YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesiyle İttihat ve Terakki Hükümeti’nin istifa etmesi önemli bir dönüm noktası olmuş ve İttihatçıların iktidarları döneminde yaşanan suiistimallerin sorgulanması imkânı doğmuştu.
Bunlardan birisi de Ermenilerin tehciri sırasında yaşanan olaylardı. Mondros Ateşkesi sonrasında kurulan hükümetlerin önemli bir gündemi, bu amaçla yapılacak yargılamalardı. Meclis’teki sorgulamalarla başlayan bu süreç, Divan-ı Harbi Örfilerin devreye girmesiyle devam etti.
Mahkemeler tehcir suçlularını yargılamayı hedef alsa da Enver, Cemal ve Talat Paşalar gibi önde gelen İttihatçılar, yine tehcirin bir felakete dönüşmesinde önemli bir rol oynayan Dr. Bahaeddin Şakir, Trabzon Valisi Cemal Azmi gibi aktörler zaten ülkeyi terk etmişlerdi.
DÖNÜM NOKTASI MONDROS
Talat Paşa Hükümeti’nin istifası sonrasında ilk hükümet A. İzzet Paşa tarafından kurulmuşsa da uzun süreli olmamış ve yerini Tevfik Paşa Hükümeti almıştı. Bu sırada Osmanlı kamuoyunda savaşta yaşananlar ve suiistimal iddiaları nedeniyle İttihatçılara karşı büyük bir antipati vardı.
Tepki gösterenlerin başında, ülkenin içine düştüğü durumun sorumlusu olarak İttihatçıları gören Vahdettin geliyordu. Vahdettin, New York Herald gazetesi muhabirine yaptığı açıklamada “İttihatçılara ilan-ı harp ettim. Onları sonuna kadar takip edeceğim” demişti.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile Damat Ferit Paşa da İttihatçıların ağır bir bedel ödemesi gerektiğini düşünmekteydiler. Dönemin diğer aktörü ise İtilaf devletleri idi. 13 Kasım 1918’de İtilaf devletleri donanması İstanbul’a gelmiş; İngiliz Amiral Webb ve Fransız General Franchet d’Espèrey, padişah ve hükümetleri doğrudan yönlendirmeye başlamışlardı. Onlar da İttihatçılardan hesap sorulması gerektiğini düşünüyorlardı.
Savaş sırasında sürekli baskı ve sansüre maruz kalan basının önemli bir bölümü de İttihat ve Terakki’nin savaş suçlarından dolayı yargılanması gerektiği düşüncesindeydi. Ali Kemal, Refi’ Cevad ve Refik Halit gibi yazarlar, yazılarında intikam ifadeleri kullanarak hükümetlerin bir an önce harekete geçmesini istemekteydiler. Bundan sonra da yaklaşımları daima “adalet değil intikam” olacaktı.
İLK SORGULAMALAR
İttihatçıların yargılanması için ilk adım ateşkesten dokuz gün sonra atılarak Meclis-i Mebusan’da soruşturma süreci başladı. Soruşturmanın hedefinde Said Halim ve Talat Paşa hükümetlerinin bakanları vardı.
Soruşturma, “Beşinci Şube” tarafından yapıldı ve savaşa giriş nedenleri, savaşın yönetimindeki aksaklıklar, hukuka aykırı emirler verilmesi, tehcirin nedenleri ve tehcirde yaşananlar hakkında sorular yöneltildi. Sorgulananlar arasında Said Halim Paşa, eski Adliye Nazırı İbrahim Bey, Hariciye Nazırı Nesimi Bey gibi kişiler yer almaktaydı.
Bu sırada Vahdettin meclisi feshetti ve soruşturmalar tamamlanamadı. Böylece Kanun-i Esasi’ye göre suçlu bulunanların Divan-ı Âli’de yargılanma ihtimali ortadan kalktı.
Tevfik Paşa hükümeti ise bir adım daha atarak “Tahkik Heyetleri” oluşturdu. Bu heyetlerin görevi, memurların ve vatandaşların Ermenilere karşı işledikleri suçları araştırarak suçluları mahkemeye teslim etmekti. Heyetler suçlu gördükleri kişileri, Divan-ı Harbi Örfi’ye teslim ediyor ve yargılamalar başlıyordu.
Bu sırada en önemli tartışma, İttihatçıların nerede yargılanacakları konusuydu. Normal mahkemelerde yargılamanın çok uzun süreceği endişesiyle bir sıkıyönetim dönemi uygulaması olan “olağanüstü yetkili” Divan-ı Harbi Örfiler kurulması düşünülmüştü. Hem hükümet hem de padişah, yargılamaların hızla sonuçlanmasını istiyordu.
Bu dönemde Vahdettin 23 Aralık 1918 tarihinde genel af çıkardıysa da “… Bazı anasırın tehcirinden dolayı kanunen mesul olması iktiza edenler…”, savaşta düşman ordusuna sığınanlar ve düşmana yardım edenler bu aftan yararlanamayacaktı. Böylece tehcir suçluları af dışında bırakıldı.
Divan-ı Harbi Örfi’lerin kurulma gerekçesinde tehcir sırasında suiistimali görülenlerin ve suç işleyenlerin layık oldukları cezalara çarptırılacakları ifadesi vardı. İttihat ve Terakki muhalifi basın da İttihatçılar aleyhinde çok ağır bir kampanya yürüterek süreci desteklemekteydi.
TUTUKLAMALAR VE YARGILAMALAR
İlk büyük tutuklamalar 30 Ocak 1919’da gerçekleşti ve Hüseyin Cahit, Ziya Gökalp, Kara Kemal ve İsmail Canbolat gibi kişiler tutuklandı. Bu arada İngiliz ve Fransızlar da tutuklanacaklar listesi hazırlamaktaydı.
Mart ayı başında Tevfik Paşa hükümetinin istifası sonrasında yeni hükümet Damat Ferit tarafından kuruldu. Böylece padişah uyumlu çalışabileceği bir sadrazam bulmuştu.
Hükümetten en büyük beklenti, tehcir yargılamalarının hızlanmasıydı. Hem İttihatçı karşıtı basın hem de İngilizlerin baskısı giderek artmaktaydı. Bu sırada İttihatçı bakanların Divan-ı Harp’te yargılanmalarına dönük itirazlar olmuş ancak hükümet, “Bakanların görevlerinden değil adi suçlarından dolayı yargılandıklarını” ileri sürmüştü.
Damat Ferit Hükümeti’nin işbaşına gelmesinden kısa bir süre sonra gerçekleşen ikinci tutuklama dalgasıyla da Said Halim Paşa, eski şeyhülislamlar Musa Kâzım ve Hayri Efendiler, Fethi Bey (Okyar) gibi kişilerle beraber Ahmet Emin ve Celal Nuri gibi gazeteciler tutuklandı. Gazeteciler kısa bir süre sonra “İstanbul dışına sürgün edilmek kaydıyla” serbest bırakıldılar. Böylece İttihatçılara destek verebilecek basına “gereken gözdağı” veriliyordu.
İstanbul’daki tutuklamalar The Times’ta “Türk Zalimler İçin Adalet” başlığıyla, “Yaklaşık 25 Cemiyet lideri tutuklanmıştır; bunlar arasında yaklaşık 15 eski nazır, devlet müsteşarı ve milletvekili… bulunmaktadır” şeklinde yer almıştı.
Divan-ı Harp yargılamaları sırasında İtilaf devletlerinin düzenlediği Paris Barış Konferansı devam etmekteydi. Damat Ferit Hükümeti’nin amaçlarından birisi de bu yargılamalarla, konferansı Osmanlı Devleti lehine etkilemek ve iyi bir barış antlaşması yapabilmekti.
Yargılamaları etkileyen faktörlerden birisi de İtilaf devletlerinin baskısıydı. Mahkeme kapısında İtilaf askerleri nöbet tutmuş, İtilaf temsilcileri yargılamaların yapılacağı salonu gezerek hükümete çabalarından dolayı teşekkür etmişlerdi.
Bir başka problem de mahkeme kararlarının temyiz edilememesiydi. Bu durum 5 Ekim 1920’ye kadar devam etmiş, ancak bu tarihte, kararların beş gün içinde temyizine imkân tanınmıştır. Bu durum yargı süreçlerinin işleyişiyle ilgili büyük bir eksikliktir. Bundan sonra verilen kararlar Temyiz-i Askerî tarafından yeniden ele alınmış ve bazı usulsüzlükler tespit edilerek bazı hükümler bozulmuştur.
KAÇIRILAN FIRSAT
Tehcir davalarından, Yozgat tehciri davasında Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey hakkında idam kararı verilerek karar 10 Nisan 1919’da infaz edildi. Trabzon tehciri davasında da dönemin valisi Cemal Azmi ve İttihat ve Terakki murahhası Nail, gıyaplarında yargılanarak idama mahkûm edildiler.
İttihat ve Terakki ileri gelenlerinden Enver, Cemal, Talat Paşalarla Dr. Nazım hakkında da idam kararı verildi. Yine MamuretülAziz (Elâzığ) tehciri davasında gıyabında Dr. Bahaeddin Şakir hakkında idam kararı çıktı. Ancak yargılamalar devam ederken 16 Mart 1920’de İstanbul’un doğrudan işgali sonrasında Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu bulunan Said Halim Paşa, eski bakan ve milletvekillerinin Malta’ya sürgüne gönderilmesiyle İttihatçıların yargılamaları yarıda kaldı.
İdam kararı verilen diğer kişiler Zor mutasarrıfı Zeki Bey, otelci Hacı Abdullah, Halet Bey, aşiret reisi Yusuf ve jandarma çavuşu Arslan, Urfa mutasarrıfı Nusret, Erzurumlu Mehmet Necati’dir. Mahkemelerde idam kararı verilen kişi sayısı on altı olup bunların on üçü gıyaben verilmiş ve bizzat yargılanan üç kişinin cezası infaz edilmiştir.
Görüldüğü gibi bu süreçte Vahdettin ve Damat Ferit hükümetleri, intikam alma hisleriyle hareket etmişler ve özellikle İttihatçı bakanların yargılanmasında “usul hatası” yaparak yargılamalara gölge düşürmüşlerdir. Yine İtilaf devletlerinin baskıları, hükümetlerin yargılamalarla İtilaf devletlerinin desteğini almayı amaçlamaları ve uzun bir süre temyiz hakkı olmaması, diğer önemli problemlerdir.
Bir başka husus da asıl yargılanması gerekenlerin yurt dışına çıkmaları nedeniyle yargılanamamaları olmuştur. Deyim yerindeyse olan “ikinci hatta üçüncü derece sorumlulara” olmuş, İttihatçıların Malta’ya sürülmeleri de yargılamalara sekteye uğratmıştır.
Bütün bunlar tehcirle ilgili birçok karanlık noktanın aydınlatılamamasına yol açmış, gerçeklerin anlaşılması yolunda tarihi bir fırsat kaçırılmış, cumhuriyet devrinde de yeni bir süreç başlatılmayarak bugüne kadar devam edecek tartışmalara zemin hazırlanmıştır.
***
Seçilmiş Kaynakça: F. Ata, İşgal İstanbul’unda Tehcir Yargılamaları, Ankara, TTK, 20; “I. Dünya Savaşı Sonunda İstanbul’da Yapılan Tehcir Yargılamaları”, Sosyal Bilimler Dergisi, 2005, C. VII, S. 1; “Ermeni Tehciri Yargılamalarına İstatiksel Bir Bakış”, ATAM, 2005, S.62; Y. Nizamoğlu, “10 Mart Tutuklamaları ve Osmanlı Kamuoyu”, Büyük Güçler ve Ermeni Sorunu, Erzurum, 2012.
Kaynak: Tr724