İdam edilişlerinin yıl dönümünde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı anarak sözlerini sürdüren Günay, “Denizlerin idam edilmesi, halkların eşitlik, özgürlük, barış mücadelesine verilen kanlı bir cevaptı ve o tarihten beri benzer saldırılar hiç eksik olmadı. Bu idamlar devlet eliyle gerçekleştirilmiş siyasi cinayetlerdir ve cinayetlerin altında imzası olanlar, tarih nezdinde de halkların vicdanında da çoktan mahkum oldu. O idamlar için el kaldıranların hiçbiri bugün yaptıklarını savunamıyor. Ama bugün de halkların eşitlik ve özgürlük taleplerine karşı aynı anlayışı sürdüren darbeci zihniyetler varlığını sürdürüyor. Onların yaptıklarından utanacakları, yaptıklarının hesabını verecekleri zamanlar uzak değildir. Çünkü halkların talebi de halklar adına yola çıkanların mücadelesi de büyüyerek sürüyor” şeklinde konuştu.
‘AKP-MHP’NİN PANZEHİRİ HDP’DİR’
Artan intiharlara dikkat çeken Günay, yurttaşların pandemi ile açlık arasında ikileme sürüklendiğini belirtti. Günay, “Tüm bunları görünmez kılmanın yolu ne? HDP’ye saldırmak. Evet, bekalarını partimize saldırarak ayakta tutmaya çalışan aciz bir iktidar var karşımızda. Ancak onlar saldırdıkça, biz güçleniyoruz. Onlar saldırdıkça halk, HDP’nin Türkiye için ne kadar elzem olduğunu daha iyi anlıyor. İzmir Aliğa’da, Rize İkizdere’de, Diyarbakır Bağlar’da, İstanbul’da, İzmir’de, Cizre’de görüyoruz bunu. Bu yüzden diyoruz ki; nasıl ki faşizmin panzehiri demokrasi ise AKP-MHP iktidarının panzehiri HDP’dir” diye belirtti.
İMAMOĞLU’NA SORUŞTURMA
İstanbul Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu ile ilgili açılan soruşturmaya değinen Günay’ın açıklamaları şöyle: “En son bir rezalete daha tanık olduk. İstanbul Belediye Başkanı Sayın İmamoğlu’na, bizim belediyelerimizi ziyaret ettiği gerekçesiyle bir soruşturma başlatılmış. İçine düştükleri çürümeyi halktan gizlemek için ne yapacaklarını, nereden tutacaklarını bilmiyorlar artık. Nedir soruşturma gerekçesi? Sayın İmamoğlu belediyelerimizi ziyaret etmiş, bu şekilde suçu ve suçluyu övmüş! Gerçekten bu iktidar kötülükte sınır tanımıyor, rezalette kendisiyle yarışıyor. Şirazeden çıkmış bir iktidar ve onun genelgeci Bakanı Soylu durdurulamıyor artık. Halkın oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanını ziyaret etmekten daha doğal ne olabilir? Suç olan, bir belediyeyi ziyaret etmek değil belediyeyi kayyımla gasp etmektir.
KAYYIM
Bakın Sadece Mardin kayyımı tarihin gelmiş geçmiş en büyük kent soygunlarından birine imza attı, belediyeyi milyonlarca lira dolandırdı. O kadar çok çaldılar ki atadıkları kayyımlara kayyım atamak zorunda kaldılar. Neden? Yolsuzluktan, dolandırıcılıktan, organize suçlardan. Yani iktidar suçlu arıyorsa, kayyımlarına, kayyımlarının yaptıklarına baksın. İktidar suçlu arıyorsa kendi belediyelerinin gri pasaportla yurtdışına nasıl insan kaçırdığına baksın. İktidar suçlu arıyorsa, dolandırıcı, çete, kadın katili arıyorsa İçişleri Bakanı’nın fotoğraf albümlerine, onunla fotoğraf çektirenlere baksın.
CAMİYE BİBER GAZIYLA SALDIRI
Ya da camilerde ibadet edenlere biber gazıyla, copla saldırma emrini verenlere baksın. Korkunç görüntüleri izledik. İbadethanelere bu şekilde saldırmak faşizmin geldiği boyutları göstermesi açısından çarpıcıdır. Lebalep kongreler yapan AKP iktidarının, pandemi yasağı gerekçesiyle camilerde ibadet halinde olan yurttaşlara biber gazıyla saldırması, şiddet uygulaması sadece İslam dünyasının değil insanlığın vicdanını yaraladı. Bu görüntüleri kabul etmek mümkün değil. Sadece son bir haftada yaşanan bu saldırılar şunu gösteriyor: İktidar için, kendisi gibi düşünmeyen kim varsa; camide de olsa, 1 Mayıs meydanlarında da olsa, İkizdere’de de olsa hedefte. Ama şunu unutmasınlar; başta HDP olmak üzere demokratik muhalefet mücadeleden vazgeçmez.
SINIR ÖTESİ OPERASYONLAR
Bu iktidarın varlık gerekçesi bu işte; içeride halka saldırı, dışarıda operasyon ve savaş! Bir kez daha Kürdistan Bölgesel Yönetiminin olduğu bölgelere yönelik saldırı başlatıldı. Çözüm sürecinin sona ermesinden bu yana farklı adlar altında yürütülen bu saldırılar, Kürt halkının can ve mal güvenliğini tehdit ediyor. Kürtler yerleşim yerlerini terk ediyor ve zorunlu göçe maruz kalıyor. Bu son operasyonda da yine köyler boşaltıldı. Afrin’den Qamışlo’ya, Şengal’den İran sınırına kadar 1200 kilometreyi aşkın Bölgesel Kürdistan Yönetimi sınırında oluşturulmak istenen tampon bölgenin asıl gerekçesi Kürt düşmanlığıdır. Bu düşmanlığı Güney Kürdistan referandumunda da hepimiz açık bir şekilde gördük.
KDP ALET OLMAMALI
Buradan Kürt halkına seslenmek istiyorum, nerede olursa olsun, Kürtlerin kazanımları bir bütündür. Kürtlerin yalnızca coğrafyası değil, aynı zamanda kaderleri de ortaktır. Kürtlerin göçe maruz kalmadan, coğrafyaları bombalanmadan, kendi topraklarında katledilmeden kendi yurdunda, onurlu bir yaşam sürmesinin yolu Kürtlerin birliğidir. Ayrıca Kürdistan Bölgesel Yönetimine de seslenmek istiyorum: Beklentimiz Kürtleri karşı karşıya getirmeye yönelik politikalara alet olunmaması, bu kazanımların çeşitli bölgesel işbirliklerine kurban edilmemesidir. Bu Kürt halkına karşı tarihi sorumluluğun gereğidir.
SAVAŞIN FATURASI
Türkiye haklarına da çağrımızdır: Kürt coğrafyasının bombalanması, insanların zorla yerinden edilmesi, bu ülkeye sürekli bir biçimde cenazelerin gelmesi Türkiye halklarının yararına değildir. Hayatını kaybedenlerin her biri bu ülkenin biricik evlatlarıdır. Ekonomik krizin bunca derinleştiği, insanların evine ekmek alamadığı, yoksulluktan dolayı her gün yurttaşlarımızın intihar ettiği Türkiye’de savaşın hiçbir yurttaşımıza faydası yok. Bu savaş politikasının ağır faturasını iktidar Türkiye’nin yoksullarına ödetiyor. Savaş politikaları halkların dününü heba ettiği gibi, bugününü ve geleceğini de heba ediyor.
ÇÖZÜM SÜRECİ
Hayatımızı ve geleceğimizi karartan bu savaş politikalarını hep birlikte durdurabiliriz. Ölüm siyasetine karşı yaşamı esas alan bir siyaset inşa edebiliriz. Bunu başarabileceğimizi gösteren yakın tarihli örneklerimiz var. Bakın 2,5 yıl süren çok değer verdiğimiz çözüm sürecinde, Türkiye halkları ilk defa ortak bir umut etrafında kenetlendi. 2,5 yılda yaşanan rahatlamanın sonucu olarak işçisinden esnafına, çiftçisinden öğrencisine kadar herkese umut aşılayan koşullardan oldukça uzak bir yerdeyiz. Türkiye’de barış mümkün, ortak yaşam mümkün, geleceği birlikte kurmak mümkün; yeter ki isteyelim, yeter ki bize dayatılan koşullara karşı çıkalım ve birlikte mücadele edelim.
BARIŞ SESİNE SALDIRI
İktidar bunu gayet iyi biliyor, bir araya gelirsek, barış siyasetini yürütürsek, ekmeğimizi, aşımızı çalamayacağının farkında. Bu yüzden en çok barışa, barış sesine saldırıyor. Tecrit siyaseti işte bu saldırının mihenk taşıdır ve can damarıdır. Türkiye’nin bugün içine sürüklendiği krizlere, darbe mekaniğine, otoriter yönetim anlayışına karşı uyarılar yapan, Türkiye siyasetini esaslı bir yerden okuyan özgürlük perspektifi sunan aktörlerin başında 22 yıldır ağır tecrit altında tutulan Sayın Öcalan geliyor. Son yirmi yıldır her seferinde deneyimlediğimiz, herkesin de kabul ettiği bir gerçekliktir bu.
İMRALI’DA TECRİT
Öcalan, özel bir gasp ve hınç hukukuyla tecrit altında tutuluyor. Avukat görüşü yok, aile görüşü yok, telefon görüşü yok. Öcalan çözüm modellerinden söz ettikçe, yol haritaları hazırladıkça, somut adım atıp hazır olduğunu ifade ettikçe ve kangrenleşmiş Kürt sorununa dair nihai çözüm masasını işaret ettikçe, tecrit ağırlaşıyor, derinleşiyor. Neden mi? Çünkü istiyorlar ki, bu savaş sürsün, cenazeler gelsin kimse Türkiye’nin yaşadığı gerçek sorunları konuşmasın. İstiyorlar ki Öcalan bu konuda toplumu uyarmasın, çağrıları karşılık bulmasın. İşte tecridin anlamı da esasen budur. Öcalan üzerindeki tecrit ağır ve tehlikeli bir hal aldı artık. Kendisiyle yapılan son korsan telefon görüşmesinde de dile getirdiği ‘devlet yanlış yapıyor’ uyarısı son derece önemlidir. Devlet ve iktidar yanlışta ısrar etmeyi sürdürüyor.
YANLIŞTAN DÖNÜN
Tecritle, kumpaslarla, iletişim kanallarını kesmekle bu gidişatı sürdüremezsiniz, toplumu oyalayamazsınız. Sadece savaşı derinleştirir, toplumun hafızasını kirletirsiniz. Tekrar tekrar söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz. Bu vesileyle tecridin kaldırılması için 162 gündür direnen tutsakların sesine ve uyarısına kulak verin, yaptığınız bu yanlıştan dönün, İmralı’nın kapılarını açın.
DEMOKRATİK MUHALEFET
AKP iktidarı bu ülkeyi yönetemiyor. Sağlık ve ekonomik güvence sağlayamıyor. İşsizliğin önüne geçemiyor. Enflasyonu ve kuru durduramıyor. Her gün milyonlarca dolar faiz ödemesini engelleyemiyor. Bu acizlik dünyanın başka ülkesinde olsaydı, Sağlık Bakanı ve genelge bakanı bir gün görevde kalmaz, istifa ederdi. Biz tekrardan diyoruz ki, bir ülkede herkes kendi başının çaresine bakacaksa, o ülkedeki iktidarın işlevi ve meşruiyeti kalmamıştır. O yüzden bu durumu değiştirme sorumluluğu bizdedir, muhalefette ve toplumdadır. Demokratik muhalefeti yaratarak bunu başarabiliriz. Türkiye’yi bu iktidardan kurtarmaya gücümüz de var, kedimize güvenimiz de var.”
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.