YORUM | M. NEDİM HAZAR
Rahmet ayının huzur dolu ikliminin hissedildiği iki katlı ahşap bir ev…
Sabah akşam Allah’ın tesbih edildiği, ubudiyetin en derin manasıyla yaşandığı bu yer, Âlem-i İslam’ın dertleri ile dertlenen gönülleri içinde barındırıyor.
Sahurlar, iftarlar bir başka yaşanıyor bu güzel mekânda.
Gün boyu Hakk rızasının arandığı atmosferde malayani sözlerin ve işlerin içeri girmesine izin verilmiyor.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Ezan-ı Muhammedi’nin yaklaşması ile iftar için hazırlıklar başlıyor önce. Ama öyle çeşidi bol olan Halil İbrahim sofrası gelmesin aklınıza.
Bir tas sıcak çorba, varsa yoğurt ve birkaç dilim ekmek.
Ezan okununca yemekten önce huzura koşuluyor. Zira ruhun açlığı maddi açlıktan önce geliyor bu güzel insanların hayatında. İçilen bir yudum suyun ardından kılınan namaz da, imamın İlahi Beyan’ı yudumlaya yudumlaya okuduğu ayetler de bir başka haz yaşatıyor mecliste bulunan cemaate. Tesbihatın ardından iftar sofrasına geçme vakti geliyor.
Pişirilen sıcak çorba tabaklara pay ediliyor önce. Zübeyr Gündüzalp, Tahiri Mutlu, Ceylan Çalışkan, Sıddık Süleyman, Bayram Yüksel, Ahmet Feyzi Kul ve daha nice talebe. Başköşede ise kendini Kur’an hakikatlerini duyurma davasına adayan bir adam: Bediüzzaman Said Nursi…
Dünya zevki namına bir şey tatmadığını söyleyen Üstad’ın Ramazanları da çile ve ıstırapla bezeliydi. Eski Said döneminde harp meydanlında ya da esaret zindanlarında geçen Ramazanların yeni Said dönemindeki adresi de hapishaneler ve sürgünlerdi. Ömrü boyunca alışık olduğu gözaltılar, tevkifler, tecritler, zehirlenmeler ve hastalıklar bu mübarek ayda da peşini bırakmazdı.
Said Nursi’nin talebelerden Mehmet Özpolat bir anısında Üstad’ın Ramazanını şöyle anlatıyor:
“1952 senesinin bir Ramazan akşamında Üstad Hazretleri’ni Emirdağ’da ziyarete gittim. Onu gördüğümde rengi bembeyazdı, mübarek gözlerinden yaşlar akıyordu. Dilini çıkardı, beyazlamıştı. ‘Kardeşlerim, beni bu gece zehirlediler. Soğuması için penceremin kenarına bıraktığım sahur yemeğime zehir kattılar,’ dedi.”
Bir başka talebesi Nadir Baysal’dan Bediüzzaman’ın alışılagelmiş gözaltına alınma hadiselerinden birini dinliyoruz:
“1943 senesi Ramazan ayıydı. Üstad’ın evine doğru gidiyordum. Kunduracılar çarşısında onu fayton içerisinde yine başında sarık adliyeye doğru götürdüklerini gördüm. Toplam 22 kişi cezaevinde 15 gün kaldılar…”
O, hastalıklarına ve kendisine çektirilen bu ezaya rağmen, Ramazan’da bile iman ve Kur’an davasından bir an geri durmadı. Ramazan Risalesi, Lemaat, Birinci Şua, Emirdağ Çiçeği, Münacatü’l-Kur’an, Huzbu’n Nuriye gibi iman, tevhid ve tefekkür ağırlıklı birçok eser, bu kutlu zaman diliminin meyvesi olarak Risale-i Nur Külliyatı’ndaki yerini aldı…
Her ibadetini duya duya yaşayan Bediüzzaman için oruç ayrı bir anlam taşıyordu. “Hakiki ve halis, azametli ve umumi bir şükrün anahtarı” olarak gördüğü bu ibadeti en mükemmel seviyede yaşıyordu. Hem de birçok hastalığa rağmen. Kastamonu hayatından ibretli sahnelerin yansıtıldığı Mehmet Feyzi ve Çaycı Emin imzalı bir mektupta, “Üstadımız bir Ramazan-ı Şerif’te pek şiddetli hastalıkta altı gün bir şey yemeden, orucunu da bozmadan ubudiyetteki mücadelelerini terk etmediler” ifadeleri dikkat çekiyor.
Yanındakilerin de anlatımı ile Üstad, 24 saatin her bir dilimini çok kıymetli görüyor ve hiçbir anını boş geçirmemeye çalışıyordu. Talebelerini bu konuda uyarıyordu: “Ramazan-ı Şerif, bu fani dünyada, fani ömür içinde ve kısa bir hayatta, baki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bakiyeyi tazammun eder, kazandırır. Ramazan’da kalp ile beraber nefsi dahi hakikatlerle meşgul etmek gerekmektedir…”
Kaynak: Tr724