YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Ramazan günü hiç beklemediğim bir paketin içinden çıkan küçük şeyler beni nasıl da mutlu etti. Taze hurma, Ülker fıstıklı çikolata ve bir de prensesin kendi elleriyle yaptığı minik bir tütsülük. Bir pakete dünya nasıl sığdırılır, baba bir anda dünyanın en mutlu adamı nasıl yapılır bilir. Kız evlatlar bunu bilir…
Antep fıstıklı çikolatanın bir hikayesi var tabi ki. Yıllar önce, Ülker Grubu, Godiva’yı satın aldıktan sonra çikolataların formülünü yapan ekibin şefini Türkiye’ye getirmiş ve ürünleri hangi formüllerle, nasıl ürettiklerini bir grup davetliye anlatmıştı. Şef uzun uzun anlattıktan sonra en çok hangi ürünün beğenildiğini tek tek sormuştu. Ona Ülker’in Antep fıstıklı çikolatası diye cevap vermiştim. Bu söz üzerine herkes kahkaha atmış ve ben bu olayı o gün evde anlatmıştım. Küçük hatıralar, unutulmayan ayrıntılar bu gurbet diyarında insanın yüreğine ne güzel dokunuyor.
Ancak pakette hayli şaşırdığım bir sürpriz daha vardı. Bir gazete, kağıda basılmış yeni bir gazete. Oksijen. Yıllar önce küstüğüm, görmediğim, görüşmediğim çok yakın bir arkadaşla göz göze gelmek kadar şaşırtıcı; kağıda basılmış gazete…
Zaman’a el konulduğu 4 Mart 2016 tarihinden bu yana yaklaşık 5 senedir, basılmış bir gazeteyi elime alıp okumamıştım. (Zamana el koymalarından sonra yayınlanmaya başlayan Yarına Bakış ve Yeni Hayat gazetelerinin ilk nüshalarını incelemek için alıp bakmayı saymazsak…)
Oysa, matbaadan yeni çıkmış kağıt gazetenin kokusu, en değme parfümden bile daha hoş gelirdi bize. Gazeteyi almak, sayfaları tek tek incelemek, bir haberi, bir yazıyı okumak için gazeteyi uygun bir şekilde katlamak, doyasıya okumak, insana yaşama sevinci veren bir ritüeldi adeta.
30 yıllık emeğimizi, alın terimizi, bir gecede gasp etmelerinin acısı yüreğimizde paslı bir çivi olarak öylece duruyor. O yara içimizde nasıl bir travmaya sebep olmuş ki on yıllardır yaptığımız bütün alışkanlıklarımızdan bizi bir gecede vazgeçirdi.
Zaman bizim ilk gençlik hikayemizdi, yayın hayatına başladığı ilk günü, sabahın ilk ışıklarıyla bayiye nasıl koştuğumu ve siyah beyaz logolu Zaman’ın ilk nüshasını nasıl soluksuz okuduğumu hiç unutmadım. İzmir’de evden, Bornova’daki okula gitmek için iki vesait değiştirir yol boyunca bütün gazeteyi mıncık mıncık okurdum. Rüya zamanlardı.
Kağıda basılmış gazete bizim jenerasyon için bir çocukluk arkadaşıydı. Çocukluktan 5 Mart 2016 tarihine kadarki hayatımda bir yol arkadaşı.
Ama insanoğlunun vefası yoktu. Vefasızdı evet, motoru bulduktan sonra on bin yıllık arkadaşını yani ‘atı’ terk edip gitmiş, arkasına bile bakmamıştı. Onun genetiğinde her zaman faydacılık vardı, nereden fayda görüyorsa en yakın dostunu hemen ona tercih ederdi. Tarih boyunca hep böyle yapmıştı.
Şimdi de dijitali bulmuştu, yüzlerce yıllık arkadaşı kağıt da terk edilecekti budan kaçış yoktu. Ama bu kadar da çabuk, bu kadar da ansızın mı olacaktı? Çocukluk arkadaşımızı, yaşadığımız onca duyguyu çocuklarımıza bile aktaramayacak mıydık?
Recep T. Erdoğan’ın bütün gazetelerin üzerine çökmesi ve onu kötü birer propaganda paçavrasına dönüştürmesi de kağıt gazetenin Türkiye’deki ömrünü 20 yıl kısaltmış, gazeteyi fiilen ortadan kaldırmıştı.
Paketten çıkan bir gazete, yani Oksijen beni nerelere götürdü. Ocak ayında yayın hayatına başlamıştı Oksijen, yeni eski hiçbir gazeteyi artık merak etmeyen psikolojide olmama rağmen dikkatimi çekmişti. Ama çok da üstünde durmamıştım.
Oysa her çıkan gazeteyi merak içinde heyecanla bekler ve ilk nüshalarını mutlaka saklardık. Söz Gazetesini, Metin Münir’in Güneş’ini, Yeni Yüzyıl’ı, Radikal’i, Habertürk’ü, Star Gazetesini ve daha küçüklü büyüklü, iddialı iddiasız nice gazeteyi bu duygularla beklemiştik.
Şimdi bu gurbet ele gönderilmiş bir paket taze hurma, Ülker fıstıklı çikolata, küçük bir tütsülüğün yanında gönderilen gazete, beni çok heyecanlandırdı. Yıllar öncesindeki gibi yayın hayatına yeni başlayan bir gazeteyi okur gibi okudum.
Daha da önemlisi onda eskiden okunmaya değer gördüğüm gazetelerin havasını buldum. Belki biraz Zaman’a benzediği için tasarımını da çok beğendim. Siyasete bigane değil ancak siyasi bir gazete olmaktan çok, bir hafta sonu gazetesi havasında. Ancak doğrusunu söylemek gerekirse bugünkü Türkiye için fazlasıyla lüks bir içeriğe sahip. Ekonominin baş aşağı olduğu, ülkenin mafya tarafından kısım kısım paylaşıldığı, kamplaşmanın zirve yaptığı, insanların spor, siyaset ve geçinmekten başka bir şey konuşmadığı bir ülkede, ne kadar sağlıklı bir gazete yapılır? O da ayrı konu…
Ancak Oksijen Gazetesi, siyasetten, sağlığa, edebiyattan, sanata, yemekten sinemaya kadar bir insanın ilgi duyabileceği her konuya eğilmiş, iyi gazete olma niyetiyle yola çıkmış belli ki. 44 sayfalık gazetenin iki sayfası da Financial Times gazetesinin haber, analiz ve yorumlarıyla hazırlanmış. Bilemiyorum belki de kağıt gazeteyi, yani çocukluk arkadaşımı özlediğim için beğendim.
Neyse ben fıstıklı çikolatamı yiyeyim.
Yazı çok uzadı, belki bir gün Oksijen Gazetesi’ni tek başına bir yazı konusu yaparım.
Kaynak: Tr724