HABER ANALİZ | HASAN CÜCÜK
Avrupa’da 5 milyona yakın Türkiye kökenli insan yaşıyor. Türkiye’de seçimlerde oy kullanma hakkına sahip yaklaşık 2,5 milyon Türk vatandaşı, sandık başına gittiğinde tercihini sağ yelpazede politika yapan partiler lehine kullanır. Tercihte ilk sırada bir zamanlar kendini ‘muhafazakar demokrat’ şimdilerde ise Avrupalı aşırı sağ partilere nal toplatan AKP var. Erdoğan, son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Avrupa’dan yüzde 60 oranında oy aldı. Aynı Türkler bulundukları ülkelerde seçim sandığına gittiğinde ise tercihleri bambaşka oluyor. Türkiye’de sağcı olanlar, bir anda kanat değiştirip solcu oluyor. Bu durum siyasi tercihten ziyade, çıkara dayanıyor.
Yapılan istatistiklere göre, Avrupalı Türklerin yüzde 60-70’i sol partilere oy veriyor. Bu tablonun ortaya çıkmasında en önemli etken, Avrupa solunun soyut olarak bireyin hakkını savunması ve savunulan kişinin inancı, kültürü ve ırkının bir rol oynamaması. Avrupa sağı 1980’li yıllarda göçmen karşıtı cephede saf tutarken, sol partiler göçmen dostu olarak öne çıktı. Türkler’in tercihi bir ideolojiden ziyade, çıkar amaçlı şekillendi. Türkiye’de eli kopsa sola oy vermeyecekler, Avrupa’da solu tercih etti hatta sol partilerde siyaset yaptı.
1970 ve 80’li yıllarda Almanya’da Willy Brandt, İsveç’te Olof Palme, Danimarka’da Anker Jörgensen başbakanlık yaptı. Bu isimlerin ortak özelliği, sosyal demokrat partilere mensup olmalarıydı. Sadece ülkelerinde değil, tüm Avrupa solu üzerinde etkili olan bu isimlerin Bülent Ecevit’le de araları çok iyiydi. Özellikle Olof Palme ve Anker Jörgensen’in Ecevit ile arkadaşlıktan öte bir yakınlığı vardı. ’Karaoğlan’ Ecevit’in, yakın dostluklarını da kullanıp Avrupalı Türkler’in bazı haklara kavuşmasını sağlaması hem kendi imajını hem de Brandt, Jörgensen ve Palme’nin Türk vatandaşları nezdinde değerli olmasının yolunu açtı. Solun bu açık politikası, göçmenlerin sola ilgi duymasını sağladı.
İşte bu menfaat Türkler’i solun yılmaz destekçisi yaptı. Sol partilerde siyaset yapanların kimliklerine baktığımızda ideolojinin rolüne rastlamıyorsunuz. Kendilerini ‘muhafazakâr’ olarak tanımlayan birçok isim solun içinde bulunmaya devam ediyor. Menfaat karşılıklıydı. Sol partiler için göçmen oyları çantada keklikti. Sağ ağzıyla kuş tutsa oy alması mümkün değildi. İnanç ve kültüre bakışta Avrupa’da sağ ve sol arasında pek fark bulunmuyordu. Solu avantajlı kılan, göçmen hakları konusunda birkaç adım önde olmasıydı.
Yine 1970 ve 80’li yıllarda Avrupa’daki en ağır işlerde yıllardır göçmen işçiler çalışıyordu. Döküm fabrikaları, maden ocakları gibi yerli halkın çalışmaktan kaçındığı yerlerde göçmenler ‘ekmek parası’ uğruna itirazsız ter akıtıyordu. Solun tabanının işçilere dayanması nedeniyle, göçmenlerin hakkını savunmak yine sola düşüyordu. Dil bilmedikleri, yabancısı oldukları bir ülkede kendilerine uzanan yardım eline müteşekkir olan göçmenlerin solu tercih etmesi gayet normaldi.
Köprünün altından çok sular aktı. Avrupa solu 1980’li yıllardan çok farklı. Bir zamanlar eleştirdikleri sağ partilerin göçmen politikalarını tatbik eder bir pozisyona geldiler. Bunda aşırı sağ partilerin ortaya çıkıp, siyasette belirleyici rol üstlenmesi de önemli oldu. Sağ ve sol arasında makas daralsa da Türkler hâlâ Avrupa’da sol partilere oy vermeye devam ediyor.
Mevzu Türkiye seçimleri olduğunda tekrar menfaat ortaya çıkıyor. Maddi bir menfaatten ziyade gururunu okşayan söylemler etkili oluyor. Yıllarca içinde yaşadığı toplumdan izole bir hayat sürenler için Erdoğan biçilmiş kaftan oluyor. Avrupa’ya kafa tutan adam, ’ırkçı ve İslamofibik’lere ağzının payını veriyor. Oysa Avrupa çizilen resimdeki gibi ne ırkçı ne de İslamofobikti. Elbette aşırı sağ yükseliyordu ama Erdoğan’ın abarttığı kadar da olmadı.
Solu özgürlük ve farklılığı savunduğu için tercih eden Avrupalı Türkler, basın ve ifade özgürlüğünü yok eden, kendi düşüncesinden olmayan herkesi bir gecede terörist ilan etmekten çekinmeyen Erdoğan’ı el üstünde tutuyor. Tam bir ikiyüzlülük sergileniyor. Avrupa’da ırkçılıktan şikayet edip, Avrupa aşırı sağını geride bırakan ırkçı ve şovenist söylemlerin sahibine kayıtsız destek veriyor. Bu durum sadece orta yaşlı ve yukarısı için geçerli değil. Avrupa’da doğup, eğitimini burada alanların bile ezici çoğunluğu Erdoğan ve izdüşümlerine destek vermeyi aşkla yapıyor.
Gerçeklerden o kadar kopuklar ki, Avrupa’nın Türkiye’yi kıskandığı safsatasına inanıyorlar. Türkiye’yi dünyanın yükselen yıldızı görüyorlar. Görmekle kalmayıp buna iman ediyorlar. Kör olası kurulu düzenleri olmasa hepsi valizi alıp, dönmemek üzere gidecek ama evlad-ü ıyal hep burada. Yoksa kim çeker ’gavurun’ meymenetsiz çehresini?
Avrupalı Türkler’in siyasi tercihi bir arafta kalmışlık değil. Tam bir çıkarcılık. Özellikle Avrupa’da oy kullanırken. İnanmadıkları bir ideolojiye çıkar için oy verip, aday oluyorlar. Gerçek yüzleri Türkiye seçimlerinde ortaya çıkıyor. AKP ve türevlerine oy verip, ırkçılıktan şikayet etmeleri ise bir anlamda ikiyüzlülüğün Nirvanası.
Kaynak: Tr724