Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı, 1995’ten bu yana sürdürülen bu eylemlerin sürekli engellenmeye çalışıldığını hatırlattı.
Cumartesi Anneleri’nin devletin resmi ya da gayri resmi güçleri tarafından kaybedilen ve bir daha da kendilerinden haber alınamayan evlat, eş ve kardeşleri için verdiği mücadele, hak arama mücadelesinde ve işkence karşıtlığında sembol bir eyleme dönüşürken, iktidarların annelerin eylemlerine gösterdiği tahammülsüzlük de her dönem katlanarak arttı.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı, 1995’ten bu yana sürdürülen bu eylemlerin sürekli engellenmeye çalışıldığını hatırlattı.
Evrensel gazetesindeki yazısında, Fincancı, “Yurttaşlar olarak bir toplum oluşturma ve bir arada yaşayabilmemiz için gerekli olduğu varsayılan kurumlar organizasyonuna yani devlete kutsallık atfedip, sorgulamadan muaf tutmanın dayanılmaz hafifliğinde barındırırız her birini. İşledikleri suçlar soruşturulmaz ama soruşturmaya kalkan yargılanır, damgalanır” hatırlatmasında bulundu.
Fincancı yazısını şu satırlarla sürdürdü:
“Sevgili Eren Keskin daha önce hapis yatması bir yana, şimdilerde onlarca yıllık hapis cezaları ile karşı karşıya, yüz binlerce liralık para cezaları ödüyor kaç yıldır. Kaç dava açıldığını, kaç soruşturmadan geçtiğimizi sorsanız ben bile sayamam. Hakkında sayısız dava, soruşturma olan çok ama ikimizi anma nedenim var. Bu ara organize suç örgütleri ile devlet organizasyonunun kadim şahsiyetlerinin ilişkilerini, bizce faili hep belli cinayetlerin üstü örtük imalarını izlemek için insanlar ekran başına kilitlenince eski bakanları kırpıp yıldız yapan medya eliyle bize saldırmanın cazibesine kapılanlar ortaya atıldı.
Uğur Mumcu’nun katledilmesinde olay yerini süpürme emrini verenler, etkili bir soruşturma yapmamanın türlü yolunu deneyenler için şüpheli olarak gözaltına aldıklarına işkence yaptıkları iddiası yerine gördük ki bize saldırmak daha kolay, hem de daha elverişli.
Evet, Umut davası sanıklarının avukatı müvekkillerine işkence yapıldığı iddiası ile başvurdu. Evet, bu insanları muayene etmedim, çünkü cezaevindeydiler ve avukat talep etmesine rağmen bizim adli tıp polikliniğimize sevk edilmediler. Evet, muayene etmeden de düzenlenmiş yazılı belgeler incelenerek bilirkişi görüşü oluşturulabilir, rapor yazılabilir. Hazırlanan bilirkişi görüşü de tıbbi belgelemenin yeterli olup olmadığı, etkili bir tıbbi belgeleme yapılıp yapılmadığını tartışabilir. Örneğin “darp cebir izi olmadığı” ifadesinden başka bir şey yazmayan adli rapor geçersizdir. Tüm organ ve sistemlerin muayene edilip edilmediği, ruhsal değerlendirme yapılıp yapılmadığı belirtilmediğinde, böyle bir adli rapor gördüğümüzde biz gerekli muayene ve değerlendirmelerin yapılmadığına karar veririz. Yeniden ve belirttikleri yakınmalar varsa onlar da dikkate alınarak ilgili uzmanlarca muayene edilmelerini de söyleriz. Bu da bir bilirkişi görüşüdür. Üstelik Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurullarında da pek çok vakada dosya üzerinden yazılı belgeler, önceki raporlar değerlendirilip rapor hazırlanır. Hızlı ve zamanında etkili belgeleme yapılmasındaki eksikliklerin de yol açtığı yaygın bir adli tıp uygulamasıdır.
İşkence iddiasında etkili bir tıbbi belgelemenin kurallarını anımsatmak, o zamanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının suçlamak adına sarf ettiği “Yargıyı etkileme” tespitine denk düşmektedir. Zaten bilirkişinin amacı da kendi bilimsel bilgisi ile yargıyı aydınlatmak ve evet, yargıyı etkilemektir. O başsavcının tespiti doğru ama suç isnadı yanlıştır. Sevgili Uğur Mumcu’yu anarak söyleyelim, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan” ba(ğ)zı medya mensuplarının tespitlerindeki doğrulukların karalama amacıyla kullanılmasındaki yersizlik gibi… Şimdi ekranlara çıkardığınız zamanın içişleri bakanının rektöre “Atın bu kadını üniversiteden” dediğini, her işkence raporunda bir başka bakanın tehditleriyle hemhal olduğumu da hatırlatayım.”