YORUM | AHMET KURUCAN
Anlamına ve muhtevasının derinliğine bakmadan lafın gelişi söylenir; Türkiye İslam’ı, Pakistan İslam’ı diye. Bu isimlendirmeler yanlış. Doğrusu, Türkiye İslamiyeti veya Türkiye Müslümanlığı, Pakistan İslamiyeti veya Pakistan Müslümanlığı. Çünkü İslam hem bizim dinimizin hem de bütün peygamberlerin ortak öğretilerinin toplamının adıdır. Dini değerlerin ve öğretilerin beşer yorumları ile hayata mal olmuş formuna İslam değil, İslamiyet veya Müslümanlık adı verilir.
Avrupa ve Amerika’daki yerleşik Müslümanlardan hareketle ABD İslam’ı ve Avrupa İslam’ı kavramları çok sık kullanılır olmaya başladı. Doğrusu ABD Müslümanlığı, Avrupa Müslümanlığı olmalı. Amacım isimlendirmedeki yanlışı temellendirmek ve değerlendirmek değil ama başka yanlışlara da kapı açması muhtemel önemli bir yanlış olduğu için başta buna işaret etmek istedim.
Bu yazıyı kaleme almaktaki gayem, mezkûr kavramın içini nasıl dolduracağımız sorusuna cevap aramak. Yeni bir kimlik inşa edilecek, inşa edilmiş o kimliklerden toplumsal bir birliktelik çıkacak, içinde yaşamış olduğumuz toplum başta olmak üzere bütün insanlığa müspet ve menfi katkılarımız olacak; öyleyse bu önemli konunun üzerinde ısrarla durmak lazım.
Köşe yazısının istiap haddini aşmadan maddeler halinde kısa kısa birkaç noktaya temas etmek isterim.
1: Hz. Peygamber’i, hadis ve Nebevi sünneti dışlayan Müslümanlık olmaz. Nokta. “Kur’an İslamı” gibi temelsiz ve sloganik yaklaşımların örgülediği bir zihniyetle bir yere varılamaz. Onun için bu noktada agâh olunmalı ve şuurlu ya da şuursuzca yapılan yönlendirmelere karşı sürekli tetikte bulunmalı, karşıt argümanlarla bu düşünce sahipleri ile oturup konuşabilmeli.
2: Hz. Peygamber’i, hadis ve Nebevi sünneti dışlayan Müslümanlık olmayacağı gibi tefsiri, kelamı, fıkhı, tasavvufu, felsefeyi ve tarihi dışlayan Müslümanlık da olmaz. 14 asırlık tarih içinde yaşanan şartlara bağlı olarak üretilmiş yorumlar yani koskoca bir ilmi miras göz ardı edilemez. Bunlar bizim Kur’an ve Sünnet’le beraber kendi kimliğimizi yeniden inşa etmekte müracaat edeceğimiz ana kaynaklardır. Aksi bir yaklaşım 14 asrı hiç yaşanmamış farz etmekle doğru orantılıdır ki bu durum kabul edilemez olmanın yanında kendimizi de inkâr anlamına gelir.
Selefiler yapıyor bunu genelde. Teoride üretilmiş bilgi ve onun hayata yansımış şekli dendiği zaman sadece sahabe, tabiin ve tebei tabiine müracat ediyor, kimliklerini bunun üzerine inşa etmeye çalışıyorlar. Bir başka tabirle bugünde değil dünde yaşıyorlar ve tarihi tek kelime ile donduruyorlar. Böyle olunca dünün doğruları bugünün yanlışları olmasına rağmen bugün hayata taşınıyor. Terörizme kadar uzanan radikal hemen her türlü görüşün altında işte bu zihniyet var.
3: Geleneği, 14 asırlık İslam ilim mirasını olduğu gibi kabul eden Müslümanlık da olmaz. Evet, geleneği kabul edeceğiz ama Selefilerin yaptığı gibi değil. Onda bir ayıklamaya gitme ve onların yetmediği ya da günümüz gerçeklerine uymadığı yerde geleneği yeniden inşa edeceğiz. Arkadan gelen insanlar olarak geleneğe ek koymasını bileceğiz. On üç asır önce Orta Asya, on asır önce Endülüs’te, iki asır önce Osmanlı’da hatta elli yıl önce ülkemizde üretilen bilgileri ayniyle kabullenmek, bugün ne kendimize yeni bir kimlik inşa etme imkanı verir ne de hayatı Allah ve Resulünün muradı doğrultusunda yaşamamızı sağlar. Aksine bizi dinden uzaklaştırır, aramıza mesafe koyar.
Yalnız hemen ilave edeyim, ayıklamaya gitme ve onları güncelleme işinde – ihya, tecdit, ıslah, içtihat da diyebilirsiniz – ortaya konacak görüşlerin, kanaatlerin, hükümlerin fıkıhta kullandığımız tabirle “ehlinden sâdır, mahalline müsadif” olması lazımdır. Bu aşamada ehliyet ve usul/metodoloji anahtar iki kavramdır. Ehliyet ve metodoloji olmazsa hisler ve hevesler fikir yerine kaim olur, tutarlılık korunamaz. Üreten, konuşan, yazan ne kadar iyi niyetle olursa olsun hak adına batıla hizmet edebilir.
4: Global köy adını verdiğimiz içinde yaşadığımız 21. yüzyıl dünyasının gerçekliğini nazara almayan Müslümanlık olmaz. Kafasını toprağa gömen devekuşu gibi kendini fakültenin kütüphanesi veya çalışma odasına hapseden ve okuduğu kitap sayfaları arasından bir türlü çıkamayan bir zihniyet ne kadar usul de bilse yaşadığı dünya ve toplumu bilmiyorsa, siyasi, ekonomik, ilmi, kültürel, dini ahvalinden bihaberse ehliyeti yok demektir. Böyle bir zihniyetin ürettiği düşüncelerle bırakın yeni bir Müslüman kimliğin inşasını mevcudu bile muhafaza edemezsiniz. Delil istiyorsanız; özellikle Avrupa kıtası ve Amerika’da yetişen, anne-babasının geleneksel bilgi ve metotlarıyla dini eğitim alan ikinci ve üçüncü nesle bakmanız kâfi.
5: Ahlaksız Müslümanlık olmaz. Ahlakın kaynağı dindir-din değildir türü tartışmalara hiç girmeye gerek yok. Bugünkü dünya tablosunu bakmak yeterli. Yapılan anketlerde yüzde 70 oranında kendisini ateist olarak tanımlayan İskandinav ülkelerinde hem ahlak hem de temel insani hak ve özgürlükleri merkeze alan insani değerler İslam ülkelerine nispetle mukayese edilemeyecek kadar ileri düzeydedir. İstisnaları elbette vardır. Ama istisnaların hayatın işleyişini aksatmaması için de gerekli kanuni düzenlemeler yapılmış, devlet yaptırım gücünü de arkasına alarak onları yapıyı korumaktadır.
Hasılı; bugün sahip ve ait olduğumuz dindarlığımız üzerinde düşünüp aksayan ve eksik kalan yanlarımızı keşfederek dinimizin değişmez emir-yasak, değer, ilke ve prensiplerinden hareketle yeni bir Müslüman kimliği inşa etmek zorundayız. Bunun adı Amerika’da Amerikan Müslümanlığı, Avrupa’da Avrupa Müslümanlığı olur. Kaldı ki bu isimlendirmelere bile takılmaya gerek yok. Mühim olan onun ortaya konabilmesi. Sadece Amerika ve Avrupa’da mı? Hayır, “Ben Müslümanım” diyen insanın bulunduğu her yerde.
Kaynak: Tr724