2013 yılında kırılgan ekonomilerden biri olarak gösterilen Türkiye, son yedi yılda faiz lobisi söylemi ile farklı bir ekonomi politikası denedi. Faiz ile enflasyon arasında ilişki kuran bu yaklaşım yüzünden ülkede ekonomi çökme noktasına geldi. Ozan Gündoğdu Birgün’e bu konuda yazdığı yazıda 2013’te yapılan uyarıların dinlenmemesi ile başlayan hataları anlattı.
Amerikan Bankası Morgan Stanley bundan 8 yıl önce cari açık ve enflasyon oranlarının yüksekliği ve dışarıdan gelen yabancı finansmana duydukları ihtiyaç dolayısıyla 5 ülkeyi “kırılgan” olarak adlandırdı. Bankanın analistlerinden James Lord’un adlandırmasıyla “Kırılgan 5’li” olarak anılan ülkeler 2013 yılı için Hindistan, Brezilya, Endonezya, Güney Afrika ve Türkiye oldu. Böyle bir kavramlaştırmanın 2013 yılına denk gelmesi ise tesadüf değildi. 2008-09 Küresel Finans Krizi’nin yarattığı iklimde faizler düşürülmüş, merkez bankası bilançoları şişirilmiş, krizden çıkış formülü tüm dünyaya para pompalanmak olarak sunulmuştu. Bu süreçte Türkiye para bolluğundan en çok faydalanan ülkelerden olmuş ve dış borcunu katlayarak hızlıca büyümüştü. Ancak Küresel Finans Krizi’nin ardından yaşanan bu sahte refah ortamı sürdürülebilir değildi. Nitekim 2013 Mayıs ayında Amerikan Merkez Bankası (Fed) Başkanı Ben Bernanke, ilerleyen dönemde faizlerin enflasyondaki artışa paralel biçimde artırılacağını, Fed bilançosunun kademeli olarak küçültüleceğini söylemişti. Bu durum dış finansman ihtiyacı Türkiye gibi son derece yüksek olan ülkeler için kötü haberdi. Para bolluğunun sonu geliyordu.
Böylece Türkiye’de de küresel para bolluğunun azalmasına karşı alınacak tedbirler tartışılmaya başladı. Dönemin TCMB Başkanı Erdem Başçı kapitalizmin kurallarına uyumlu bir para politikası izlenmesi gerektiğini savunuyor ve enflasyon hedeflemesine uygun bir faiz politikası işletiyordu. Ancak bu durum Türkiye’nin ekonomik büyümesini yavaşlatıyor, AKP Lideri Erdoğan da tam bu yüzden endişeleniyordu. Zira referandumundan, yerel seçimlere cumhurbaşkanlığından milletvekilleri seçimine kadar bir çok sandıktan başarıyla çıkmak durumunda olan Erdoğan’ın ekonomik büyümeden feragat etmesi siyasi hayatını riske atmak anlamına geliyordu. Erdoğan çağdaşı diğer tüm popülist liderler gibi Merkez Bankası’nın faizleri düşürmesini istemeye başladı.
Tam da bu süreçte AKP’ye yakın olan bir takım ekonomistler bir tezi savunmaya başladı; düşük faizle büyüme.
Nisan 2014’te AKP’nin düşünce kuruluşu Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nda (SETA) direktörlük yapan Erdal Tanas Karagöl ve Ülkü İstiklal Ortakaya “Faiz kıskacında ekonomik büyüme” başlıklı bir yazı yayımladı. Faizlerin düşmesi neden önemli diye sorulan bu yazı “Türkiye’nin 2023’e giden yeni yol haritasında hedeflenen noktaya ulaşabilmek ise, ancak ve ancak düşük faizin eşlik ettiği bir yolculukla sağlanabilecektir” cümlesiyle sona eriyor. Erdoğan’ın istediğini veren, faizi düşük tutarak piyasaya cennet vadeden ekonomistler iktidarın etki ettiği alan içinde giderek daha görünür olmaya başladı. Daha önce savunulmayan bu tez 2014 ile beraber iktidar basınının ekonomi köşelerinde dillendirilmeye başladı.
Erdoğan’a istediğini veren bir diğer isim ise onun damadı Berat Albayrak oldu. O da 2014 Şubat ayında Sabah Gazetesi’nde köşe yazarak kamuoyuna kendisini tanıtmaya başladı. Hemen her yazısında faizlerin düşük tutularak ekonomik büyümeye hız verilmesi gerektiğini söyleyen Albayrak, döviz kurlarındaki pasif politikayı eleştiriyor, Merkez’in aktif bir kur politikası uygulaması gerektiğini savunuyordu. Örneğin 17 Mart 2014’te Sabah’ta yayımlanan “Aktif Kur Politikası” başlıklı yazısına şöyle başlıyor Albayrak; “Son günlerde bir kur kavgasıdır gidiyor. Cari açıkçılar bir yandan, fiyat istikrarcıları bir yandan, tasarrufçular öbür yandan herkes bir şeyler söyleyip duruyor. Herkesin kendine göre referans aldığı haklı verileri ve gerekçeleri olabilir. Ama ortada açık ve net olan bir şey varsa o da neticeleri itibariyle kurumlarımızın bugüne kadar uyguladığı kur politikasının yanlışlığıdır”. Açıkça Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’yı eleştiren Albayrak eskide kalmış ekonomi kitaplarının artık rafa kalkması gerektiğinden bahsediyor. Albayrak eleştiri tonunu her yazısında giderek yükseltiyor. 7 Nisan 2014’te “Açık Mektup” başlıklı yazısında bizzat Merkez Bankası’na seslenerek şöyle diyor;
Lafı eğip bükmeye gerek yok; artık kurumu statükonun son kalesi olarak görmüyorlarsa, kendilerinden beklenen, bu anlatılanlar ışığında tekrar normalleşme için ekonomiyle ilgili gereken adımları atmaları, özellikle piyasa faizlerini mevcut ekonomi stratejisiyle uyumlu bir şekilde hızlıca düşürme yönünde hareket etmeleridir.
SETA Direktörleri ve Berat Albayrak gibi isimler mümkün olduğunca ekonominin teknik dilinin dışına çıkmayan yazılar kaleme alırken eş zamanlı olarak “Faiz Lobisi” heyulası dolaşıma sokulmaya başladı. Bu konuda Yiğit Bulut Star’daki ajitatif yazılarıyla “Faiz Lobisi” ateşini harlayarak AKP seçmen tabanına çiğnenecek bir sakız verdi. Yazılarında bir takım finans çevrelerinin her ne olursa olsun yüksek faizden beslendiğini anlatan Yiğit Bulut, faizler düşükken artan varlık fiyatlarından hiç bahsetmiyor, sıcak paranın sanki sadece vadeli mevduat hesaplarında tutulduğu varsayımıyla hareket ediyordu. Düşük faizden de yüksek faizden de finansal sermayenin faydalanabileceğini atlıyordu. Böylece düşük faizi savunan Yiğit Bulut gibi isimler tüm küresel finansı karşılarına alarak direnmiş gibi görünüyordu.
Bir yanda SETA direktörleri, bir yanda Berat Albayrak bir yanda Yiğit Bulut gibi isimler savundukları tezle daha görünür olmaya başladı. SETA’nın ekonomi direktörü Erdal Tanas Karagöl 2014 Ağustos’unda Yeni Şafak’ta köşe yazmaya başladı, Berat Albayrak önce Enerji daha sonra Hazine ve Maliye Bakanı yapıldı, Yiğit Bulut ise Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasının ardından başdanışman oldu. İsimleri çoğaltmak mümkün ancak ortaya çıkan tabloda Erdoğan’a istediğini veren kariyer basamaklarını tırmandı.
Düşük faiz ısrarı nedeniyle tüm piyasanın dövize akın ettiği bu 7 yılın bilançosu sayılarla ortaya çıkıyor. Tüm bu değişimin kilit yılı olan 2014’ün Nisan ayında banka hesaplarındaki her 100 birim TL’ye karşılık 66 birim döviz bulunuyordu. Aradan geçen 7 yılın sonunda banka hesaplarındaki her 100 birim TL’ye karşılık 124 birim döviz bulunuyor (Detaylar tabloda). 2014’te GSYH’nin yüzde 19,3’üne denk gelen büyüklükteki döviz hesabı bugün 2020 GSYH’sinin yüzde 32,7’sine karşılık geliyor. Döviz satın alabilen milyonerler alım güçlerini korurken geniş halk kesimleri de enflasyon karşısında ezdiriliyor, varlık sahipleri paralarına para katıyor. İktidar sözcüleri finansal sermayeye meydan okuduklarını iddia ediyor ama Merkez Bankası’nın konut fiyat endeksi verilerine göre 2014 Şubat ayından 2021 Şubat ayına dek konut fiyatları 2,5 katına çıkmış durumda. Konut zenginleri paralarına para katarken, halk kredi batağına sokuluyor. Nisan sonu itibarıyla halkın konut kredisi borcu 276,5 milyar lira. Son 1 yılda konut kredisi borcu 66 milyar TL arttı. İhtiyaç kredilerindeki artış ise daha derin. Geçen yıl 303 milyar lira olan ihtiyaç kredisi borçluluğu bu yılın aynı döneminde (nisan sonu) 403 milyar liraya yükseldi. Düşük faizin yarattığı enflasyondan kaçmak için gençler bitcoin, borsa ve bahis oyunlarının abonesi olmuş durumda. 20-34 yaş arasındaki Borsa yatırımcılarının sayısı geçen yılın ocak ayında 179,6 binken, bu yılın ocak ayında 639,5 bine çıktı. Bu politikayı finanse etmek için son iki yılda harcanan Merkez Bankası’nın 128 milyar doları ise cabası. 7 yılın sonunda, bu politikaların mütevazı savunucusu Şahap Kavcıoğlu ise Merkez Bankası’nın başına geçti ama faizi düşürmeye cesaret edemiyor. Bu haliyle 7 yıllık politika tümüyle iflas etmiş görünüyor.