ABD Başkanı Joe Biden’ın 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımlaması sonrasında Türk-Amerikan ilişkilerini değerlendiren Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, “Karşılıklı güvensizlik kaynaklı zehirli bir ilişki var. İkili ilişkiler en kötü, en zor noktada. Buradan hızlı şekilde çıkılacağını zannetmiyorum. Bu, mucizevi gelişme olur” dedi.
Biden’ın 24 Nisan günkü açıklamasında “soykırım” ifadesini kullanmasıyla birlikte bunun uluslararası arenada Türkiye açısından ne tür hukuki sonuçları olabileceği de tartışılmaya başlandı. Aynı zamanda İstanbul Politikalar Merkezi uzmanı da olan Kalaycıoğlu, hukuki sonuçların ne olabileceği konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) İsviçre – Doğu Perinçek davasında aldığı “tarihçiler araştırmalı” kararına dikkat çekiyor. AİHM’in kararı dışında uluslararası hukuki karar niteliğinde ve Ermeni görüşünü destekleyici herhangi bir karar bulunmadığını kaydeden Kalaycıoğlu, dolayısıyla Biden’ın “soykırım” açıklamasını herhangi bir hukuki zeminde yapmadığını ve 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Konvansiyonu bakımından da Türkiye aleyhine hukuki sonuçlar doğurmayacağı görüşünde.
Kalaycıoğlu, ABD Başkanı Biden’ın izleyeceğini açıkladığı dış politika doğrultusunda Türkiye’nin hukuk devleti ilkesinden uzaklaşmasından duyduğu rahatsızlığı ortaya koyacak şekilde hareket ettiğine de işaret etti. Kalaycıoğlu’na göre, Türk – Amerikan ilişkilerinde iyileşme adımları atılabilmesi için Ankara’nın ülke içerisinde demokrasiyi güçlendirecek yaklaşımlar sergilenmesi gerekiyor ve şu aşamada bu yönde “bir kanıt gözlenmiyor.” Buna karşın, Kalaycıoğlu, Haziran ayında Biden ile Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında yapılacak yüz yüze görüşmeyle ortaya çıkabilecek sürpriz olasılığına ise açık kapı bırakıyor.
“1948 BM Soykırım Konvansiyonu 1. Dünya Savaşı’na uygulanamaz”
VOA: “ABD Başkanı’nın Ermeni meselesinde soykırım ifadesini kullanması Türkiye Cumhuriyeti açısından hukuki sonuçlar doğurur mu?”
Ersin Kalaycıoğlu: “1981 senesinde Iowa Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olduğum sırada (eski Başkan) Ronald Reagan yine benzer bir tarihte aynı açıklamayı yaptı. Genocide (soykırım) tabirini kullandı ve o tarihte de hem Türkiye’den tepki aldı hem de ilişkilerde ne olacak diye bir hayli endişeye düşürdü. Bu Soğuk Savaş yıllarıydı ve Türkiye’de askeri bir hükumet vardı. Dolayısıyla 40 sene sonra Joe Biden aynı terimi kullanma gereğini duymuş durumda. Yalnız şu noktalara dikkat etmenizi rica edeceğim: Birisi 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 31 Aralık 1991’de Sovyetler bayrağının Kremlin’in üzerinden indirilmesiyle Sovyetler Birliği çöktü. Bundan sonra Çarlık Rusyası’nın arşivleri ve Sovyet arşivlerinden bir bölümü tarihçilerin kullanımına açıldı. Bu bilgileri toplayabilen tarihçiler var. Türk tarihçiler de var bunlar arasında. Dolayısıyla bu olaylara ilişkin daha önce bilinmeyen bir veçhesi, Rusya tarafından anlatılan bir veçhesi ortaya çıkmış oldu. Bu görüntü Ermeniler’in savları için pek olumlu değil. Bunun yanısıra geçen dönem içerisinde bazı davalar görüldü. Bunlardan en önemlisi 2013 tarihinde Doğr Perinçek’in İsviçre’de yapmış olduğu bir açıklama nedeniyle açılan davaydı. Perinçek, ‘Ermeni soykırımı yoktur’ şeklinde bir açıklama yaptığı için suçlu olduğu iddiasıyla yargılandı ve İsviçre mahkemesi Perinçek’i suçlu buldu. Ancak Perinçek bu kararı İsviçre’nin de tabi olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) götürdü. Rusya’daki arşivleri de kullanarak kendi iddiasını ortaya koydu. AİHM, Ermeni soykırımı savının hukuki desteğinin olmaması hasebiyle Perinçek’in ifadesinin ifade özgürlüğü olarak kabul edilmesi gerektiğine karar verdi. Şimdi 1981 ile bugün arasındaki önemli hukuki gelişme budur. Onun dışındaki hukuki çerçeve aynen kalmıştır. Yani 1948’de kabul edilmiş ve Türkiye tarafından da onanmış olan Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Konvansiyonu, İkinci Dünya Savaşı’ndan öncesine işlemez. Geriye doğru işlemez. Dolayısıyla hukuken Birinci Dünya Savaşı’nda olan ve bir çoğu çok acı olan çok sayıda insanın ölmesine sebep olan birçok olayın bu kapsamda değerlendirilmesi mümkün değildir.”
“Biden iç ve dış politika yaklaşımıyla 24 Nisan açıklamasını yaptı”
VOA: “ABD Başkanı Biden neden Türkiye aleyhine yorumlanan bu açıklamayı yapmayı tercih etti?”
Ersin Kalaycıoğlu: “Başkan Biden’in yeni dış politika yönelimi, realizmden liberalizme kaymış durumda. Yani ‘değerler üzerinden, insan hakları üzerinden, özgürlükler üzerinden değerlendirme yapacağım ve bunlar üzerinden demokrasiler arasında bir zirve toplayacağım’ şeklinde açıklamalarını biliyoruz. Bu tür tartışmaları Amerikan dış politikasında ön plana getireceğini seçim kampanyası sırasında vurguladı. Aynı zamanda seçim sırasında Demokrat Parti’nin özelliği olarak etnik azınlıklara çeşitli sözler verdi. Ermeni asıllı Amerikalılar’a da bu sözü vermiş olduğunu biliyoruz. Bunun tarihle, belgelerle veya herhangi bir başka bir konuyu ilgilendiren herhangi bir temel unsurla ilişkisi yok. Çünkü i̇li̇şki̇si olsaydı, gayet somut olarak söyleyebileceğimiz bir tarihi belge, bulgu, artı bir 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Konvansiyonu ile ilgili yeni bir karar, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın kararı yahut Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir yeni kararı veya ABD’de bir yeni karar ortaya çıkmış olması gerekirdi. Bunların hiçbiri yok. Olmadığı için bu temel itibarıyla Başkan Biden’ın kendi siyasi değerlendirmesi ve gerek iç politikada gerekse dış politikada attığı adımların bir gereği olarak gördüğü bir açıklama olarak ortaya çıkmıştır.”
“Karşılıklı güvensizlik ortamında zehirli bir ilişki var”
VOA: “ABD Başkanı Biden’ın 24 Nisan açıklamasıyla birlikte Türk – Amerikan ilişkilerini nasıl yorumluyorsunuz?”
Ersin Kalaycıoğlu: “ABD’nin, Türkiye ile olan ilişkileri son yıllarda özellikle 15 Temmuz 2016’dan itibaren giderek kötüleşmiştir ve bu kötüleşmenin yaratmış olduğu ortamın da iki ülke arasındaki ilişkilerde ve iki ülke hükümetleri arasındaki ilişkilerde ciddi karşılıklı güvensizlik yaratmış olduğunu biliyoruz. Başkan Biden’ın Türkiye’deki hükümete güvenmediği ve güvenilir bulmadığını açıklamalarında görüyoruz. Aynı şekilde Türkiye’deki hükümet yetkilileri de, ABD’nin politikasının Türkiye’nin hasımlarına büyük ölçüde destek veren mahiyette olduğunu ve bunun kabul edilemez bulunduğunu çeşitli defalar açıkladı. Dolayısıyla karşılıklı bir güvensizlik ve karşılıklı bir itimatsızlık ortamı var. Bunun yaratmış olduğu zehirli bir ilişki sözkonusu. Türkiye’nin S-400 füze sistemi satın alımı krizi derinleşerek devam ediyor. Şu anda gelmiş olduğumuz nokta Türk-Amerikan ilişkilerindeki muhtemelen en düşük noktalardan bir tanesidir. 1948 sonrasında özellikle Türkiye’nin 1952’de NATO üyesi olmasından itibaren Türk-Amerikan ilişkileri benim bilebildiğim kadarıyla 1970’lerdeki Kıbrıs krizi dahil bu derece kötü bir noktaya hiçbir zaman gelmemişti. Şu anda en zor noktada iki ülke arasındaki ilişki.”
“Türk – Amerikan ilişkilerinde iyileşme olacağı kanıtı yok, mucize olur”
VOA: “Türk – Amerikan ilişkilerinde bu dip noktasından iyileşme yönünde evrilme sağlanabilir mi?”
Ersin Kalaycıoğlu: “Buradan çok kolay ve hızlı bir şekilde çıkılacağını hiç tahmin etmiyorum. O mucizevi bir gelişme olur. Böyle bir şey olacağını gösteren bir kanıt da yok. Türkiye’nin özellikle son on yıldır izlemekte olduğu dış politika, Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkilerini, birkaç komşusu dışında — bunlar içinde Azerbaycan ve Gürcistan’ı sayabiliriz, bir ölçüde Rusya’yı sayabiliriz, bir ölçüde İran hariç olmak üzere — gittikçe kötüleştirdi. Bütün güney komşularıyla Kuzey Kıbrıs’ı istisna tutarsanız Güney Kıbrıs, Suriye, Irak ve aynı zamanda daha güneydeki İsrail, Mısır gibi ülkelerle olan ilişkileri olabildiğince kötü. Bunun yanı sıra batıdaki komşularıyla da özellikle Yunanistan ile ilişkileri yine aynı derecede kötü. Bu arada Ermenistan’la zaten öteden beri ilişki kurulamamış durumda. Sınır konusundan başlayan birçok anlaşmazlık konusu var. Onlar arasında Dağlık Karabağ sorunu bir çözüme doğru gittiği için belki orada bir iyileşme olabilme olasılığı Rusya’nın da arabuluculuğuyla mümkün olabilir. Ermenistan’da seçimler ile nasıl bir gelişme olacak göreceğiz. Dolayısıyla Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile başlayan ve Batı’ya doğru özellikle Fransa’yla, zaman zaman İtalya’yla da ilişkiler gergin ve hasmane. Bu ilişkiler özellikle Doğu Akdeniz’de yaz boyunca neredeyse çatışma boyutuna kadar geldi. Dolayısıyla Türkiye büyük ölçüde yalnızlaşmış durumda.”
VOA: “Türkiye yalnız mı kaldı?
Ersin Kalaycıoğlu: “Türkiye, Avrupa Birliği (AB) ile olan görüşmelerini sürdüremez hale gelmiş durumda. Bunda aynı zamanda Türkiye’nin iç politikasında Kopenhag kriterlerinden uzaklaşması da etkili. Çok yalnızlaşmış olan Türkiye, NATO içindeki müttefiklerinden fazla destek almayan bir Türkiye, komşularıyla sorunlu olan bir Türkiye… Tüm bunlar Türkiye aleyhinde birleşerek, çeşitli ittifaklar kurarak Türkiye’nin üzerine geldiği bir dönem yaşamakta. Bu aşamada ABD’nin göstermekte olduğu bu itimatsızlık ortamında, ABD ile ilişkilerini geliştirebilecek adım atabilme şansı pek yokmuş gibi gözüküyor. S-400 sistemi üzerinde bir uzlaşma olabilir, muhtemel, ama bunun nasıl gelişeceğini ve ne kadar hızlı gelişeceğini bilemiyorum. Türkiye’de muhtemelen 1952’den beri olabilecek en negatif hava söz konusu yani ABD’ye olumlu gözle bakabilenlerin oranı muhtemelen tek hanelere inmiş durumda. Türkiye’nin herhangi bir şekilde bu ilişkileri yeniden oluşturabilecek gelişmeyi gösterebilmesi, güveni sağlayabilmesi, büyük ölçüde dış politikasında değişiklik yapması gerektiriyor. Böyle bir adımı atabilmeye hazırlık olabilecek mahiyette herhangi bir girişimi yok. Aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde Kopenhag kriterleri çok önemli rol oynuyor. Bunun yanısıra real-politik önemli rol oynuyor. Orada hem göçmenler var hem Türkiye’nin ekonomik ilişkileri var, Gümrük Birliği var. Bunlardan Kopenhag kriterleriyle ilgili herhangi bir şekilde yakın zamanda iyileşme sağlayabilecek bir gelişme görünürde yok. Böyle olmadığı sürece Avrupa Birliği’yle yakınlaşma kolay kolay mümkün olacakmış gibi gözükmüyor. Bu kadar yalnızlaşmış bir Türkiye yumuşak gücünü (soft power) kaybetmiş durumda. Sert güç (hard power) kullanmayı tercih etmiş ve bunu da daha sık kullanmaya başlamış vaziyette. Bu durumda komşuları da Türkiye’yi mütecaviz (saldırgan) olarak bütün dünyaya kolay takdim edebiliyor. Onun için şu anda Türkiye’den ne istiyorlarsa onu kolay alabileceklerini düşündükleri bir pozisyona gelmiş durumdalar. Gerek Ermenistan, gerek Yunanistan, gerekse Arap ülkelerinden Türkiye’yi rahatsız edecek birçok girişim arka arkaya gelmeye başladı. Türkiye’nin de izlemiş olduğu yalnızlık politikası ‘değerli yalnızlık’ diye de ifade edilmişti pek de o kadar değerli gözükmüyor. Bunun yaratmış olduğu özellikle yumuşak güç kaybı Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinde ciddi ölçüde zedelemiş durumda. Başkan Biden’ın gündeminde Türkiye’nin yeri bir hayli gerilere düşmüş durumda. Aynı zamanda Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkileri diğer NATO müttefikleri ile olan ilişkilerini de zedeliyor. Türkiye, S-400 alımında sadece ABD değil, NATO üyelerini de ikna edebilmiş durumda değil. Fevkalade yalnızlaşmış ve dışlanmış, bir ölçüde marjinalleşmiş bir Türkiye var. ABD’nin dış politikasında Türkiye kritik rol oynayan bir pozisyonda değil. Bir zamanlar öyleydi. Türkiye’nin yumuşak güç kaybı durumu ABD açısından cazip gelebilecek bir müttefik olarak sivrilmesini de sağlamıyor. Onun için ilişkilerin çok kısa dönemde ciddi ölçülerde değişebileceğini tahmin etmiyorum. Ama yanılıyor olabilirim. Onu da Haziran ayındaki (Biden – Erdoğan) görüşmelerden sonra göreceğiz.”
“Türkiye’nin politik iyileşmesine yönelik kanıt yok, ABD’yle ilişkilerde iyileşme zor”
VOA: “Türkiye sizce hangi hamlelerle ABD’yle ilişkilerini iyileştirme yönünde ilerleyebilir?”
Ersin Kalaycıoğlu: “Türkiye, komşularıyla olan ilişkilerini düzeltmeyi başarabilirse, komşularından ciddi ölçüde destek alan bir ülke haline gelirse, onlarla uyumlu bir şekilde çalışmayı sürdürmeyi becerebilirse… Örneğin İsrail ile çok fonksiyonel ilişkileri vardı ve bunlar tahrip oldu. Mısır ile iyi ilişkileri vardı. Bunları tekrar kurabiliriz. Dolayısıyla bu ülkelerden destek görmeye başlarsa Suriye ile Irak’la ilişkilerini düzeltebilirse ve Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini daha güçlü ilişkilere dönüştürebilirse o zaman ABD ilişkileri de değişecektir. Ama bu parametrelerde yakın zamanda herhangi bir iyileşme olacağını gösteren hiçbir kanıt yok; ne siyasette, ne demokrasi, hukuk devleti ve liberal demokrasi yönünde, ne ekonomide, ne komşularla ilişkilerde, ne yumuşak güç konusunda. Dolayısıyla bu yalnızlaşma ve aynı zamanda bir lidere dayalı karar verme ve dış politikayı da bir lidere son derece dayalı şekilde yönetme diplomasinin ağırlığını Türkiye’de ortadan kaldırdı. Bu krizin ortasında Türkiye’nin Washington’da (diplomat kökenli) bir büyükelçisi yok. Bu, son derece zor bir durum.”