YORUM | AHMET KURUCAN
Ramazan’da konuşmacı olarak katıldığım Youtube’dan yayın yapan Kuzey Ramazanları programında sunucu H. İbrahim Seyhan Bey “Bir soru soracağım ama soruyu duyar duymaz aklınıza gelen ilk üç şeyi söyler misiniz?” dedi ve ardından “Ramazan Bayramında memleketinizde olsaydınız ne yapardınız?” sorusunu sordu. Belki 3-4 saniyelik duraksamadan sonra ilk aklıma geleni söyledim: “Kabristan ziyareti.”
Memleketim Tavşanlı’da olduğu gibi sanırım Anadolu’nun birçok yerinde bayram namazı kılındıktan sonra mezarlığa gidilir. Ahirete irtihal etmiş aile fertleri, eş-dost-akraba ve komşuların kabirleri tek tek ziyaret edilir, Fatiha’lar, Yasin’ler okunur. Neşeli bir hüzün havası hakimdir mezarlığa ziyarette bulunanların yüzlerinde o sabah. Bir taraftan bayrama ermenin neşe ve neşvesi diğer taraftan kabirlerini ziyaret ettiğin ve belki bin bir hatıranın olduğu insanlarla o bayramı birlikte geçiremeyecek olmanın hüznü.
Programdan sonra çok düşündüm bu konu üzerinde. Neden “bayram” denince ilk defa kabristan ziyareti aklıma geldi diye. Bu yazıyı kaleme alırken hala düşünüyorum. İzah sadedinde söyleyebileceğim şey; ölüm gerçeğini kabullenmemiz ve onunla birlikte yaşamamız. Evet, biz biliyor ve inanıyoruz ki bu dünya fani. Dünya fani olduğu gibi içinde bulunan canlı cansız bütün varlıklar da fani. Bu inancın göstergelerinden biri mezar taşlarımızın üzerine yazdığımız “Hüve’l Baki” sözüdür. Manası; dünya ve dünya üzerinde yaşayan canlı cansız her varlık bir gün gelecek ölümün tadını tadacak ve geride sadece O (cc) kalacak.
Ölüm öldürülemeyen bir gerçek ama başka bir gerçek daha var; o da bizim ölülerimizle birlikte yaşadığımız. İhtimal bana hiç düşünmeden “Kabristan ziyareti” dedirten bu olabilir. Yahya Kemal’e ait bir sözdür bu. Anlatıldığına göre merhumun Madrid Büyükelçiliği yaptığı 1929-1934 yıllarında nüfusumuz 14-15 milyon kadarmış. Bir vesile ile kendisine ülkemizin nüfusu sorulduğunda: “Türkiye’nin nüfusu 50 milyondur…” demiş. Orada bulunlar bu cevaba şaşırmışlar ve hayretlerini gizleyemeyerek: “Bu nasıl olur” demişler. Bunun üzerine Yahya Kemal işte bu meşhur cümleyi söylemiş: “Bunda şaşılacak ne var ki? Biz ölülerimizle birlikte yaşarız.”
Doğrudur, biz o yıllarda ve tabii ki öncesinde ölülerimizle birlikte yaşıyorduk. Eski şehirlerimize bakın, mezarlıklar şehrin içinde. Bazen mabetlerle yan yana, kol kola, iç içe, sarmaş dolaş. Hayatla ölümün bir vahidin iki yüzünden ibaret olduğunu gösteren enfes bir ayna. Eyüp Sultan’a gidin, Fatih’e uğrayın, Zeynep Kâmil’e yolunuzu düşürün, aradan geçen onca yıla rağmen hala bu gerçeği gözlerinizle görebilirsiniz.
Küçük Anadolu kasabalarında da böyledir. Merkezi camiden cenazeyi 20-30 insanın nöbetleşe omuzları üzerinde götürebileceği kadar yakındır mezarlıklar şehre. İşe giderken, eve dönerken yolunuz mutlaka mezarlığın önüne-arkasına, sağına-soluna uğrar. Uzağından ya da yakınından geçerken Fatihalar gönderirsin oradaki ölülere. İstemesen de ibret alırsın orayı görünce. Mezarlık adeta dile gelmiş gibidir böyle anlarda. “Senin de eninde sonunda geleceğin yer burası,” diyordur sana. Camide dinlediğin vaazlardan daha tesirlidir o içinde duymuş olduğun ses mezarlıkta.
Şimdilerde nasıl, inanın bilemiyorum. Dünyevileşmenin Müslümanların hayatında hâkim bir unsur olduğu şu zaman diliminde, ölümü öldürmek, ölümü hatırlamamak ve onu hayatından bütünüyle çıkarmak için gayret gösterenlerin olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Boşuna bir uğraş bu. İnsanın kendisini aldatmasından başka bir şey değil. Fantezi bile olamaz bu düşünce. Çünkü yukarıda dediğim gibi: “Ölüm öldürülmüyor, öldürülemiyor ve kabir kapısı kapanmıyor.” Ecel celladı da bir kenarda durmuş kimin kapısını çalma emri verildiyse o kapıyı hemen çalıyor.
Bir bayramı daha idrak edeceğiz. Dünyanın değişik yerlerinde yaşayan dostlarıma bir teklifim olacak bu bayram için. Teklifim şu: Gelin bayram namazı sonrası hep birlikte omuz omuza, kol kola, el ele vererek hayalen içinde yaşadığımız süreçte ruhunu Rahman’a teslim eyleyen yüzlerce insanımızı mezarlarında ziyaret edelim. Fatiha’lar okuyalım, dualar edelim.
Evet, gelin hep birlikte hayal gücümüzü kullanarak Halime Gülsu deyip Mersin’de, Esma Uludağ deyip İzmir Buca’da, Karaefe Ahmet Ataç ve Haluk Savaş deyip Adana’da buluşalım. Her birerlerinin mezarının başında birer Fatiha okuyalım.
Devam edelim yolculuğumuza nuraniyet sırrını yakalamış varlıklar misali. İstanbul’da defnine izin verilmediği için Konya’nın Ahırlı ilçesine gömülen Gökhan Açıkkollu’ya, koğuşunda ölü bulunan ardından da ölüm nedeni kalp krizi olarak ilan edilen ve Bilecik’te gömülen Zeki Güven’e, Konya’da medfun bulunan hayırsever iş adamı Naim Çıtır’a uğrayalım. Birer Fatiha da onların ruhuna gönderelim.
Durmayalım, cezaevinde iken kanser hastalığına yakalanan ve son ana kadar tedavisine izin verilmeyen Kadir Eyce için Mersin’in Mut ilçesine, Silivri’de resmi kayıtlara göre intihar ama aslında işkenceden dolayı ölen Halil İbrahim Özyavuz için Şanlıurfa’ya, cezaevinde kanser olduktan sonra ölen işadamı Medeni Arifoğlu için Bingöl’e, zatürre olduğu halde tedavisi geciktirilen ve Ordu cezaevinde ölen Kuran-ı Kerim öğretmeni Nesrin Gençosman için Trabzon’a, Ege’nin serin ve derin sularında boğulan Sena Aksoy ve oğlu Yusuf Baha Aksoy için Sinop Durağan’a, Boğaziçi Köprüsünde vahşi caniler tarafından boğazı kesilerek öldürülen Harbiyeli Ragıp Enes Katran için Gaziantep’e, yine aynı gaddar zalimler tarafından Boğaziçi Köprüsü’nde linç edilerek öldürülen er Burak Dinler için Sivas’taki köyüne kadar uzanalım. Göz yaşları içinde birer Fatiha da onlara hediye edelim.
Istıraplar yumağı Meriç’te 3 oğluyla birlikte boğulan Hatice Akçabay ve 1 yaşındaki oğlu Bekir Aras için Karaman’a, 5 yaşındaki oğlu Mesut için Hatay’a ve cenazesi hala bulunamayan 6 yaşındaki büyük oğlu Ahmet Esat için de ona mezar olan Meriç’e gidelim.
Ardından tekrar yurda dönelim… Gümüşhane E Tipi Cezaevinde beyaz bir sandalye üzerinde ölü bulunan komiser yardımcısı Mustafa Kabakçıoğlu Samsun’un Toybelen köy mezarlığında, babası tutukluyken 6 yaşında beyin kanserinden vefat eden Selman Çalışkan Manisa’da yatıyor. Onlara da uğrayalım. Birer Fatiha da onlara gönderelim. Kabirleriniz pürnûr, mekanlarınız cennet olsun diyelim.
Babası tutukluyken mide kanserine yakalanan ve hayatının baharında hayatını ahirete göçüp giden tıp öğrencisi Ayşe Koca Burdur’da, cezaevinde kansere yakalandıktan sonra vefat eden askeri öğrenci Bilal Gülfidan İzmir’de, aynı şekilde cezaevinde yakalandığı kanserden hayatını kaybeden öğretmen Engin Erol Samsun’da, Silivri Cezaevinde mide kanserine yakalanan ve büyük hak ihlallerine kurban giden tıbbi mümessil Deniz Hakan Şen İstanbul’da, görüş yolunda geçirdikleri trafik kazasında hayatlarını kaybeden Hatice-Enes Civelek‘in kızları 8 yaşındaki Naime ve 3 yaşındaki Betül Düzce’de, kendisini Silivri’nin soğuk hücrelerinde yakalayan kanser sebebiyle ölen Fatih Terzioğlu Manisa’da, Afyon Cezaevinde iken konulan teşhis ile pankreas kanseri olan ve akabinde vefat eden gazeteci Mevlüt Öztaş Afyon Çay ilçesi Karacaören kasabasında, aynı kaderi yaşayan Abdülazim Özdemir Ankara’da, Abdülvahid Tuncay Beypazarı’nda mahşer gününü beklemek üzere geçici istirahatgâhlarında yatıyorlar. Onlara da uğrayalım, dualar edelim.
Yoruldunuz belki ama vefamızı gösterelim bu ölülerimize ve devam edelim. Eşi ve babası tutukluyken bunalıma girip balkondan düşen Halime Çalışkan için Çanakkale’ye, Rize Cezaevinde tutuklu bulunan eşini ziyarete giderken Sivas Şarkışla’da trafik kazası geçirerek hayatını kaybeden Hicran Dalga için Trabzon Çaykara’nın Köknar Köyüne, inşaatta çalışırken vinç altında kalarak can veren akademisyen Doç. Dr. Mustafa Çamaş için Samsun Çarşamba Yeni Kışla Köyüne, Sincan’da hastalandıktan sonra ölen Kurmay Albay Mustafa Barış Avıalan için Adana Kabasakal Mezarlığına, cezaevinde kansere yakalanan Doç. Dr. Ahmet Turan Özcerit için Ankara’ya, Afyon Cezaevinde mide kanserine yakalanan komiser Ümit Gökhasan için Afyonkarahisar Yeşil Yayla Sazak köyüne ve Yunanistan’da kalp krizi geçiren öğretmen Halil Dinç’i ziyaret için Trabzon Vakfıkebir Çelebi köyüne gidelim ve her birinin başında durup birer Fatiha da onların ruhlarına hediye edelim.
Bir yolculuk da hükmi şehit mertebesine erdiklerine inandığım koronavirüs sebebiyle vefat edenler için yapalım. Osman Reis deyip Samsun’a, Halil Şimşek Hoca deyip Almanya’ya, Mehmet Yıldız deyip İsviçre’ye, Yrd. Doç. Dr. Halil Şimşek deyip Bayramiç’e ve daha dünyanın değişik yerlerinde vefat eden tüm dostlarımızın kabirlerinin başına gidelim, mekânlarının cennet makamlarının âli olması için niyaz ve tazarruda bulunalım.
Yaptığımız dualara, okuduğumuz Fatiha’lara ülkemizde rejim karşıtı, iktidar muhalifi denilerek yıllardan beri devletin orantısız gücüyle nice nice zulümlere maruz kalarak terk-i dünya etmiş kişilerin hepsini dahil edelim. Din, dil, ırk, cins, meslek farkı gözetmeyelim, aidiyet duyduğu sosyal veya ideolojik gruplarına bakmayalım.
Evet, gelin bu hayali yolculuğu yapalım; yapalım ve Yahya Kemal’in dediği gibi ölülerimizle birlikte yaşadığımızı, bizimle onlar arasında bir fark olmadığını, sadece iki farklı hayat mertebesinde yaşamlarını devam ettiren insanlar olduğumuzu gösterelim. İnsanlık adına, Müslümanlık adına, aynı duygu ve düşünceler etrafında birleştiren arkadaşlık ve dostluk adına gösterilmesi gereken bir vefadır bu.
Siz de biliyorsunuz ki buraya kadar saydığım isimler sadece birer numune. Liste o kadar uzun ki ciltlerle kitap olur hepsini yazmak. Bu sebeple bir bayram sabahı hayal dünyasında ölülerimize Fatiha’lar okumak için çıktığımız bu yolculukta isimlerimi saymadığımız yüzleri, binleri de niyet ederek okuduğumuz Fatiha’ları, yaptığımız duaları onların da ruhlarına hediye edelim, “Vâsıl eyle Ya Rabbi, haberdâr eyle Ya Rabbi” diyelim.
Dünya hayatında telafisi mümkün olmayan ve insanların temel hak ve özgürlüklerini hedef aldığı için en alçak suçlar arasında yerini alan bu zulümleri işleyenlere bir şey demeyecek misiniz diyebilirsiniz. Hayır demeyeceğim. Bu bayram sabahı o menfaat ve şer şebekesinin hayallerimin içine girmesine, maneviyatımı etkilemesine izin vermeyeceğim. Israr ediyorsanız sadece şunu diyebilirim: Arzum, isteğim, dileğim Allah’ın onlara hem dünyada hem de ahirette mazlumların ahlarını işitip, haklarını gözetip adaleti ile muamele etmesidir.
Bayramınız mübarek olsun.
Kaynak: Tr724