Geçtiğimiz haftalarda yayımlanan nüfus sayım sonuçlarına göre iki küresel güç olan ABD ve Çin’de doğum oranları azalıyor.
Doğum oranının düşmesiyle beraber nüfuslar yaşlanıyor ve bu da ekonomik büyümeye engel teşkil edebiliyor. Bu sebeple de hükümetler nüfuslarını artırmak üzerine politikalara sahip olmak istiyor.
Çin ve ABD ise henüz o noktada değil. Ancak yine de doğum oranlarını artırmak çözümü kolay olmayan çetrefilli bir sorun.
Mesela Rusya gibi bazı ülkeler, çocuk sahibi olacak insanlara nakit para teşviği sunuyor. Ama bu tür politikalar gerçek hayatla çok iç içe geçen uygulamalar değil. İnsanlar bundan çok daha fazlasına ihtiyaç duyuyor.
Öyleyse bir hükümet insanları çocuk sahibi olmaya nasıl ikna edebilir?
1. Ebeveynlere uygun fiyata çocuk bakım desteği sağlamak
Japonya’da bulunan Nagi-cho isimli küçük bir kasabada kadın başına doğum oranı, aile dostu politikalarla 9 yıl içerisinde 1,4’ten 2,8’e çıktı.
Bu kasabada aileler doğan her çocuk için bir hibe ve çocuk yardımı aldı. Çocukları kreşe göndermek de ülkenin geri kalanın ortalamasına göre yarı fiyata mal oldu. Bu Nagi-cho’nun olağanüstü bir başarısı olarak ortaya çıktı ama en nihayetinde de küçük ve kırsal bir kasabaydı.
Doğu Asya’nın geri kalanında yoğun çalışma kültürü, ebeveynlerin iş ve aile ihtiyaçları arasında bir denge kurabilmesini bir hayli güçleştiriyor.
Güney Kore, dünyadaki en düşük doğurganlık oranlarından birine sahip. Ülke ailelere vermek üzere doğuma yönelik teşvikler için 130 milyar dolardan fazla para harcadı. Bu harcamaların içerisinde ücretsiz çocuk bakımı, konut yardımı ve tüp bebek destekleri de var. Hatta memurlara evlerine gidip çocuk yapmaları için ilave tatiller dahi sunuldu. Ama görünen o ki, bunların hiçbiri işe yaramıyor.
Güney Kore’nin başkenti Seul’de yaşayan Kim Ji-ye, satış ve pazarlama alanında yoğun bir işe sahip. Çocuk sahibi olmakla hiç ilgilenmiyordu, ancak ebeveynlerinin baskısına boyun eğmek zorunda kaldı. Oğlu şimdi üç yaşında. Devletten “bebek destek bakımı” için para almasına rağmen, nakit teşviklerinin hayatında önemli bir fark yaratmadığına inanıyor.
Büyük şehirlerde kamuya ait kreşler oldukça sınırlı. Hatta bazılarının yıllarca bekleme listeleri var. Bununla birlikte özel kreşler de bir o kadar pahalı.
Kim Ji-ye, “Başka bir çocuğu asla istemiyorum” diyor ve ekliyor: “Birini bile büyütmek çok zor. Bu yüzden sadece ona odaklanmak istiyorum”
Bu hükümet teşviklerinin hiçbiri Doğu Asya boyunca hakim olan aile hayatına karşı olumsuz bakış açısına engel olamadı.
Seul Üniversitesi’nde bölgedeki doğurganlık üzerine çalışan Yrd. Doç. Erin Hye Won Kim, “Güney Kore’de yasal çalışma saatlerimiz, anne ve babalık izni politikalarımız var. Ama özellikle babalık izni için, kabul seviyeleri gerçekten düşük. Bu gerçekten bir uygulama sorunu” diye konuşuyor.
2. Çalışmayı daha esnek hale getirmek
Güney Kore, Çin ve Japonya uç örnekler ama çoğu gelişmiş ülkede de iş yaşamı ile aile yaşamı arasında ciddi uyuşmazlıklar var.
Hükümetlerin çocuk sahibi olmayı teşvik için kullanabileceği bir diğer seçenek de, yarı zamanlı çalışmayı daha mümkün hale getirmek olabilir.
Yarı zamanlı pozisyonların daha yaygın olduğu ülkeler, daha yüksek doğurganlık oranlarına sahip olma eğiliminde. Ancak çoğu zaman da bu yarı zamanlı iş rollerini üstlenenler de kadınlar oluyor. Bu durum cinsiyet eşitliği önünde bir bariyer olduğu gibi işgücünü daha da azaltması sebebiyle yaşlanan nüfusa sahip bir ülke için ideal tablo oluşturmuyor.
Ama kadınları işte tutarak doğurganlığı artırmak mümkün.
Mesela İsveç, yalnızca kamuda değil, iş dünyasında da aile dostu uygulamaları nedeniyle sık sık öne çıkıyor.
Stockholm Üniversitesi Demografi Birimi Başkanı Prof. Gunnar Andersson, ülkesindeki esnek çalışma anlayışını anlatarak, kadınların ve erkeklerin küçük çocukları için bazı dönemlerde işten eve erken dönebildiklerini söylüyor.
Öte yandan saatleri azaltmadan çalışmayı esnek hale getirmenin başka yolları da var.
2017 yılında yapılan bir araştırma, Almanya’da yüksek hızlı internet hizmetlerinin artışının yüksek öğrenim görmüş kadınların doğum oranları ile ilişkili olduğunu gösterdi.
Evden çalışabilen kadınlar böylelikle çocuklarıyla daha fazla vakit geçirebileceklerini keşfetti ve zaman içerisinde de daha fazla çocuk yapmayı düşündüler. Öte yandan aynı etki, daha düşük eğitim seviyesine sahip kadınlarda ya da erkeklerde gözlemlenmedi.
Finlandiya hükümetine doğurganlık konusunda danışmanlık sunan Prof. Anna Rotkirch, benzer bir dinamiğin şu anda ülkesinde de yaşanıyor olabileceğini söylüyor. Ülke, geçen yıl salgın sırasında doğum oranını bir miktar artırdı ve bu istatistikteki baskın düşüş eğilimini alt üst etti.
Prof. Rotkirch, bunda Finlandiya’nın eğitim sisteminin çevrimiçi öğrenmeye olan yatkınlığının da rol oynadığına inanıyor.
Ancak Prof. Rotkirch, Avrupa’nın farklı bölgelerinde kadınların çocuklarla birlikte evden çalışmalarındaki büyük farklıları olduğunu da söylüyor:
“İngiltere’de mesela durum çok daha farklıydı. Çocukların uzaktan eğitimleri esnasında kadınlar gerçekten çaresizler. Eşleri de onlara yardım etmiyor.”
3. Erkeklerin ev işlerine dahilini sağlamak
Araştırmaların yapıldığı her ülkede kadınların erkeklere göre daha az boş zamanları olduğu sonucunu ortaya çıkıyor. Bunun sebebi ise kadınların ev işlerinde daha çok vakit harcaması.
Seul Üniversitesi’nden Erin Hye Won Kim, yaptığı araştırmada erkeklerin ev işlerine daha fazla yardım etmesi neticesinde doğurganlık oranlarının arttığını buldu.
Tek çocuklu aileleri inceleyen Erin Hye Won Kim, erkeklerin evde haftada bir saat daha fazla ev işi yapması durumunda, bu ailenin ikinci bir çocuk sahibi olma olasılığının arttığı sonucuna vardı.
Bu aynı zamanda İskandinavya’da yıllarca süren uygulamaların sonuçlarını da yansıtıyor. İsveç’te doğurganlık oranları, çocuk bakımına büyük ölçüde para desteği sunulmasıyla birlikte 2000’li yıllarda kısmen arttı.
Ülkede anne ve babalara çocuk sahip olmalarının ardından da hatrı sayılır izinler sunuluyor ve babalar da artık annelere sunulan doğum izninin yaklaşık yüzde 30’unu alıyor.
Prof. Gunnar Andersson, babaların çocuk bakımlarında asıl büyük rolü oynadığını söylüyor.
Kişilerin çocukluk yıllarında çocuk bakımı ve ev işlerine ilişkin kalıpları, ilerleyen yıllar içinde kendi hayatlarında da belirleyici oluyor. İsveç’te kadınların yüzde 73’ü, erkeklerin ise yüzde 56’sı her gün en az bir saat ev işi ya da yemek yapıyor. Bu işlerde Avrupa ortalaması ise kadınlarda yüzde 74, erkeklerde ise yüzde 34.
Prof. Rotkirch, bu anlamda eşlerin birbirine verdiği destek mesajlarının önemli olduğunu vurguluyor.
Uzun yıllar boyunca İskandinav ülkeleri doğru mesajları gönderiyor gibiydi. Ama artık değil.
Son on yılda İskandinavya’da doğurganlık düştü. İsveç’te istikrarlı bir düşüş oldu, ancak Norveç ve Finlandiya’da düşüş daha şiddetliydi.
Prof. Rotkirch, bu sonucu dünyadaki en mutlu, en aile dostu ülkeler arasında olmaları sebebiyle çok şaşırtıcı buluyor.
Nüfus gerçekten önemli mi?
Oxford Nüfus Yaşlanma Enstitüsü’nden Prof George Leeson, “Demografik açıdan, bunların hiçbirinin bir sorun olmaması gerekiyor” diyor.
Batı Avrupa’da doğurganlık oranları 1970’lerden beri ikame seviyesinin altında seyretti ancak nüfus büyümeye de devam etti. Prof. Leeson, bu durumu “Nüfus, göçle beraber arttı ve tazelendi” şeklinde açıklıyor.
Küçülen işgüçleri, yaşlıların istemeleri durumunda işte kalmalarına izin verilerek dengelenebilir.
Tüm bunlarla beraber azalan nüfus iklim değişikliği açısından olumlu etkilere bile sahip olabilir.
Prof. Leeson, “Şu anda ebeveynlerimiz ve büyükbabalarımız kadar çok çocuğumuz olmaması, dünyaya biraz nefes aldırıyor” diyor.
Prof. Rotkirch de eninde sonunda tüm politikaların insanlara istedikleri sayıda çocuğa sahip olmalarına yardımcı olması gerektiğini söylüyor:
“Tüm bunlar, çocukların da çocuk sahibi insanların da refahını etkiliyor. Ve en önemli şey de doğan çocukların iyi bir hayata sahip olması.”
KAYNAK: BBC TÜRKÇE