YORUM | NEVİN ERDEM
Bazı şeylere yeniden başlamalıyız; sil baştan yani.
Hukukla ilgili bazı tartışmalar, hukukun A, B, C’sinin tam olarak yerleşmediği bir toplumdan, Nobel Ödülü alacak performans beklemek gibi geliyor bana.
İlk ve ortaokul eğitim müfredatında yer alan hayat bilgisi ve sosyal bilgiler derslerinin konuları olan temel bazı hukuki, ahlaki ve etik değerlerin tam olarak sindirilmediği açık.
Yöneten de yönetilen de, kanun koyan da uygulayan da, yargılayan da yargılanan da bazı kurallarla bağlıdır.
Bir arada yaşamanın zorunlu kıldığı bu kuralların bazıları yazılıdır, bazıları değildir.
Yazılı hale getirilerek bir genelgeye, yönetmeliğe, tüzüğe, kanuna, anayasaya konulan bir kural artık hukuk kuralıdır.
Hukuk kuralları herkesi bağlar.
Hukuk kuralları karşısında bütün insanlar eşittir.
Bu Roma Hukuku’nda da İslam Hukuku’nda da modern hukukta da böyledir.
Birçok yönünü beğenmesek de, şu an yürürlükteki en temel ve üst hukuk kurallarının yazılı olduğu metin olan Anayasa’nın 10. maddesi açıkça diyor ki, “herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.”
Yani diyor ki, hukuk kuralları kimseyi daha az veya daha çok bağlamaz. Herkesi eşit şekilde bağlar.
Bir genelgeyle, korona salgını nedeniyle cenazelere katılım 30 kişiyle sınırlandırıldı.
Bu kurala uymayanlara cezalar yazıldı. İnsanlar acılarını sınırlı sayıda kişiyle paylaşabildiler.
YÖK Başkanı’nın babasının cenaze törenine ise Erdoğan ve Koca dahil binlerce insan katıldı.
Aynı şey Ümraniye Belediye Başkanı’nın babasının, Said Nursi’nin talebelerinden Hüsnü Bayramoğlu’nun, Süleyman Soylu’nun annesinin, eski İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın cenaze törenlerinde ve daha birçok cenaze töreninde de yaşandı.
Ekranların önünde, canlı yayınlarda “kurallar bizi değil, sizi bağlar” mesajı verildi.
Bir yandan salgının yayılmasını engellemek için çeşitli zaman dilimlerinde ve yaş gruplarında sokağa çıkma yasakları uygulanıp, barolara, sendikalara kongreler yaptırılmazken, diğer taraftan kalabalık grupların iller arası otobüs yolculukları ile taşındıkları AKP kongreleri yapıldı. Hatta bu kural tanımazlık “Salgının olduğu bir dönemde kongre yapıyoruz ve salon lebalep dolu” sözleriyle bizzat Erdoğan tarafından övgüyle dillendirildi.
Daha geçen birkaç gün önce, camide itikaf yapmak isteyen Furkan Vakfı üyeleri, caminin içine giren polislerin biber gazlı müdahalesiyle gözaltına alındılar.
Gün geçmiyor ki, bir hukuk kuralının sıradan vatandaş söz konusu olduğunda sert bir şekilde, acımasızca uygulandığına, iktidar yandaşı söz konusu olunca ise görmezden gelindiğine tanıklık etmeyelim.
Eşitlik ilkesini ihlal eden ayrıcalıklı uygulamalar göstere göstere yapılıyor.
Halkın oylarıyla iktidara gelenler, halkın tepkisinden çekinmiyorlar. Modern, demokratik bir hukuk devletinde hayal edilemeyecek bir pervasızlık bu.
Pandemi döneminde batılı ülkelerde, sosyal mesafe kuralına uymayan Norveç Başbakanına ceza kesen polis veya eşinin cenazesini 30 kişiyle sınırlı şekilde kaldıran İngiltere Kraliçesi örnekleri görülür.
Kimsenin acısı, sevinci, diğerlerin acısından, sevincinden daha az veya çok değildir.
Türkiye’de iktidarın kendisini kurallarla bağlı görmemesi ve bunu açık açık göstermesi ya ülkede demokrasinin olmadığını, dolayısıyla halkın fikrinin bir öneminin bulunmadığını gösterir ya da halkın en temel hukuk bilincinin yeterince gelişmediğini gösterir.
Ayrıcalıklı uygulamalara tepki göstermek temel hukuk bilincinin varlığını, farkındalığı gerektirir. Elbette bu, ahlaki ve etik değerlerle tamamlanmalıdır.
Ancak, “Ben yönetenlerle eşitim. Kuralları Meclis de koysa, yöneticiler de koysa, kural konulduktan sonra koyanlar dahil herkesi bağlar.” bilincine sahip olunmadan hesap sorulamaz.
Çoğunluğun böyle bir bilince sahip olmadığı bir ülke, hukuk devleti olmaktan çok uzak demektir.
İşin aslı, AKP’nin kendisi dahi eşitlik ilkesinin mağduru bir kitle tarafından 19 yıl önce iktidara getirilmedi mi? Kendisini ayrıcalıklı bir zümre tarafından dışlanmış hisseden bir kitle!
Eşitlik, hukukun üstünlüğü, insan hakları, demokrasi, Avrupa Birliği söylemleriyle iktidara gelen AKP, iktidarını sağlamlaştırmasıyla birlikte tüm bunlardan yüz çevirdi.
George Orwell’ın Hayvan Çiftliği’nde anlattığı gibi adeta. “Bütün hayvanlar eşittir” ile başlayan “Bütün hayvanlar eşittir fakat bazı hayvanlar ötekilerden daha fazla eşittir”e evrilen bir hikaye. Ütopyadan distopyaya dönüşüm.
İktidar tarafından yaratılan, kendisini hukuk kurallarının bağlayıcılığından muaf gören ayrıcalıklı bir sınıf var.
İhale yolsuzluklarına dokunulmayan, uyuşturucu ve silah ticaretlerine ses çıkarılmayan, marinalara çöküşleri görmezden gelinen, işkence yapmaları ve adam kaçırmaları korunan, teşvik edilen, “beşli” çeteleşen, mafyalaşan bir sınıf bu.
Bu ayrıcalıklı, “ötekilerden daha fazla eşit” olan sınıfın herkes farkında.
Kimse rüşvet alan, yolsuzluk yapan, halkın parasını çalan bir bakanın, eskiden görülen örneklerinin aksine, Yüce Divan’a gitmesini ihtimal dahilinde görmüyor. En son, kendisine ve eşine ait şirketten piyasa fiyatının 2.5 kat fazlasına kendi bakanlığına dezenfektan aldırdığı ortaya çıkan eski Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın durumu ortada. Ortada ciddi bir suç soruşturmasına konu edilmesi gereken eylem var. Ama adeta ceza mevzuatı onun için değil gibi davranıyorlar.
Böylesi bir iktidarın, koronavirüsle mücadelede Çılgın Hırsız animasyonunun kahramanı Gru’yu kullanması ise hayli ilginç.
Niçin Gru?
Gru ki, tarihin gördüğü en büyük hırsızlığı yapma hayalleri kuran, bu amaçla Ay’ı dahi çalan bir hırsız.
İktidarın hukuksuzlukları, rüşvet, hırsızlık ve yolsuzluklara bakış açısı gözetildiğinde, Gru’lu tanıtım videosu cuk oturmuş.
Ne dersiniz?