarını tüm yurttaşlara sağlamaya devam etmesi şart. Televizyon ve radyo yayınları ile internet ortamı kullanılarak çeşitlendirilecek ücretsiz yayınlar kültürel yaşama katılım hakkının gerçekleşmesi için gündeme getirilmeli. Bu dönemde Avrupa’daki bazı müzelerin, opera, bale, senfoni orkestrası ve kütüphanelerin halkın kullanımına ücretsiz şekilde açılması bu hakkın kullanımına güzel birer örnek. Benzeri uygulamalar ülkemizdeki bazı belediyeler tarafından da gerçekleştirildi. Merkezi hükümetin de bu yönlü çabalara destek vermesi beklenmeli.
9- Bilimsel gelişmelerden ve bunların uygulanmasından yararlanma hakkı: Korona ile mücadelede sorunun bilimsel yöntemlerle çözülmesi için uluslararası işbirliği yapılmak zorunda. Bu işbirliği ve sonuçları da halka açıklanmalı. Şeffaflık bu bakımdan da önem taşıyor. Tedavi metotları ve koruyucu tedbirler hakkında mevcut bilimsel gelişmelerden yurttaşların yararlandırılması gerekiyor.
10- Kadın hakları: Kadınlar dezavantajlı gruplar içinde özel bir yere sahip. Salgın süresince özellikle hamile ve bebek sahibi kadınların ücretli izin haklarına riayet edilmesi gerekiyor. Ülkemizde kamu kurumlarında uygulanan idari izin prosedürü bunun güzel bir örneği. Özel sektörün de bu alanda sorumluluk alması şart koşulmalı. BM Kadına Karşı Şiddet Özel Raportörü devletleri sokağa çıkma yasağı döneminde ev içi şiddete yönelik önlem almaya çağırdı. Ülkemizde yaşanan şiddet ve kadın cinayetlerinin önlenmesi için bu dönemde devletin her türlü tedbiri alması ve kontrolünü her koşul altında sıkı şekilde yapması mutlak bir ihtiyaç.
11- İfade özgürlüğü: BM İfade Özgürlüğü Özel Raportörü salgında güvenilir bilgiye erişim ve bireyin tehlikeye karşı tehditleri öğrenmesi, ailesini, toplumu ve kendisini koruması için vazgeçilmez bir gerekliliktir açıklamasında bulundu. Devletin güvenilir bilgiyi sağlaması, bu bilgiyi engelliler dâhil tüm dezavantajlı gruplar için ulaşılabilir kılması bir zorunluluk. Salgın döneminde sağlıklı bir internet erişimi de önem taşıyor. Teknik altyapının güçlendirilmesi yanında internet üzerindeki yasakların kalkması için de çağrılar yapılıyor. Bilginin sağlıklı şekilde yayılması için gazeteciler korunmalı, güvenli şekilde çalışabilmeli, sorgulayabilmeli. Ancak, ifade özgürlüğü ülkemizin zayıf karnı. Salgın krizini demokratikleşme ve insan hakları için bir şans olarak görüp kullanmak ise şimdilik uzak bir ihtimal.
12- Engelli hakları: Devletler insani acil durumlarda engellileri korumak ve güvenliklerini sağlamak için tüm gerekli önlemleri almak zorundalar. Engelliler içinde özellikle başkasına bağımlı şekilde yaşayan ya da kurumlarda bakılanlar için salgın büyük bir risk. Engellilerin bu dönemde ayrımcılığa uğramaması ve ihtiyaçlarının sağlık durumları da gözetilerek karşılanmaya devam edilmesi gerekiyor.
13- Su hakkı: Hijyen ile doğrudan bağıntılı en temel haklarımızdan biri temiz suya erişim hakkı. Dünyada her beş kişiden ikisinin evinde su yok. Bu koşullar altında salgından korunmanın temel yöntemlerinden biri olan hijyene dikkat etmek mümkün değil. Özellikle bu dönemde evlerde su kesintisi yapılmaması ve su ücretlerinin düşürülerek yurttaş sağlığının korunması gündeme getirilmesi gereken konular. Yerel yönetimlere bu bakımdan büyük bir görev düşüyor.
14- Irkçılık yasağı: Pandemi gibi toplumsal barışı doğrudan etkileyebilecek büyük çaplı felaketlerin ırkçılığa zemin hazırladığı biliniyor. Bu süreçte hastalığı ortaya çıkarmakla suçlanan Asyalılara yönelen saldırılar tüm dünyada yaygın biçimde görüldü. Kimi yabancı devlet adamları COVID-19 için “Çin Virüsü” tabirini ısrarla kullandılar. Türkiye’de bu yönlü bir risk düşük olsa da özellikle mültecilere yönelik olumsuz reflekslerin ileride daha büyük sorunlarla karşılaşmamak için dikkatle takip edilmesi şart.
15- Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı: Korona sebebiyle zorunlu tedbirlerle ihlal edilen kişi özgürlüğü konusundaki kısıtlamalar mutlaka sınırlı ve orantılı olmalı. Ancak mevcut durumda hapishaneler ve geri gönderme merkezleri başta olmak üzere kapalı tutulma mekânlarının tamamında bulunan kişiler için de acil tedbirler alınması gerekiyor. 25 Mart 2020 tarihinde BM İnsan Hakları Ofisi devletleri kapalı tutulma mekânlarında salgının yayılmaması için önlem almaya çağırdı. Salgın döneminde kapalı tutulmak son yöntem olarak düşünülmeli. Tutulma mekânlarındaki sayıyı düşürmek için denetimli serbestlik gibi alternatif yollar gündeme getirilmeli. Ülkemizde hapishaneler başta olmak üzere kapalı tutulma mekânlarında çok ciddi bir yoğunluk söz konusu. Salgın ve insan hakları bağlamında en çok konuşulan konu olan infaz indiriminin siyasi mahpuslar için düşünülmüyor oluşu çok ciddi sonuçları olacak bir mesele. Devletlerin konuya insani perspektiften bakması ve konuyu sağlık hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerle ilintili biçimde değerlendirmesi gerekiyor.
16- Toplantı özgürlüğü: Uluslararası hukuk kamu sağlığını toplantı özgürlüğü için bir sınırlama nedeni olarak belirtse de bu meşruluk sebebini çok dikkatli şekilde kullanmak şart. Özellikle salgının ne zaman son bulacağı konusu bu denli belirsiz iken toplantı özgürlüğü hakkının kullanılması önündeki engellerin ne zaman kalkacağı açıklığa kavuşturulmalı. Bugünlerde sivil toplumun internet üstünden yaptığı video konferanslar bu hakkın kullanımının yeni bir türüne işaret ediyor. Bu sebeple devletin internet yavaşlatma, uygulama ve site yasaklama gibi yöntemlerin artık toplantı özgürlüğü kapsamında da sonuçları olacağını söylemek de yanlış olmayacaktır.
17- Kamu hayatına doğrudan ya da temsilciler eliyle katılma hakkı: Korona salgını sırasında 5 belediyeye daha kayyım atanması ile demokratik yaşamın en temel unsurlarından biri olan seçme ve seçilme hakkı bir kez daha yara aldı. KHK sisteminin olağanlaştığı ülkemizde seçilmişlerden oluşan parlamentonun işlevi sorgulanır halde. Yasa ile düzenlenmesi gereken olağanüstü hal uygulamaları fili durum yaratılıp parlamento devre dışı bırakılarak hayata geçiriliyor. Bu durumun uluslararası insan hakları hukukuna aykırı olduğunun altı çizilmeli. Bilim Kurulu’nun ve İl Pandemi Kurullarının antidemokratik yapısı, çeşitli toplumsal kesimlerin sürece müdahalesini engelliyor. Salgınla mücadeleye meslek odalarının ve sivil toplumun aktif katılımı önündeki engellerin kaldırılması bu sürecin demokratik şekilde sürdürülmesinin önündeki ön koşul olarak görülüyor.
18- Göçmen işçiler ve ailelerinin korunması: Türkiye’de özellikle kayıtsız çalışan Özbek, Türkmen, Azeri, Gürcü, Ermeni kadınlar ve işçiler var. Bu kişilerin sağlığa erişimi neredeyse imkânsız hâlde. Türkiye’deki hukuki statüleri sıkıntılı olan bu kişiler ülkelerine sınır dışı edilecekleri korkusuyla sağlık kuruluşlarına da gidemiyorlar. Portekiz geçtiğimiz günlerde aldığı kararla tüm sığınmacılara mülteci statüsü verdi ve salgının düzensiz göçmenler üzerindeki etkisini bu yolla kırmaya çalıştı. Benzer şekilde Türkiye’nin de statüsüz göçmen işçilerin belli sınırlamalara tabi olarak ülkemizde konaklamasının önünü açması da bir çözüm olarak düşünülmek zorunda.
19- Çocuk hakları: Salgın süresince çocuğun yüksek faydası ilkesine azami şekilde dikkat edilmeli. Başta engelli ve mülteci çocuklar olmak üzere dezavantajlı gruplara dâhil çocukların eğitim yaşamları aksatılmamalı.
Çocuklar için hiçbir ayrım yapılmaksızın erişilebilir en yüksek sağlık standardı sağlanmalı. Bugün resmi rakamlara göre ülkemizde 1 milyon 740 bin Suriyeli çocuk olduğu biliniyor. Mülteci çocukların eğitimlerinde anadil eğitimi gibi özel ihtiyaçları dikkate alınmalı. Sağlık güvencesi olmayan çocukların tedavisi devlet tarafından ücretsiz olarak yapılmalı. Anne babası salgına yakalanmış olan çocuklara devlet koruma sağlamalı, ailesi ile görüşme koşulları oluşturulmalı. Çocuk yurtlarında kalan çocuklarımız için de salgından korunmaları için devlet azami çaba göstermeli. Hapishanelerde anneleri ile birlikte kalan çocuklar gerçeği ülkemizin kanayan bir yarası. Bu çocukların vakit kaybetmeksizin aileleriyle birlikte salıverilmeleri için yasal düzenlemeler devlet tarafından gerçekleştirilmeli.
20- Mülteci hakları: Yaşam koşullarının elverişsizliği nedeniyle sığınmacı ve mültecilerin salgından etkilenmesi daha kolay oluyor. Açık sınır politikası sonrası sınırlara dayanan mültecilerin son durumları hakkında gerçekçi bir bilgi akışı sağlanamıyor. Bu süreçten etkilenen bir kısım mültecinin karantina altına alınarak Geri Gönderme Merkezlerinde tutulduğu biliniyor. Bu kişilerin geri gönderme yasağı ilkesi gözetilerek hayatlarını risk altına sokacak sınır dışı işlemlerine maruz bırakılmaması önemli. Kapalı tutulma mekânlarındaki mültecilerin hak kayıplarına uğramaması için avukatlarıyla görüşmeleri hijyen koşullarına dikkat edilerek sağlanmalı. Statü sahibi olmayan sığınmacılar hızlı şekilde tespit edilmeli ve bunlara geçerli kimlik verilmeli.
21- Borçlar için hapis yasağı: Yaşanan salgının ekonomik sonuçları itibari ile yurttaşların hak kaybına uğramaması için insan hakları hukukunun temel ilkelerinden biri olan borç için hapis yasağı istisnalar da dâhil olmak üzere sıkı şekilde uygulanmak zorunda. Devletin bu konuda bir program geliştirmesi, özellikle salgının ilerleyen aşamalarında büyük bir ihtiyaç halini alacak gibi görünüyor.
22- Seyahat özgürlüğü: Korona salgınının en önemli etkilerinden biri 30 büyük şehirde başlatılan şehirlerarası seyahat yasağı oldu. Bu yasağın detayları üzerindeki tartışmalar mecliste halka açık olarak yapılmadı. Dolayısı ile salgınla mücadelenin en önemli kurallarından bir olan şeffaflık bir kez daha sağlanamadı. 65 yaş üstü ve 20 yaş altı sokağa çıkma yasağının haklılık nedenleri belirsizliğini koruyor. 20 ila 65 yaş arası çalışan nüfusun bu yasaklara tabi olmamasının bu kesimin sağlığı üzerindeki etkileri ise hala açıklanabilmiş değil. Seyahat özgürlüğünün ihlali anlamına gelecek bu uygulamalarda şeffaflık, orantılılık, demokratik toplumda gereklilik ve yasayla düzenlenme şartları sağlanmak zorunda.
23- Özel hayatın gizliliği: Salgından korunmak için yurttaşların cep telefonlarıyla teknik takibi ve zorunlu tutulan kimi sağlık uygulamalarına tabi tutulması gibi yöntemler bir takım yabancı devletlerin gündeminde. Bu uygulamaların salgının yayılmasını önlediği ve çok başarılı olduğu söyleniyor. Ne var ki iletişim hürriyetinin ve özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlali olabilecek bu uygulamaların çok ciddi şekilde denetlenmesi ve kötüye kullanılmasının olanaklarının ortadan kaldırılması gerekiyor.
24- Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü: Din özgürlüğü kapsamında ülkemizin yaşadığı en önemli ve güncel gelişme Cuma namazlarının yasaklanması oldu. Pandemi nedeniyle kimi olaylarda cenaze törenlerinin yapılmasına izin verilmediği görüldü. Düşünce, din ve vicdan özgürlüğünün sınırlandırılması uluslararası hukuk tarafından yine belli şartlara bağlanmış durumda. Hakkın kullanılmasının engellenmesine yol açan uygulamaların eşitliği ve amaca orantılılığı her aşamada takip edilmeli, sürecin nihayete ereceği zamanın tespitinde şeffaflık mutlaka temel ilke olarak gözetilmeli. Hukuki süreçler de bu bakımdan salgın günlerinde dahi işler kılınmalı ve yurttaşların müdahalelere karşı haklarını savunmasının yolu açılmalı.
25- Yaşam hakkı: En son ve belki en önemlisi olarak korona salgınının yaşam hakkına doğrudan etkisi bulunuyor. Sağlık hakkı ile bağlantılı olarak değerlendirilmesi gereken yaşam hakkı bağlamında devletin sorumluluk alması şart. İnsan haklarına yönelik tüm sınırlayıcı önlemlerin altında da esasen insan yaşamını korumak yatıyor. Hiç istemesek de salgının boyutlarının artması ve hastanelerdeki yoğun bakım imkânlarının yetersiz kalması halinde insanların yaşam hakları üzerindeki tasarruf yetkisi sağlık personelinin iki dudağının arasında olacak. Başta Sağlık Bakanlığı ve Tabip Odaları olmak üzere tüm ilgili kurumların bu kriz anlarında personele insan haklarını temel alan bir yaklaşımı zorunlu tutması ve etik kuralları uygulamak yönünde talimat vermesi gerekiyor. Yaşam hakkı konu olduğunda hastanın ekonomik durumu, yaşı ve sosyal statüsü gibi etkenler dikkate alınmadan eşit bir sağlık müdahalesi yapılması ve bunun da devlet tarafından denetlenmesi gerekiyor.
*Avukat