YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK
Bir önceki yazıda muhbir kelimesinin ‘haber veren’ ya da ‘haber ulaştıran’ anlamına geldiğini, günümüz Türkiye’sinde muhbirliğin yasa üstü bir kuruma dönüştüğünü ve iktidar tarafından itibar gören bir meslek olduğunu yazmıştım. Dahası, herhangi bir arama motorunda ‘muhbir nasıl olunur’ ya da ‘muhbir maaşı ne kadar’ gibi içeriklerin öncelikli olarak karşınıza çıktığını ve muhbirliğin adalet sisteminde belirleyici formlardan birine dönüştüğünü eklemiştim. Anlatmak istediğim Peker’in videolarındaki iddialara Muhbirler Ülkesinde nasıl yanıt alınabileceğini göstermekti. Zira, ‘tonlarca uyuşturucu sevkiyatı’ ya da ‘gazeteci cinayeti’ gibi gerçek suçlar karşısında kılını kıpırdatmayan soruşturma ve kolluk birimlerinin dikkatini çekmenin yolu, sözde ‘FETÖ’ söylemiyle masum insanlara iftira atmaktan geçiyor.
Görünen o ki, siyasi iktidar kurmaya çalıştığı yeni tip rejimde adalet sistemini üçlü sacayağı üzerine kurgulamayı planladı. Yargı sisteminin sacayağı değişti. Yeni dönemde yargı ihbar, gizli tanıklık ve itirafçılık sacayağı üzerine kuruldu. Bunlardan ilki olan muhbirlik sistemi, tıpkı Eski Rejim dönemi Fransa’sında, Nazi dönemi Almanya’sında ya da Çarlık dönemi Rusya’sında kullanıldığı şekliyle bir baskı aracı haline getirildi. Öncelikle insanlar birbirini gammazlar, daha sonra bunlar yalan ve iftira rejiminin kurumları nezdinde delil niteliği kazanır, sonrasında da rejimin sahipleri hedef gördüğü bireylere/gruplara yönelik cadı avını meşrulaştırır. Oluşturulan bu sistemin işlemesi için siyasiler koro halinde ‘ihbar edin’, ‘ihbarcı olun’ diye seslendiler; bundan dolayı iktidarın arka bahçesi olan kurumlar ‘muhbirlik mekanizması’ kurdular; bundan dolayı medya hiç bıkmadan ve de utanmadan yalan ve iftiranın meşrulaştırılmasına aracı oldular; bundan dolayı muhbirlik ülkenin ve adalet sisteminin önemli bir enstrümanına dönüştü.
Adalet sisteminin ikinci sacayağı ise itirafçılık. 15 Temmuz kumpasının rüzgarıyla hedef kişilere/ gruplara yönelik başlatılan cadı avında siyasi iktidarın açtığı kartlardan birisi de itirafçılık mekanizmasıydı. ‘Herkesin bildiğini anlatması, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmanın yoluna bakması’ siyasilerin diline yapıştı. Peker’in ifadesiyle ‘namusu aldığı maaş kadar olan gazeteciler’ ‘sözde FETÖ’cüler için etkin pişmanlık rehberi’ yayınlama yarışına girişti, soruşturma ve kolluk birimlerinin ‘ifade alma işlemleri işkence ve kötü muamele seanslarına-uygulamalarına’ dönüştü. Yakasını yargıdan kurtarmak isteyen, komşusundan ya da akrabasından çekinen, özel kaleminden ya da çaycısından korkan, eski sevgilisinden ya da iş ortağından endişe eden herkesin üstünde, altında, önünde, arkasında, yanında, çevresinde bildiği ya da bilmediği kim varsa onları da içerecek şekilde etkin pişmanlıktan yararlanması hararetle tavsiye edildi. Tavsiyeye uyan, itirafçılığı kabul eden o kadar çoktu ki (!) itirafçı rakamları neredeyse gözaltı ve tutuklu sayılarıyla yarıştı, kişiler mahkeme aşamasında yüzünü bile tanımadığı yüzlerce isim verdi, neredeyse hedef olarak belirlenen herkese ama herkese bir şekilde dokunuldu, siyasilerin ifadesiyle ‘çözülme heyecan yarattı’. Ama ilginç bir şekilde bu da yetmedi. Zira siyasilere göre ‘itirafçıların önemli bölümü örgüt tarafından kumanda ediliyor, itirafçı ifadeleri standart ve şablon ifadelerden oluşuyor, bu nedenle bu şahıslar hakkında da işlem tesis ediliyor.’ Dolayısıyla itirafçılık da rejim için yargının sacayağından biri olarak kabul edilen bir enstrümana dönüştü.
Mevcut rejimin yeni tip adalet sisteminde “muhbirlik” ve “itirafçılık” iki önemli enstrüman olarak yerini almış durumda. Ortaya attığı iddialar karşısında beklediği gelişmeleri göremeyen Peker’in önüne rejimin sahipleri tarafından itirafçılık kartının konması muhtemeldir. “Soylu hedef alındığında Türkiye’nin hedef alındığını, asıl hedefin Türkiye, Türkiye üzerinden Erdoğan olduğunu” söyleyen Perinçek, “hiç kimse Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanının boynuna tasma geçiremeyecek, buna hiçbir alçağın gücü yetmeyecek” diyen Bahçeli ve son olarak “suç örgütleriyle mücadelesinde İçişleri Bakanımızın yanında olduk, yanındayız ve yanında olacağız” açıklamasında bulunan Erdoğan, Peker’e ilişkin tavrın ne olduğunu, olacağını göstermiştir. Bundan sonra kartlar yeniden dağıtılacak, Soylu tarafından Peker’e iade-i itibar yerine itirafçılık önerisi yapılacaktır. Yakasını yargıdan kurtarmak isteyen Peker’in üstünde, altında, önünde, arkasında, yanında, sağında, solunda ya da çevresinde bildiği ya da bilmediği kim varsa onları da gammazlayacak şekilde etkin pişmanlıktan yararlanması hararetle tavsiye edilecek, namusu maaşı kadar olan gazeteciler “etkin pişmanlık rehberi” yayınlayacak, Peker’in ifadesi standart/şablon(!) tanımı içine girerse yine de hakkında işlem tesis edilecektir.
Peker’in böyle bir oyuna gelmeyeceği kuvvetle muhtemeldir, ancak yine de küçük bir ihtimal dahi olursa kokain trafiğinden Kutlu Adalı suikastına, Next Level’dan Yalıkavak Marina’ya kadar ortaya attığı, atacağı her iddiayı “FETÖ” söylemiyle yeniden dile getirmesi gerekeceğini bilmesi gerekir. Zira iddialarının içerisinde adı geçecek kişilerin sohbete katıldıkları, evlerinde kitap sakladıkları, cüzdanlarında F serisi 1 dolar taşıdıkları, çocuklarını Cemaat okullarına gönderdikleri, ayrıca yüksek lisans yaptıkları gibi ayrıntıları eklemezse vereceği ifade kendisini kurtaramayacak. İçişleri Bakanı Soylu, televizyon programında Peker’in arabasının plakasının ‘FG’ olduğunu, ByLock programı kullandığını açıkladı. Eğer Peker itirafçı olursa, kendisi başta olmak üzere çevresindeki tüm kişilerin ismini vermeli ki sonrasında, isimleri geçen kişilerin eşleri, çocukları, kardeşleri, anne-babaları da adalet sisteminin çarkından geçirilsin.
Yargının üçüncü ayağı olan gizli tanıklık konusunda Peker ne düşünür şimdilik bilmiyoruz ama adalet ve emniyet teşkilatımız bu konuyu da gündemlerine almışlardır. Tabi ki suçlamaları ‘FETÖ’ye bağlamak için…
Kaynak: Tr724