YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
Batı’da son onlu yıllarda ismine “teistik evrim” denilen yeni bir akım ortaya çıktı. Bu akımın amacı evrim ile dini uzlaştırmak. En temel iddiaları ise “Allah’ın kâinatı evrim ile yarattığıdır.” Teistik evrimin öncülerinden biri olan Francis S. Collins bu görüşü şöyle açıklar:
“Uzayla ve zamanla sınırlanmamış olan Allah, evreni ve ona egemen olan tabiat yasalarını yaratmıştır. Bu kısır evreni canlılarla doldurmayı amaçlayan Allah, mikropları, bitkileri ve her türden canlıyı yaratmak için zarif evrim mekanizmasını seçmiştir. Daha da önemlisi O, akıllı, doğru ve yanlış bilgisine, özgür iradeye ve Kendisiyle paydaşlığa girme arzusuna sahip özel canlıları yaratmak için de aynı mekanizmayı seçmiştir… Bu görüş, bilimin bize doğayla ilgili öğrettiği her şeyle tamamen bağdaşmaktadır. Ayrıca bu dünyadaki büyük tek tanrılı dinlerle de tamamen uyumludur… Bu bağlamda teist evrim ya da BioLogos’u açık farkla bilimsel açıdan en tutarlı ve ruhsal olarak en tatmin edici seçenek olarak görüyorum. Bu yaklaşımın modası geçmez ve gelecekteki bilimsel buluşlarla çürütülemez. Entelektüel olarak katı bir yaklaşımdır ve birçok zor soruya yanıt verebildiği gibi bilim ile inancın birbirini sarsılmaz iki direk gibi güçlendirmesini sağlar.” (Collins, The Language of God, s. 200-206)
Batı’da savunulan bu düşünce tarzı yavaş yavaş İslâm dünyasında da yayılmaktadır. Teistik evrim görüşünü benimseyen bilim adamları, evrimcilerden farklı olarak ilk canlının Allah tarafından yaratıldığını savunurlar. Onlara göre bu ilk canlı Allah’ın onun mahiyetine koyduğu kabiliyetler sayesinde evrimleşmiş ve yeni türleri ortaya çıkarmıştır.
Bir çalışmada teistik evrimi savunan İslâm âlimlerinin durumu şöyle resmedilir:
“Bazıları İslâm adına evrim teorisine karşı çıkmanın, bu teoriyi benimseyen kimseleri dinden uzaklaştıracağı vehmiyle, hakikatte materyalist temeller üzerine oturtulmuş olan bu teoriyle mücadele etmek yerine, bu teoriyi İslâmîleştirmeye ve Kur’ânîleştirmeye çalışmışlar, bu teorinin Kur’ân’a, İslâm filozof veya âlimlerinin görüşlerine aykırı olmadığını iddia etmişlerdir. Böylece ateist evrimcilerin yanında bir de canlıların çeşitli oluşunun evrimleşme yoluyla olabileceğini hatta olduğunu iddia eden inançlı bir grup daha ortaya çıkmıştır. Bunlar canlıları Allah’ın yarattığını kabul ettikleri için yaratılışçı, öte yandan canlıların çeşitliliğinin evrimleşme yoluyla olduğunu savundukları için evrimcidirler. Bu anlayışa kısaca “evrimci yaratılış” da denmektedir.” (Veysel Güllüce, “Kur’ân Işığında Yaratılış Görüşünün Değerlendirilmesi”, Yaratılış Kongresi, s. 342)
Yakın dönemde yaşamış veya muasır olan İslâm âlimlerin büyük çoğunluğu İslâm’a aykırı olduğu gerekçesiyle evrimi reddeder. Çoğunluğu evrime ihtimal dahi vermez, onun hakkında konuşmayı veya çalışma yapmayı dahi gereksiz bulur. Fakat bazıları evrimin gerçek olabileceği ihtimalini de göz önünde bulundurarak biraz daha ihtiyatlı bir dil kullanmayı, hafif de olsa kapıyı evrime karşı aralık bırakmayı veya evrimcilerin bir kısım görüşlerine mümaşatta bulunmayı tercih eder. Bütün bunlarla birlikte evrim teorisi etrafında yapılan çalışmaların bir hayli az olduğunu da ifade etmek gerekir.
Diğer yandan Edip Yüksel, Mustafa İslâmoğlu, Mehmet Bayraktar, Süleyman Ateş, İsmail Yakıt, Yaşar Nuri Öztürk, Hüseyin Cisr, Seyyid Ahmet Han, Muhammed Abduh, Fazlurrahman gibi evrimi kabul edenler de vardır. Mesela Süleyman Ateş şöyle der: “Hayatın, ilkel hücreden evrimleşe evrimleşe önce basit canlıların, sonra daha üstün yapılı canlıların ve en sonunda da insanın meydana geldiği, kesin kanıtlarla ortaya konmuştur. İnsanın maymundan türediği doğru değildir. Fakat insanlarla maymunlar müşterek bir kökten türemiş olabilirler.” (Süleyman Ateş, “Kur’ân-ı Kerim’e Göre Evrim Teorisi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 20, s. 131)
Süleyman Ateş ve diğer ilahiyatçıların evrimi kabul etmelerinin en önemli sebebi, evrimin kesin bir bilimsel gerçek olduğunu düşünmeleri ve evrime aykırı olan Kur’ân âyetlerini de bu bakış açısıyla tevil etmeleridir. Ne var ki daha önce yapılan açıklamalarda da açıkça görüldüğü üzere bu, doğru bir tespit değildir.
Elbette Allah, murat buyurursa kâinatı evrimle de yaratabilir. Fakat burada önemli olan meseleyi zihnî ihtimaller üzerinden götürmek yerine, Allah’ın Yüce Kitabı’na bakmaktır. Sanki ortada hiçbir vahiy ve nas yokmuş gibi Allah’ın kâinatı evrimle mi evrimsiz mi yaratmış olduğunu konuşmak doğru bir metot olamaz. “Şöyle de olabilir, böyle de olabilir, şu da mümkündür, bu da mümkündür…” diyerek sürekli ihtimaller üzerinden mantık yürütmek ve tartışma yapmak bizi hiçbir neticeye götürmez. Güçlü kanıtlara yaslanmadığı sürece zihnî spekülasyonlar şahsi birer mülahaza olmaktan öte geçemez. Bu yüzden Allah’ın yaratma kanununu anlama adına yapılması gereken şey, öncelikle dönüp Kur’ân’a bakmak, sonra da ulemanın yorum ve tefsirlerine müracaat etmektir.
Daha sonraki yazılarımızda tek tek ilgili ayetleri ele alarak detaylı olarak izah edeceğimiz üzere Kur’ân’dan yola çıkarak teistik bir evrim görüşü geliştirmenin imkân ve ihtimali yoktur. Bunu yapmaya çalışanlar, Kur’ân âyetlerini kendi ön kabullerine göre tevil etmektedirler.
Teistik evrimi savunan ilahiyatçılar, evrimin önündeki tek engelin din olduğunu veya evrimin sadece dinî sebep ve endişelerle reddedildiğini zannediyorlar. Dolayısıyla da bilimi karşılarına almaktan korkuyorlar. Halbuki daha önceki yazılarımızda bilimsel delillerin de kesin olarak evrimin gerçekliğini göstermediğini, bu konuda ileri sürülen kanıtların ne kadar zayıf ve sübjektif olduğunu ve hatta yer yer çarpıtıldığını ortaya koymuştuk. Dolayısıyla Kur’an naslarından teistik evrim görüşü çıkarmak mümkün olmadığı gibi, ortada İslâm alimlerini açık nasları tevil etmeye mecbur bırakacak bilimsel gerçekler de yoktur. İslâmî düşünce açısından böyle bir şeyin olması zaten tahayyül edilemez. Zira teşri emirler Allah’tan geldiği gibi, tekvini emirleri yaratan ve kullarının emrine amade kılan da O’dur.
Bu sebeple bir kere daha tekrar edecek olursak, evrime karşı çıkmak demek, nedensellik ilkesine karşı çıkmak ve sebepleri görmezden gelmek demek değildir. Aynı şekilde evrime karşı çıkmak, hiçbir şekilde varlık ve canlı organizmalar hakkında araştırma yapmanın önünde bir engel olarak görülemez. Evrimi reddetmeyi, ilim düşmanlığıyla ve bağnazlıkla izaha kalkışmak ise asıl bağnazlıktır.
Bir çalışmada evrimci teizmi savunan İslâm âlimleri şöyle eleştirilir: “Evrimci teistlerin, evrimci biyoloji için ne yaptıkları ise oldukça basittir: ateist evrimci teorilere dayanan tüm bulguları ve önermeleri kabul edip onların içlerine Tanrı’yı koydular. Böylece kendi inançlarını bilim ile uyumlu hâle getirdiler. Aralarında Katolik Kilise’sinin ve Doğu Ortodoks Kilisesi’nin de bulunduğu hemen hemen bütün Hıristiyan mezhepler, yenilikçi Yahudilerin çok büyük bir kısmı, metinlerdeki yaratılış kıssalarını alegorik olarak yorumlamak suretiyle teist evrimi kabul etmektedirler. Bunlarla aynı gemiye binmek isteyen Müslümanlar da aynı şeyi yapmaktadırlar. Müslümanlar bunu yaparken de Kur’ân ve Kitab-ı Mukaddes arasındaki temel farklılıkları göz ardı ettikleri gibi Nebevî geleneği ve bin dört yüz yıllık İslâm ilim geleneğini paranteze almaktadırlar. Bu paranteze alınan gelenek, dünyada var olan çeşitli yaşam formlarının iyi bir açıklamasını veren Kur’ân’ın tanımlarına, Nebevî geleneğe, aralarında sahabenin de bulunduğu tefsir çalışmalarına, Müslüman bilgin, bilim adamı ve felsefecilerin derin düşüncelerine dayanmaktadır. ‘İslâmi teist evrimi’ desteklemek için, kaynaklardaki malzemeyi yetersiz ve seçici bir okumayla elde ettikleri bulgularla Müslümanlar ortaya bazı çabalar koymuşlardır.” (Muzaffer İkbal, “İslâmi Bakış Açısından Teistik Evrim”, Tasarım ve Evrim, s. 591)
Bediüzzaman Said Nursi de şu izahlarıyla her tür evrimci görüşe karşı bütün kapıları ardına kadar kapatır: “Her bir türün bir âdemi ve bir büyük pederi (yani ilk atası) olduğundan, silsilelerdeki tenasülden doğan bâtıl vehim, o âdemlerde ve ilk pederlerinde tevehhüm olunmaz. (Yani türlerin soy zincirinin ebedi olduğu vehmine kapılmamak gerekir. Her türün âdemlerini Allah yaratmıştır.) Evet, hikmet, jeoloji, zooloji ve botanik lisanı ile iki yüz bini geçen türlerin âdemleri hükmünde olan ilk başlangıçlarının her birinin müstakillen sonradan yaratıldığına şehadet ettiği gibi, mevhum ve itibarî olan kanunlar ve şuursuz olan tabiî sebepler ise: Bu kadar hayret veren silsileler ve bu silsileleri teşkil eden ve fertler denilen dehşet verici hadsiz harika makinanın sanat güzelliği içinde yaratılmasına kabiliyetsizlikleri cihetiyle her bir fert ve her bir tür, tek başlarına hikmet sahibi Yaradan’ın kudret elinden çıktığını ilân ve izhar ediyor. Evet, Sâni-i Zülcelâl, her şeyin alnına hudûs ve imkân damgasını koymuştur.” (Bediüzzaman, Muhakemat, s. 90)
Başka bir eserinde aynı konuyu şu ifadeleriyle izah eder: “Fenn-i hayvanât (zooloji), fenn-i nebâbât (botanik), iki yüz bini aşkın türün büyük peder ve âdemleri hükmünde olan başlangıçlarının her birinin hudûsuna (yaratılmasına, varlık kazanmasına) şehâdet ettiği gibi; mevhum ve itibarî olan kanunlar, kör ve şuursuz olan tabii sebepler ise bu kadar hayret verici silsileler (zincirler) ve bu silsileleri teşkil eden ve “efrâd” denilen dehşet ve hayret verici ilahî makinelerin (canlı organizmaların) îcad ve inşasına kabiliyetlerinin olmaması cihetiyle her bir ferd, her bir tür müstakillen Sâni-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıktıklarını ilân ve izhar ediyorlar.” (Bediüzzaman, Mesnevî-i Nûriye, s. 234)
Fethullah Gülen Hocaefendi de Allah’ın kâinatı evrimle yaratmış olabileceği şeklindeki görüşün yanlışlığını şu şekilde ifade eder: “Darvin’in evrime ait düşünceleri ve evrim teorisi, hiçbir zaman Kur’ân âyetleriyle tevfik edilemeyecektir. Edilemeyecektir, zira o, hayatı birtakım sebeplerin tesadüfi neticesi olarak yorumlamaktadır. Hâlbuki ihya ve imâte (hayat verme ve hayatı alma), Allah’a ait iki fiildir. Her ikisi için de başlangıç itibarıyla birtakım maddî sebeplerden söz edilebilse de, netice, bilhassa hayat noktasında tamamen sebepler üstüdür. Hayatı vermede Cenâb-ı Allah’ın hiçbir sebebe bağlı olmayan, perdesiz icraatı söz konusudur. Dolayısıyla hayat hiçbir maddî sebeple izah edilemeyeceği için, ne Darvin teorisi teori olmaktan öte bir gerçektir, ne de onun Kur’ân âyetleri ve hadis-i şeriflerle tevfik ve telifi mümkün olabilecektir.” (Fethullah Gülen, Yaratılış Gerçeği ve Evrim, s. 15)
Netice itibarıyla teistik veya yaratılışçı evrim denilen yaklaşımın, ne bilimden ve genel kabul gören evrim teorisinden ne de dinî naslardan vize alabilmesi mümkün değildir. Bu yaklaşımın temelinde, evrimi, kesin ispatı yapılmış bilimsel bir kanun olarak görüp dinle bilimi çatıştırmama veya bilim dünyasında yaşanan çatışmanın tansiyonunu düşürme ya da evrimi kabul eden Müslümanları dinden soğutmama gibi gayeler vardır.
Bunlar, anlaşılabilir ve kısmen kabul edilebilir hedefler olsa da tablonun tamamını yansıtmaz. İslâm’ın yaratılışla ilgili görüşlerini objektif, tarafsız, bütüncül ve ilmî bir bakış açısıyla ele almaz. Evrimi kabul etmenin handikaplarını göz ardı eder. Kur’ân’ı ispatı yapılmamış hipotez ve kuramların arkasından koşturur. Murad-ı ilahiyi kavramak yerine, metne kendi anlayışını söyletir. Evrimin, bir kısım ateistik ve materyalistik izahlarını dolaylı yönden dinî düşüncenin içine dâhil eder. Bu yüzden Seyyid Hüseyin Nasr, teistik evrimin, Darwinci düşünceden daha kötü ve tehlikeli olduğunu ileri sürer. (Nidhal Guessoum, “Müslüman Yaratışçılık, Evrim ve Tasarım, s. 690)
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: “Allah’ın kâinatı evrimle yarattığına inanan bir insan dinden çıkar mı?” Bir insan, Kur’ân’ın bütün âyetlerine iman ettiği ve yaratmayı Allah’a vererek O’na şirk koşmadığı sürece dinden çıkmaz. Fakat Kur’ân âyetlerine yaklaşımına, onlardan hareketle ortaya koyduğu görüşlere ve yaratma hakkındaki yaklaşımına göre böyle bir insanın günah işlemesi, bid’at çıkarması veya dalalete düşmesi söz konusu olabilir. Burada iki yanlış söz konusudur: Birincisi, bilimin kriterlerine tam uymadan aceleyle evrimi doğru kabul etmek; ikincisi ise nasları, ispatlanmamış bir teori üzerinden zorlama yoruma tâbi tutmak.
Her ne olursa olsun Allah’ın varlığını, iman esaslarını ve Kur’an ayetlerini reddetmediği sürece evrimi savunduğu gerekçesiyle insanları tekfir etmek çok tehlikeli bir yaklaşımdır. Evrim teorisini savunanları din düşmanı gibi görmek kesinlikle kabul edilemez. Bunların pek çoğunun bilim yaptığı, hakikati aradığı ve gerçek peşinde koştuğu unutulmamalıdır. Fakat bunların pek çoğu kâinata küllî bakamadıklarından, metafizik izahlara kapalı yaşadıklarından, kâinattaki müthiş nizam ve gayeyi göremediklerinden ve bir kısmı itibarıyla ideolojilere kurban gittiklerinden ötürü ulaştıkları bilimsel gerçeklerin yorumunda hataya düşüyorlar.
Burada bir hususa daha dikkat çekmekte fayda var: Evrim, evrimdir. Bilim adamlarının tamamının evrimin tanımına, mahiyetine, hakikatine, gerçekleşme şekline ve mekanizmalarına dair ortak kabulleri vardır. Mesela Darwinizmi anlatan kitapların hiçbirisinde Yaratıcıya, yaratmaya, ruha, metafizik kabullere, mucizelere, tabiatüstü açıklamalara yer verilmez ve gerek duyulmaz. Çünkü onlara göre her şey tabiatın, maddenin, yasaların ve tesadüflerin işidir. Evrim konusundaki ihtilaf, sadece detaylardadır.
Bu sebeple evrime dinî bir libas giydirmek ve onu yaratmayla uzlaştırmaya çalışmak çok da mümkün değildir. Böyle bir yaklaşım, evrimin en temel iddialarıyla çelişeceği için evrimi evrim olmaktan çıkarır. Eğer mesele Allah’ın yaratmasına verilerek izah ediliyorsa, canlı türlerinin kökenleri ve ortaya çıkışlarıyla ilgili farklı bir teori ortaya konuluyor demektir. Bunun adına artık evrim teorisi dememek gerekir.
Son olarak şunun altını çizmek istiyoruz: Evrim teorisi etrafında yapılan hararetli tartışmaların, şiddetli kavgaların önemli sebeplerinden birisi, kavram kargaşasıdır. Bazen evrim teorisi hakkında aynı düşüncelere sahip olan iki kişi bile, kullandıkları kavramlara farklı anlamlar yükledikleri için münakaşa yapıyorlar. Evrim teorisinin mahiyet ve hakikatinin tam olarak anlaşılmamış olması, evrimi kabul eden birinin gerçekte neyi kabul ettiğinin, reddeden birinin de neyi reddettiğinin yeterince belirgin olmaması uzlaşma ve anlaşmayı zorlaştırıyor.
Daha da ilginci, evrim teorisi etrafında görüş dile getiren insanların yer yer evrime farklı anlamlar yükledikleri görülüyor. Elbette herkesin düşünce ve ifade özgürlüğü vardır. Dilediği gibi düşünüp konuşabilir. Fakat bir buçuk asırdır tartışılan, bilimsel bir teori hüviyetine sokulan, belli bir noktaya getirilen ve etrafında devasa bir literatür oluşan bir meseleyle ilgili sübjektif yaklaşımlara çok da itibar edilmiyor.
Teistik evrim kavramı, evrimden çok daha kapalı ve belirsiz bir kavramdır. Evrim teorisini merak eden bir insan, konu etrafında yazılan eserleri okuduğunda, dile getirilen görüşleri ve yapılan izahları kabul etmese de anlayabilir. Fakat Allah’ın kâinatı evrimle yaratmış olmasının ne demek olduğu yeterince belirgin değildir. Teistik evrimi savunan araştırmacılar bugüne kadar birbirine zıt iki kavram olarak kullanılan “yaratma” ile “evrimi” uzlaştırmaya, bu ikisinin birlikte gerçekleşebileceğini izah etmeye çalışıyorlar. Fakat onların bu yaklaşımının klasik evrim görüşünden ne farkının olduğu, evrimleşme sürecinde Yaratıcı’nın nasıl bir “rolünün” ve “müdahalesinin” bulunduğu açık değildir.
Evrim teorisi, en temelde canlılar âlemindeki muazzam çeşitliliği izah getirme adına geliştirilen bir teoridir. “Nasıl oldu da milyonlarca tür canlı vücut buldu?” sorusuna tabiatın sınırları içinde kalarak aranan bir cevabın ürünüdür. Kendiliğinden oluşan bir canlının evrimleşerek bütün türleri oluşturduğunu savunan bir izah şeklidir. Bir kısım bilimsel yasaların ve biyolojik ilkelerin taraflı, şartlı ve yanlış yorumuna dayanan bir teoridir. Allah’ın varlığını, O’nun sonsuz ilim, kudret ve iradesini kabul eden ve dolayısıyla da bütün türlerin ilk örneklerinin anne-babasız bir şekilde O’nun tarafından yaratıldığına inanan bir mü’min açısından hiç de eldeki tek alternatif değildir.
Kaynak: Tr724