Zafer Kıraç* [email protected]
Türkiye’de sivil toplum iktidar ilişkisi her zaman sorunlu olmuştur. Her ağzını açtığında demokrasiden, özgürlüklerden bahseden iktidar mensupları ve ortaklarının sivil toplum çalışmalarından anladıkları, her şartta ve durumda iktidarın yanında olmayı seçmiş olmalarıdır. Bu şartları taşıyan sivil toplum kuruluşlarını her fırsatta yanlarında tutup övgüler dizerler. İktidar yaptıklarının eleştirilmesini bir güç zayıflaması olarak görüp bu gücü paylaşmak istemediği oranda sivil toplum örgütlerine baskıyı arttırır. Bu baskıdan en çok nasibini alan hak temelli çalışan sivil toplum örgütleridir. En çok da insan hakları örgütleri.
2020 de benzer bir anlayışın ve uygulamanın olduğu bir yıl oldu, üstelik tam yılı bitirirken sivil toplum örgütleri öyle bir yasal kıskaca alındı ki, hiç kimsenin özgürce çalışabilmesi olanaksız. Hatta tüzüklerine göre yapmaları gerekenleri yapamaz hale getirildiler.
Haktan, hukuktan bahseden her kişinin ya da kurumun hizaya getirilmeye çalışıldığı, doğru bildiğini söylemekte devam edenlerinse önce tehdit edilip, ardından özgürlüğünden alıkonulup demir parmaklıklar ardına ve hücrelere gönderildiği bir yıl olmuştur.
Daha bir hafta önce milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu çıplak arama var deyip, bunun ispatlarını da ortaya koydukça, önce AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin inanılmaz bir özgüven ile (hapishane çalışanları bile şaşırmıştır bu duruma) “çıplak arama yoktur, Gergerlioğlu meclisi ‘terörize’ ediyor” dedi. Çok geçmeden de İçişleri Bakanı ‘FETÖ’cü terörist’ damgası yapıştırıverdi ve savcıları göreve çağırdı.
Hapishanelerin, ruh sağlığı hastanelerinin, yetiştirme yurtlarının, sığınmacı kamplarının özellikle salgın sürecinde sorunlarla boğuştuğunu, yaşanan sorunların kamuoyuna yansıtılmasının engellendiğini biliyoruz. Neyse ki kararlılıkla, cesaretle ve üstün bir beceriyle hâlâ rapor yazmaya çalışan ve bunları en azından sosyal medyada paylaşan sivil toplum örgütlerimiz hâlâ var. Bu raporlara bakmaktan bile korkan iktidar ve iktidar yanlıları ve onların medyası ilgi göstermese de çok kıymetli belgeler olarak tarihe not edildiler.
Ana akım medyanın insan hakları ihlallerini görmezden geldiği kapkara bir yıl oldu 2020. Bu medyada çalışanların hangi gazetecilik ahlakından geçtiklerini anlamak mümkün değil. Gazetecilik çok net ilkeleri belli olan bir meslek değil midir? Çok önemli ihlal ve işkence haberlerini sayfalarına, ekranlarına taşımamak nasıl bir anlayıştır? İnsanın uykuları kaçmaz mı doğruları yazmadığı için? Utanmaz mı kesin bildiği halde kamuoyunun bilgilenme hakkını görmezden gelip bu haberleri vermediği için.
15 Temmuz sonrası Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile birçok önemli işler yapan dernek, vakıf ve sivil oluşumların faaliyetlerine son verilmişti. Yılın son haftası TBMM getirilen bir kanun teklifi bütün sivil toplum örgütleri için adeta bir ölüm fermanı niteliğinde.
Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi içine öyle maddeler yerleştirilmiş ki, biraz hak hukuk bilen herkes bunların Anayasa’ya ve örgütlenme özgürlüğüne aykırı olduğunu bilir. Başta Anayasa olmak üzere bağlı olduğumuz uluslararası insan hakları sözleşmelerine ve edinilmiş bütün müktesep haklara aykırı olduğu, günlerce güçlü bir sesle söylendi durdu. Son listeye göre 684 sivil toplum örgütü ‘Sivil Toplum Susturulamaz’ isimli bir platform oluşturdular ve aynı metne imza atarak tasarıya itirazlarını gösterdiler. ‘Özgürlükler ciddi şekilde kısıtlanacak’ vurgusu yaptılar.
Gözümüzden kaçmasın; tartışmaları engellemek için ciddi bir tuzak kurulduğu teklifin adından belli oluyor. Teklifin amacı ve ismi ile hiç ilgisi olmadığı halde, Yardım Toplama ve Dernekler Kanunlarında yapılan değişiklikler ile mevcut dernek ve vakıfların yardım toplama faaliyetleri ve örgütlenme özgürlüğünü ciddi şekilde kısıtlayan maddeler ekleniyor ve İçişleri Bakanlığı’nın dernekler üzerindeki siyasi baskısını kolaylaştıracak düzenlemeler içeriyor.
TBMM Adalet Komisyonunda görüşülerek TBMM Genel Kurulu’na sevk edilen ve 6 kanunda değişiklik öngören 43 maddelik “Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi” bütün çabalara rağmen yasalaştı.
İktidar kararlıydı, siyasi partilerin bir kısmının, sendikaların ve sivil toplum örgütlerinin çabaları sonuçsuz kaldı ve teklifin aynen yasalaşması engellenemedi. Olan oldu; başta insan hakları dernekleri olmak üzere, çeşitli hukuk dernekleri, sosyal mücadele yürüten dernekler ile sosyal yardım için fon kaynakları kullanan dernekler, farklı inanç gruplarının dernek ve vakıflarının tümü tek imza ile kapatılma riskiyle karşılaşabilecek.
Gerçekleşen bu değişikliklerin Türkiye’de örgütlenme özgürlüğüne ve sivil toplum kuruluşlarının itibarına ve güvenilirliğine zarar vereceği ortadadır. Zaten ülkemizde sivil toplum kuruluşları dünyanın pek çok ülkesine kıyasla daha ağır denetim ve kontrol kurallarına tabidir. Kabul edilen kanun temel hak ve hürriyetleri daha fazla kısıtlamaya neden olacak değişiklikler yapılmıştır. Sivil toplum kuruluşları, dernek ve vakıflara kayyım atanmasının önünü açan, Cumhurbaşkanı’na bu kuruluşların hesaplarına el koyma yetkisi veren yasaya Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği de tepki gösterdi.
AK Partili yıllarda adım adım temel hak ve özgürlükleri ilgilendiren çok sayıda kritik kanuni değişiklikler yapılmıştı. Türkiye’de zaten son yıllarda giderek artan bir baskının hedefi olan sivil toplum kuruluşlarını ve dernekleri ilgilendiren bu son değişikliğin olumsuz sonuçlarını önümüzdeki günlerde görmeye başlayacağız. Bu konuda çok fazla beklemeyeceklerini düşünüyorum.
Buradan izninizle sivil toplum çalışmalarıyla tanıdığımız Osman Kavala’nın mahpusluğu ve ona yaşatılan bu hukuksuzluğa geçmek istiyorum. Sevgili Osman Kavala, bir kısmında benim de gurur duyarak içinde bulunduğum onlarca STK’de kurucu, yönetici veya gönüllü olmuş bir insan hakları savunucusudur. Osman Kavala yaptığı bütün çalışmalarda eşitlikçi, barışçıl çalışmaların önünü açmış ve desteklemiştir.
Gezi Davası’nda tahliye edilen ancak serbest bırakılmadan bu kez 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili suçlanarak tekrar tutuklanan, 3 yıl aşkın süredir cezaevinde bulunan Osman Kavala, 18 Aralık’ta hâkim karşısına çıktı. Hakkındaki iddiaların gerçeklikten kopuk olduğunu dile getirerek, hayatı boyunca darbelerin karşısında olduğunu söyledi:
“Anadolu Kültür 2002 yılında kurulmuştur ve gerçekleştirdiği projeler ile yurt içinde ve yurt dışındaki ortakları nezdinde itibar kazanmış bir kuruluştur. Tüm faaliyetlerinde düşmanlığa yol açabilecek önyargıların aşılmasını hedefler; farklı toplumsal kesimlerden gelen gençlerin özgür bir ortamda konuşmalarını, birbirlerini dinlemelerini ve birlikte sanatsal faaliyetlerde bulunmalarını teşvik eder. Mahkemenize takdim ettiğimiz belgeden de görebileceğiniz gibi, Anadolu Kültür’ün etkinlikleri; sergi, film, fotoğraf çalışmalarının desteklenmesi, sanat atölyelerinin, söyleşilerin, konserlerin düzenlenmesiyle ilgilidir. Anadolu Kültür’ün ayrımcılığı körüklediği, vatandaşlarımızın devletle bağlarını zayıflatma amacı güttüğü, çirkin bir iftiradır.
Etnik köken ya da inançları nedeniyle azınlıkta olan vatandaşların devletle bağlarının güçlü olması için kendilerini toplumun eşit bireyleri olarak görmeleri, böyle hissetmeleri gerekir. Sorunlarını özgürce ifade edebilmeleri ve deneyimlerini toplumun diğer bireyleriyle paylaşabilmelerinin de eşitliğin gereği olduğuna inanıyorum.”
Osman Kavala’nın savunması sivil toplum çalışmalarına yapılan haksızlık ve hukuksuzluğun apaçık bir belgesidir. Yapılan suçlamaların hiçbirinin karşılığının bulunmaması aslında Kavala’nın sivil toplum örgütlülüğü ve onun getirdiği hak mücadelesinin cezalandırıldığını bize gösteriyor. 1155 gündür tutsak Osman Kavala’nın sunduğu savunmanın tam da bu darbe gibi yasanın çıkması üzerine dikkatle okunmasını öneririm (2).
İki sivil toplum çalışması haberi vermek istiyorum. Birincisi, her açıdan zor geçen yıl içinde mahpusları unutmayan Görülmüştür Kolektifi’nin 50 mahpusla birlikte çalışarak hazırladığı ‘Korona günlerinde mahpusluk; Tutsakların korona günlükleri’ adlı kitap yayınlandı. Kitaba ulaşmanızı ve 2020 yılına bakarken mahpusların neler yaşadığını, onların bütün bu olup biteni nasıl yorumladıklarını göreceksiniz. (3)
“Korona günlerinde içeride olan güzel insanları unutmayın, dışarıda yağmur yağsa içeride zemheri oluyor, bizden çok daha zor koşullarda yaşama tutunmaya çalışıyorlar…”
Bu çağrı içerde ve dışarda çok ses getirdi. Sevgili Adil Okay’ın bu çağrısı ne kadar önemli demiştim kendi kendime. Okay’ın kurucuları arasında yer aldığı Görülmüştür Kolektifi’nin 10 yıldır yaptığı o kadar önemli şeyler var ki. Bildiğimiz klasik sivil toplum kuruluşu kalıplarını yıkarak gayet devrimci bir örgütlenmeyle yaptıkları işlere hep saygı duydum. Benim de bir yazıyla katkı sunduğum, ‘Korona Günlerinde Mahpusluk’ adlı bu kitap, inanılmaz bir emeğin ürünü. Görülmüştür emekçileri bir demokratik kitle örgütü gibi çalışarak, bütün deneyimlerini de kullanarak çok önemli bir çalışmaya daha imza atmış. Yine bütün duvarlar ortadan kaldırılmaya çalışılmış, içerdekiler ve dışardakiler buluşturulmuş. Ben güzel yürekli insanların akıl ve vicdanlarının buluşması diyorum bu çalışmaya.
Kitapta yazıları olan mahpuslardan Erol Zavar’ın yazısından bir alıntı yapmak istiyorum: “Virüs, kara kargalar, tabut gibi bir çatı. Her şeyin ölümü hatırlattığı bir ortam. Korku filminde kullanılabilecek metaforların çoğu mevcut. Lakin film o kadar yavaş ilerliyor ki, seyreden filmden kopuyor ya da her gün aynı filmi seyreden insanın artık ürperecek sahne bulamaması, her sahneyi çözdüğü için korkmaması gibi bir durum yaşanıyor. Hapishanenin şimdiki halinin uyandırdığı da böyle bir his. Bir tabutun içinde yaşadığınızı düşünüyorsunuz, leş kargaları dönenip duruyor tepenizde ve dünyanın en kolay bulaşan ölümcül virüsü sizi bulabilir. Ama korkmuyorsunuz…’
Diğer haberse ömrünü insan hakları mücadelesine adamış Mücella Yapıcı’ya verilen ödül ile ilgili. Kısa süreliğine de olsa birlikte çalışma imkânı bulduğum bir insan. İşini iyi yapan ve işini iyi yapmayanlardan hesap soran bir kadın. Onurlu duruşu ve cesaretiyle umutlarımızı diri tutan bir kadın.
Türkiye ve dünyadan 387 yazar çizerin yarattığı Homur Mizah Grubu, Yaşam Boyu Mücadele ve Onur Ödülü’nü, Mücella Yapıcı’ya verdi. Ödül açıklamasında, “Homur, Bilim İnsanları, Demokratik Kitle Örgütleri ve Platformlarla beraber yarattığı nükleer santrallar, çarpık kentleşme, kentsel dönüşüm yağması, Haydarpaşa, Maden, Kazdağı, Cerattepe / ARTVİN, suyun ticarileşmesi, deprem, Gezi vd. gibi özel sayı ve yayınlarında aktif olarak devamlı yanımızda yer alan tavrından, ayrıca dünyanın özel şehirlerinden biri olan İstanbul’umuz başta olmak üzere ülkemizin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yabancı güçlerle beraber talan edilmesine karşı yaptığı onur ve hak mücadeleleri nedeniyle Mimar Mücella Yapıcı’ya verilmiştir” ifadeleri yer aldı.
Sevgili Mücella Yapıcı’yı kutluyorum. Mücadelesi başta genç mimarlara ve diğer alanlardaki gençlere örnek olacaktır.
2021 kazanılmış hakların iktidarlar tarafından ‘gasp’ edilmediği bir yıl olsun.
1) https://siviltoplumsusturulamaz.org/
2) http://www.osmankavala.org/tr/aciklamalar/1279-kavala-savunma-tam-metni
3) http://gorulmustur.org/icerik/yeni-kitap-korona-gunlerinde-mahpusluk-tutsaklarin-korona-gunlukleri
*İnsan Hakları Çalışanı