HABER İNCELEME | YAVUZ ALTUN
Avrupa Parlamentosu’nun (AP) yeni Türkiye raporu geçen hafta 480’e karşı 64 oyla (150 kişi oylamaya katılmadı) parlamento oturumunda kabul edildi. AP’nin Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor’un deyimiyle son yıllardaki “en eleştirel” rapordu. 26 sayfalık raporda Türk hükümetine insan hakları ihlalleri konusunda sert uyarılarda bulunulurken, Avrupa Birliği kurumlarına da Türkiye’ye karşı daha net tavır alınması konusunda çağrıda bulunuldu. Hatta Türkiye’nin AB üyelik sürecinin sonlandırılması tavsiye edildi.
Raporda üç ana başlık göze çarpıyor: Hukukun üstünlüğü ve temel hakların uygulanmasında geriye gidiş, AB kriterlerinin tam aksi istikamette baskıcı devlet yapılanmasına gidilmesi ve dış politikada AB üyesi ülkelere, özellikle Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a karşı “düşmanca” tutum. Dış politikaya yönelik endişeler, Türkiye’nin AB içerisinde bir “uyum problemi yaratacağı” ve Avrupa’ya karşı düşmanca bir tutum gözlendiği yönünde.
Geçen hafta cuma günü kamuoyuna açıklanan raporun önemli bir bölümü, son birkaç yılda yaşanan hak ihlallerine ayrılmış durumda. 15 Temmuz sonrası ilân edilen Olağanüstü Hâl tedbirlerinin amacından tamamen saptığı, temel insan haklarının o dönemden kalma yasalar ve mevzuatlarla sistemli şekilde ihlal edilmeye başladığı not edilmiş. Erdoğan hükümetinin doğrudan hedef aldığı kesimler arasında Kürtler, Aleviler, KHK’lılar, kadın ve LGBTI hakları savunucuları sayılmış. Bu kesimlere yönelik kısıtlamaların 15 Temmuz öncesine uzandığı da vurgulanıyor.
Daha önceki AP raporlarında da söylenegeldiği üzere, Türkiye’nin Terörle Mücadele Kanununun (TMK) AB standartlarıyla hiçbir şekilde uyuşmadığı ve vatandaşların temel haklarını hiçe saydığı ele alınmış. Bununla birlikte 15 Temmuz bahanesiyle savcı ve hâkimlerin yüzde 30’unun işinden edilmesi ve Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) yeniden yapılandırılmasıyla yargının iktidara tamamen bağımlı kılındığı, yargı kanalıyla da muhaliflere baskı yapıldığı raporda net biçimde yer alıyor.
Bir önceki AP raporundan bugüne Türkiye’deki durumun daha da kötüye gittiğinin altı çizilerek, Avrupa Komisyonu’na 2005’te başlatılan tam üyelik sürecinin sonlandırılması önerisinde bulunması tavsiye ediliyor. Komisyon bu yönde bir öneri yaparsa, AB üyesi ülke liderleri toplantısında karar alınarak Türkiye’nin üyelik süreci sonlandırılabilir. Nitekim raporda Türkiye’de AB (Batı) karşıtı bir tutum oluştuğu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu tutumu körüklediği ima ediliyor.
Raporda Gülen Hareketi’nden doğrudan bahsedilmese de, 15 Temmuz sonrası süreçte başta KHK’lılar olmak üzere Gülen Hareketi’yle bağlantılı olarak ihlale uğrayan bazı isimlerin zikredilmiş olması önemli. Bunlar arasında hâlen kayıp olan ve güvenlik güçlerince kaçırıldığı şüphesi gittikçe artan KHK’lı Yusuf Bilge Tunç’un ismi de yer alıyor. Rapor ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bir çağrıda bulunarak, kapatılan Zaman gazetesi muhabiri Hanım Büşra Erdal’ın dosyasını bir an önce işleme alması gerektiğini söylüyor. Yine AİHM’de dosyası bulunan İlhan Çomak’ın başvurusunun da bir an önce neticelenmesinin iyi olacağı kaydedilmiş.
Bunun yanında yaklaşık 150,000 KHK’lı için Türkiye içinde hukukî kanalların iyi çalışmadığı, KHK’lıların başvurularına bakan OHAL Komisyonu’nun “efektif bir biçimde işlerliği” konusunda makul şüphelere sahip olunduğu dile getiriliyor. Pasaport ihlallerinin de sürdüğü kaydediliyor.
Rapor son birkaç yılda Türkiye’de gündeme gelen ve birçoğu çoktan unutulan insan hakları ihlallerinin de iyi bir derlemesi aynı zamanda. Açlık grevi neticesinde hayatını kaybeden Avukat Ebru Timtik, Grup Yorum üyeleri Helin Bölek ve İbrahim Gökçek, raporda anılmış. Öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi davasının da bir an önce âdil biçimde sonuçlandırılması çağrısı yapılmış. Helikopterden atıldıkları iddiasıyla gündeme gelen Servet Turgut ve Osman Şıban’dan da hâlen Türkiye demokrasisinin önünde ciddi bir engel teşkil eden Kürt sorunu bağlamında bahsedilmiş.
Hapiste tutulan insan hakları savunucularının, özellikle iş insanı Osman Kavala ve eski milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun durumları da kaygıyla not düşülmüş. Hapishanelerdeki işkenceler, kötü muameleler, hamile ve lohusa kadınların tutuklanması, ve siyasi mahkumların koronavirüs düzenlemesinden hariç tutulması, bir diğer “kaygı” kaynağı. Hapisteki gazeteci sayısının 160’tan 70’e düştüğü söylenirken, bu sayının hâlen çok yüksek olduğu ve gazetelere ve internet sitelerine sansürle birlikte ifade özgürlüğünün iyiden iyiye kötüye gittiğinin altı çiziliyor.
Yine son yıllarda toplumsal kutuplaşmayı ve Türkiye’de yaşayan dinî azınlıkların güvenliğini tehdit eden bir tavrı cesaretlendiren Ayasofya’nın ve Kariye Müzesi’nin camiye çevrilmesi kararları da raporda dikkat çekilen konulardan. Boğaziçi Üniversitesi rektör atamasına yönelik protestolar, HDP’ye yönelik kapatma davası girişimi, yine HDP’lilerin sanık olduğu Kobani soruşturması, İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılma kararı ve yolsuzluk gibi konular da raporda yer bulmuş. Sivil toplumun önündeki engellerin arttığı ve İçişleri Bakanlığı’nın dernekler üzerinde yeni yetkiler edindiği de, kaygıyla izlenen gelişmeler arasında.
İlginç noktalardan biri, Avrupa’da MHP’ye bağlı ülkücülerin geçmiş yıllara göre aktif bir tehlikeye dönüştüğü yorumu. Ülkücülerin zaman içinde Avrupa’da yaşayan Ermeni, Yunan, Kürt ve Alevi diasporası için ciddi bir tehdit olabileceği vurgulanıyor. Bunun yanı sıra Türkiye’de yaşayan Uygur sığınmacıların da Çin’e teslim edilebilecekleri korkusu taşıdıklarına raporda yer verilmiş.
Raportörler ayrıca “cumhurbaşkanlığı sisteminin otoriter yorumunun güçlenmesinin” ciddi endişeye sebep olduğunu, “sadece meclisi değil bakanlar kurulunu bile hiçe sayan iktidardaki hiper-merkezileşmenin” güçler ayrılığını tehlikeye attığını belirtmiş.