2001 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurucu üyesi olan Ali Babacan, 2002’de Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak atandı. 35 yaş ile dönemindeki en genç kabine üyesi unvanını aldı. Sonrasında Avrupa Birliği Başmüzakerecisi ve Dışişleri Bakanı olarak önemli koltuklara oturdu. 2009 yılında ise dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yardımcılığını yaptı ve bu görevine Ahmet Davutoğlu döneminde de devam etti.
Ali Babacan hakkında bir rapor hazırlayan dönemin ABD Türkiye Büyükelçisi Ross Wilson, raporunda siyasetçi hakkında şöyle diyordu;
“Türkiye’nin liderleri arasında belki de en küresel görüşlere sahip olan ve yabancıların düşünce tarzlarını anlayabilen kişi Babacan. Küresel sermayenin ne duymak istediğini biliyor ve genelde pazarlamacı gibi davranıyor. Ama bazen ‘insani yanının’ eksik kaldığı da belirtiliyor. Ayrıca Babacan’ın AK Parti içinde bağımsız siyasi temele sahip olmadığı ve Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül’e yönelik evet efendimci itibarının uluslararası politikada karşısına çıkabilecek bir engel olduğu ifade ediliyor.”
2015 yılından sonra kabinede aktif görev almadı. Şüphesiz en tartışmalı kararı, 8 Temmuz 2019’da da kurucusu olduğu AK Parti’den istifa etmesi oldu.
Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA Partisi) ile siyaset sahnesine bu kez parti lideri olarak dönen Ali Babacan, şimdilerde Türkiye’yi karış karış geziyor. O gezilerden birine eşlik eden euronews, Ali Babacan’ın geçmişe dair düşünceleri ile siyasi hedefleri ve iktidara yönelik eleştirilerini konuştu.
AK Parti’de üst düzey görevler üstlendiniz şimdi de muhalifsiniz. ‘Neden daha önce konuşmadığınız?’ sorusu çok soruldu. Sizin cevabınız özetle ‘biz hükümetteyken içeride bir mücadele verdik, başaramayınca ayrıldık’ oluyor. Peki bugün Ak Parti’ye bakınca kendinizde bir siyasi sorumluluk görüyor musunuz?
“AK Parti’de ben uzun yıllar hükümet üyesi olarak, bakan olarak görev yaptım. O süre içerisinde kendi sorumluluk alanım, yani hangi alanlar oldu bunlar? Ekonomi oldu ya da Avrupa Birliği müzakere süreci oldu ya da dış politika oldu kendi sorumlu olduğum alanlar ben görevde olduğum süre içerisinde oldukça iyi gitti. Yani Türkiye’nin başarılı olduğu konulara baktığınızda bir de hangi dönemlerde, hangi konularda başarılı oldu diye baktığınızda yani benim ve yakın çalışma ekibinin sorumlu olduğu dönemlerde Türkiye iyi şeyler yaptı, iyi sonuçlar aldık. Tabii hükümetin bir de topyekün bir sorumluluğu var. Yani hükümette olmanın topyekün sorun var. O süreç içerisinde tabii ki Türkiye’de iyi gitmeyen işler de oldu. Türkiye’nin başarılı olamadığı alanlar da oldu. Ama onların hiçbirisi benim kendi direkt tek sorumluk alanı değildi, öyle değil. O alanlarla ilgili de bir bakan olarak ya da parti üyesi olarak etki alanını sınırlı oluyor. Yani Türkiye’deki hukuksuzlukları çözmek için başka bir çalışma gerekiyor. Eğitim sorununu çözmek için başka türlü bir çalışma gerekiyor ve baktık ki arkadaşlarımızla beraber AK Parti’de artık bu alanlarda bir iyileşme olmayacak, olamayacak.
Çünkü yönetim zihniyeti kendisini anayasayla bağlı hissetmiyor. Kendisini hukukla bağlı hissetmiyor. Akla ne geliyorsa onu uygulamaya dönük bir yönetim tarzı var. Ve böyle bir yönetim tarzı ile Türkiye’nin sorunlarının kesinlikle çözülemeyeceğini biz kanaat getirdik. Ve zaten iktidar partisi diyoruz ama parti de diye de pek bir şey kalmadı. Yani bir kişide toplanan, bir kişinin şahsi yaklaşımında toplanan bir parti ve yine bir kişinin şahsi yaklaşımlarında toplam bir devlet yönetimi söz konusu. Bizim zamanımızda böyle değildi. Çünkü istişare vardı. İşini iyi bilen güçlü insanlar vardı. Yani herhangi bir konu gündeme geldiğinde bu güçlü insanlardan birkaç tanesi ben de içinde olmak üzere, itiraz ettiğimizde durdurabilirdik konuyu. Eğer bakanlar kurulunun topluca karar vermesi gereken bir alansa… Ama diyelim ki bir sağlık alanında, bir eğitim alanında, ya da başka alanda yani o alanda yürüyüp giden ve bizim durdurma imkanımız olmayan konularda da fazla bir şey yapamadık doğrusu. Ama genel anlamdaki sorun tabii insan kaynağı yapısındaki kalite düşüşü. Gerçekten dürüst ve işin ehli olan insanların sayısının hızla azalması, pek çok yanlış kişinin sisteme girmesi, onların etkisinin artması ve karar alma mekanizmalarında da istişarenin yok edilmesi.”
Çok parlak bir isimdiniz Ak Parti’de. Bir gün yol ayrımına gelebileceğinizi düşündünüz mü hiç?
“İlk başlarda tabii böyle olmasını istemezken, 2002’de başlarken hep beraber belli ilkeler ve değerler üzerinde hareket ettik ve o ilke ve değerlere sahip çıktığımız sürece, onları uygulanışı sürede de Türkiye başarılı oldu. Ama ne zaman ki o ilke ve değerlerden sapmaya başladı AK Parti ve onu dönemin Başbakanı, bugünkü Cumhurbaşkanı bizim artık o parti içerisinde, iktidar partisi içerisinde ve böyle bir yönetimle ülkenin sorunlarının çözülebileceğini dair kanaatimiz tükendi. Yani artık bu iş olmayacak dedik. Bir süre içerden mücadele ettik düzeltmek için, çok uğraştık. Ama baktık ki bunun imkansız olduğunu anlayınca geri çekildik. Sonra da yeni bir siyasi hareketle tekrar vatandaşlarımızın önüne çıktık.”
2023 öncesinde bir erken seçim ön görüyorsunuz. Partiniz buna hazır mı?
“Biz ilk ihtimal dağılımı tarafına bakıyoruz. Ve diyoruz ki; yani 2023 Haziran’a kadar Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve sosyal şartlarının dayanması zor. Dolayısıyla 2023 Haziran’ına kadar bekleyebilir ama ihtimal daha zayıf, daha yüksek ihtimalle 2022’de hatta 2021 de bile bir seçimin olabileceğini düşünüyoruz. Bizim hukuki hazırlığımız açısından baktığımızda biz teşkilatlanmamızı şu anda hızlı bir şekilde sürdürüyoruz. Ama bu teşkilatlanmamız ne zaman hazır olacak derseniz, yani bizim 2021’in ikinci yarısında olacak bir seçime teşkilatlanma açısından hazır olacağımızı söyleyebilirim. Çünkü Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Yasası’nda biliyorsunuz partilerin seçime girebilmesi için asgari bir teşkilatlanma düzeyi gerekiyor. Biz asgari teşkilatlanan düzeyini yakalamak için şu anda yoğun bir şekilde çalışıyoruz. Bugün burada Yalova’da olmamızın sebebi o. Yalova 28’nci kongremizi tamamladık. ama bu kongrelerin sayısı 41’e ulaşınca hemen büyük kongremizi yapacağız ve seçime girebilme yetkisini o tarihten 6 ay sonra almış olacağız.”
İttifakların olduğu bir dönemdeyiz. Millet İttifakı’yla birlikte ilk planda sadece iktidarı değiştirmeye yönelik bir strateji mi yürütüyorsunuz?
“Biz şu anda ittifaklardan bahsetmiyoruz, ittifak konusu hiçbir siyasi partiyle konuşmuyoruz. Ama bizim partimizin kurulmasının en önemli sebeplerinden birisi sadece mevcut yanlışlara işaret etmek değil, aynı zamanda doğrular konusunda çalışma yapmak ve doğruları ortaya koymak ve ne yapılması gerektiği konusundaki tavsiyelerimizi ve önerilerimizi sürekli dillendirmek. Hatta bu tavsiye ve önerilerimizi yüksek sesle dillendirilmeye başladığımız dönemde hatırlarsanız Sayın Cumhurbaşkanı bana ders vermeyin gibi bir ifade kullandı, beni kastederek. Halbuki o gün söylediklerimizi o gün hemen yapmaya başlasalar, Türkiye bugün daha iyi bir noktada olabilirdi. Kaldı ki ekonomide biliyorsunuz dış politikada son 2 haftadır ciddi u dönüşleri var. Yani faiz enflasyonun sebebidir derken birden bire, Merkez Bankası politika faizini çok hızlı bir şekilde artırdı. Avrupa Birliği’ne, Batı’yı, NATO’yu düşman gösterirken hükümet birdenbire u dönüş yaptı. Türkiye’nin geleceği Avrupa Birliği’ndedir dedi. Şimdi bu ciddi u dönüşleridir. Ve bakın bizim şu son bir aydır kongrelerde söylediğimiz cümleleri şu anda hükümet kullanmaya başladı. Demek her ne kadar sizden ders almayız diyorlarsa da kopya çekmekte felaha değiller, onu görüyoruz. Cümle cümle, ifade fade benim o konuşmalardan alıp bakıyoruz, cumhurbaşkanının konuşmasına ifadeler, cümleler taşımıyorum. Ülkemiz için iyi. Keşke yapsalar ama yapmayacaklar. Çünkü o konuşma metinlerini hazırlayıp da cumhurbaşkanının önüne koymakla iş bitmiyor. Onu fiili uygulaması gerekiyor. Fiili uygulama da iyi insanlarla işini bilen ve dürüst insanlarla olur. İyi uygulama aynı zamanda doğru bir zihniyetle olur. Gerçekten hukuka bağlı hisseden bir zihniyet, anayasayla kendini bağlı hisseden bir zihniyet ve kadro çalışmasını, ekip çalışmasına önem veren bir zihniyet, istişareye önem veren bir zihniyet olur. Bu zihniyetin tamamen ortadan kalktığını gayet iyi bildiğimiz için biz sadece diyoruz güzel söylüyorlar ama keşke yapsalar da görsek diyoruz. Lafla bu iş olmuyor. İşle, uygulamayla ancak kanaat getireceğiz diyoruz.”
Yargı reformunu konuşuyoruz. Bakan değişimi, değişimler söz konusu. Niye inanmıyorsunuz 18 yıl sonunda AK Parti bu değişimi gerçekleştiremez mi?
”Uygulamayı görmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Açıkçası kalbimiz bir yandan diyor ki keşke bu söylenenleri hemen uygulasınlar da seçim beklemeden ülkemiz bir an önce düzelmeye başlasa. Ama öte yandan da yapmayacaklar. Biz hızlı bir şekilde kendi çalışmalarımızı devam ettiriyoruz ama önerileri de gene sürekli anlatıyoruz. Sürekli tavsiyede bulunuyoruz, bulunmaya da devam edeceğiz. Kopya çeksinler önemli değil ama kopya çektiklerini bile öğrenip uygulasalar keşke. Öğrenip uygularlarsa, memleketim için de iyi olur. Yani seçimi beklemeden Türkiye’de bir an önce işler düzelme başlar. Gönlümüz bunu istiyor. Ama aklımız diyor ki olmayacak.”
Türkiye’yi hedeflerinize daha hızlı nasıl yaklaştırırsınız? Mevcut sistemde cumhurbaşkanı olarak mı yoksa parlamenter sistemde başbakan olarak mı?
”Bu aslında önemli bir soru. Çünkü biz parlamenter sistem diyoruz ama güçlendirmiş parlamenter sistem. Eğer mevcut hükümet bir gün orada da u dönüş yapıp hadi gelin parlamenter sistemi konuşalım demezse, Türkiye bir sonraki seçime mevcut sistemle gidecek. Yani bir sonraki seçim bir cumhurbaşkanının seçileceği ve parlamento üyelerinin meclisin seçileceği bir seçim olacak. Ama biz de diyoruz ki bu sistem yanlış, güçlendirmiş parlamenter sistem gerekiyor. İşte tam o ikisi arasında bir geçiş süreci gerekecek Türkiye için. Ve bu geçiş sürecinin çok iyi dizayn edilmesi lazım, çok iyi planlanması lazım. Ve önümüzdeki ilk seçimden önce de bu geçiş sürecinin nasıl yürüyeceği ile ilgili siyasi partilerin taahhütte bulunması lazım. Biz bunun hazırlığını yapıyoruz. Biz sadece güçlenmiş parlamenter sistem demeyeceğiz. İlk seçimden güçlenmiş parlamenter sisteme geçerken o ara dönemde geçiş döneminde neler yapacağımızı ortaya koyacağız ve seçmenimiz de bunu taahhüt edeceğiz. Buna göre seçim olacak ama daha sonra şu şu, şu şu, şu adımlarla da sistemi değiştireceğiz ve o sistemle de hemen bir seçim gerekecek tabi. Yani geçiş dönemiyle de çözülebilir. Ama o yeni sistem için ara seçim de gerekebilir. Buna şu anda çalıştığımız alternatifler. Ama birilerinin buna kafa yorması gerekiyor. Şu anda kimsenin gündemi yok. Ben bunu siyasi parti liderlerine ilk defa dillendirdim böyle bir şey gerekecek. Var mı bir hazırlık?. Bu ülkenin ihtiyacı ve biz bunu çalışıyoruz şu anda.”
Millet ittifakından size cumhurbaşkanlığı adaylığı teklifi gelse kabul eder misiniz?
”Şu anda gündemimizde bunların hiçbiri yok. Biz yeni bir siyasi partiyiz. Bu yeni kurulmuş bir siyasi parti. Aynı zamanda iddialı parti, DEVA Partisi iddiaları olan bir parti. Partinin genel başkanı da iddialı bir genel başkan. Bunu da mutlaka dikkate almak lazım. Ama biz hiçbir siyasi partiyle ne ittifak konusunu görüşüyoruz ne de Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda görüşüyoruz. Şu anda hızlı bir şekilde kendi teşkilatlanmamızla uğraşıyoruz ve vatandaşlarımıza, halkımıza kendimizi anlatıyoruz. Bizim kendi özgün siyasi kimliğimizi tanıtmak için büyük bir çaba ortaya koyuyoruz.”
İktidar paylaşımını nasıl görüyorsunuz Sayın Babacan? Yani AK Parti ve MHP iktidarı arasında nasıl bir güç dengesi var sizce?
”Biliyorsunuz her ne kadar 2018 seçimleri iktidar partisi açısından bir başarı gibi sunulduysa da aslında meclis çoğunluğunu AK Parti kaybetti. Yani meclis çoğunluğu kaybedip de bunu başarı olarak anlatmak, seçimi kazandık diye sunmak da tabii ayrı bir propaganda makinası sonucu. Yani onu da ayrı değerlendirmek lazım. Ama nihayetinde bir ortağa muhtaç hale geldi ve o ortak olmadan da meclis çoğunluğunu sağlayamıyor. Şimdi bu ortaklığın tabii enteresan yönleri var. Öncelikle bu küçük ortaklık dikkat ederseniz kara ortak ama zarara ortak değil. Tek bir bakan ismi dahi vermedi. Hükümette küçük ortaktan bir bakan yok. Normalde iktidara ortaksanız herhalde bakanlık görevi de alırsınız birkaç tane. Yani kendi arkadaşınıza birkaç tane bakan olsun ister, vermiyorlar. Niye? Çünkü iktidarda olmanız zaten bir neması var. Oradan istifade ediyorlar. Bürokrasiye nüfuz etmekten istifade ediyorlar. Başka türlü menfaatler olabilir ama başarısızlık olduğu anda da hemen geri çekilecek bir pozisyonda kendilerini tutuyorlar. Son başlattıkları bu askıda ekmek kampanyası bunun ifadesi. Yani vatandaş fakirleşti ekmek parasını muhtaç oldu. Dolayısıyla biz artık bu sonucu gördük ve sadece parti olarak iktidar ortağı olan parti olarak bir kampanya başlatıyoruz diyorlar. Yoksul kesimde bir duygu örtüşmesi sağlamaya çalışıyorlar. İktidardaki partinin böyle bir şey yapması düşünülemez. Herhalde oturulur konuşulur. Eğer gerçek bir ittifak varsa, gerçek bir koalisyon varsa, birliktelik varsa konuşulur. Dolayısıyla şu andaki yaklaşım başarı varsa ortak iktidar nemalarına ortak ama başarısız olduğu anda kendilerini kenarda tutmaya çalışırlar. Biz de onların bunu sürekli hatırlatıyoruz. Siz bu sorumlu ortaksınız, bu sorumluluktan kaçamazsınız diyoruz. Eğer yanlışlar yapılıyorsa ve bu yanlışlar Türkiye’nin her alanda zemin kaybetmesine sebep oluyorsa, Türkiye’yi her alanda krizlere götürüyorsa bu krizlere gitmesinde küçük ortak da ortaktır diyoruz.”
Ak Parti yargı, hukuk ve ekonomi reformlarında başarılı olursa, MHP ve Ak Parti ittifakı sizce devam eder mi?
”İleriye doğru açıkçası benim çok böyle detaylı yorumlar yapmam mümkün değil, kendi aralarındaki ilişkinin de detaylarını bilmemiz de mümkün değil. Biz açıkçası bugünkü iktidarın artık yavaş yavaş gitmekte olduğunu, artık yavaş yavaş ömrünün tükendiğini, miadını dolduğunu görüyoruz. Onun için zaten çalışıyoruz. Son birkaç haftadır yapılan açıklamalara bakın, hani hukuk devleti işte ekonomiyi düzeltmek için hukuk zemini oluşturmak… Bunlar hep bizim ifadelerimiz, bizim ifadelerimizi kullanmaya başladılar. Hatta yine Yüksek İstişare Konseyi üyesi bir ismin yaptığı açıklamalar, bazı somut sinyalleri, ya bu isimlerin tutuklu yargılanmasına gerek yok demesi, hemen arkadan cumhurbaşkanının çıkıp da müdahale edip yok yok onların tutukluluğu devam eder anlamına gelecek mealinde sözler sarf etmesi zihniyetin hiç de değişmediğini gösteriyoruz. Normalde eğer hukuk devletiyse burası tutuksuz yargılanmanın esas olması lazım. Tutukluluğun istisnai olması lazım. Bakıyoruz fiili uygulamada öyle anlaşılıyor ki hiçbir şey değişmeyecek. Onun için baştan söyledik.
Bu açıklamaların hepsi samimiyet testine tabi olacaktır. Samimiyet testi. Eğer hukuk devleti olmak konusunda, hukukun üstünlüğü konusunda cumhurbaşkanı samimiyse yapacağı ilk iş bir çağrıda bulunmak. Demek ki mahkemelere diyecek ki ben haklı karışmıyorum, siz de istediğinizi yapın. Anayasaya bakın, yasalara bakın ve vicdanınızın sesini dinleyin. Evrensel hukuk çerçevesinde istediğinizi yapın. Artık benden size müdahale gelmeyecek. Ben sizin yönlendirmeceyeğim. Bağımsızsınız ama tarafsızca çalışın diyecek. Daha sonra ben dünkü konuşmamda da söyledim. Yozgat’ta dedim, bütün o hakim ve savcıların telefon numaralarını rehberlerinden silmeleri gerekecek. Yani o eski huylar depreşirse tekrar aramasınlar, müdahale etmesinler diye. Mesela bu çok önemli bir samimiyet testi. Ama böyle bir şey duymayacaksınız, olmayacak. Çünkü o iktidar gücünü yargıyı da içine alacak şekilde kullanmak ve yargıya da istediği sonuçları aldırmak, ülkeyi yönetmek şu andaki yönetimin önemli bir tercihi. Bu bir tercih. Zaten cumhurbaşkanı hükümet sistemine geçerken ki en önemli motivasyon kaynaklarından birisi de buydu. Yani niye bu sistem değişikliği oldu? Çünkü yargıya da hükmedebilmek ve Meclis’i de kontrol altında tutabilmek. Yani güçler ayrımı değil, güçlerin tek bir elde toplandığı bir sistemdi aslındahep hayal edilen. Şimdi öyle bir sistem de kuruldu. Yani onun için diyorum ya bizim aklımız diyor ki bunların hiç biri sonuç vermeyecek.”
Geçtiğimiz günlerde yargıda reform mesajları veren hükümete seslenerek ‘Madem adaletin yerini bulmasını istiyorsunuz, KHK zulmünü ortadan kaldırarak bir başlayın bakalım’ dediniz. KHK’lılarla ilgili sizin planınız nedir?
”Biz asla bunu kendi parti programımızda çok açık yazılı bir şekilde koyduk, ifade ettik. Biliyorsunuz KHK uygulaması, Kanun Hükmünde Kararname yani aslında bir kararname fakat kanun hükmünde. Kararname dediğimizde bir Bakanlar Kurulu kararı, o günün eski uygulamasına yeni sistemi cumhurbaşkanı kararı haline geldi. Yani şu anda tek bir imza kanun hükmünde oluyor. Yani normal demokraside olmaması gereken bir uygulama zaten o bir. İkincisi, hiçbir dava süreci çalıştırmadan bağımsız ve tarafsız bir şekilde bu insanların, bu KHK’lıların durumunu incelemeden onlarla ilgili kararlar verilmesini biz hukuk devletine yakışmayan bir uygulama olarak görüyoruz. Eğer bir ceza, bir müeyyide, bir yaptırım olacaksa bunun kararının bağımsız ve tarafsız yargı tarafından verilmesi lazım. Kaldı ki davalık olan ve mahkemelerde beraat eden KHK’lı vatandaşlarımız dahi işlerine dönemiyor. Onların hakları iade edilmiyor. Onların itibarları yad edilmiyor. Mahkemeye gitmiş iş bağımsız, tarafsız yargı incelemiş. Bakmış bu suçsuz diyor ama hiçbir işlem yapamıyor. Bunlar hukuk devletinde olmaması gereken işler.
Ama tabii şundan dikkatle tekrar vurgulamak lazım, bu FETO terör örgütü de bu ülkeye çok büyük zarar verdi. Askeri darbe teşebbüsüne kalkışacak kadar artık aklını kaybetmiş bir örgütün de bu kararı verenler, örgütün yöneticilerinin de en ağır cezayla karşılaşması lazım. Eğer bunu yapmazsanız, her zaman bunlar nüksedebilir. Çünkü bu tür illegal yapılanmaların, örgütlerin devlete sızma gibi bir huyu var. Gizli gizli sızmayı buluyorlar. Bunlar en ağır cezayı görecek ki kimse bundan sonra devlet gücünü ele geçirip kendi menfaatine kullanma cüretinde bulunmasın. İllegal yapılanmalar, örgütler bunlar zaten hukuk dışıdır. Yani hukuk dışı hareket eder. Ama devletin bunlarla mücadele ederken hukuk içinde mücadele etmesi lazım. Yani onlar hukuk dışı işler yapıyor. Ben de bunların hakkından hukuk dışına çıkarak gelirim gibi bir hareket tarzı devlete yakışmaz. Yani devlet bir yanlışı, bir başka yanlışı düzeltmez. Devlet hep doğru yerde durur. Yanlışlar olabilir ama devlet doğrular üzerinde yürümek zorundadır ve attığı her adımı da hukuk çizgisi doğrultusunda atması lazım. Hukuk çerçevesi içinde atması lazım. O zaman bu devlet olmaz, başka bir şey olur.”
Bölge illerinde çok büyük bir ilgiyle karşılandınız. Kürt meselesini sadece güvenlikle değil, demokrasi, eşitlik gibi önemli değerlerle de çözülebileceğini söylüyorsunuz. Çözüm süreci ve Oslo görüşmeleri ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
”Şöyle geçmişe baktığımızda aslında o süreçlerin hepsi ister adına açılım süreci diyelim ister çözüm süreci diyelim. Bunların hepsi iyi niyetle başlatılan süreçler. Ama geri dönüp baktığımızda buradaki metodun yanlış olduğunu biz düşünüyoruz. Yani terörle mücadele ile kendi vatandaşlarımızın haklarını aynı masaya koyup aynı dosyada karşılıklı bir alver haline getirmek, bir pazarlık konusu haline getirmenin son derece yanlış olduğunu düşünüyoruz. Biz bu iki konuyu artık ayrı yöneteceğimizi ortaya koyduk. Yani Kürt sorunu dediğimiz konunun kendi vatandaşlarımızın, insan olmaktan kaynaklanan bütün haklarının olduğu gibi tanımak, kendi vatandaşımızla devletimiz arasındaki aidiyet ilişkisini, güven ilişkisini sağlamlaştırmak ama terör örgütüyle mücadelede gereken ne varsa yapmak…
Gereken ne varsa demek bu sadece güvenlik tedbirleri değil… Bunun içerisinde diplomasi çalışmak zorunda. Uluslararası ilişkiler, dış politika çalışmak zorunda, istihbaratın çalışması önemli. Sadece silah kullanarak bir terör örgütünden kurtulamazsınız. Diğer enstrümanları da kullanmamız lazım. Ama bunun için de etrafınızda çok ortağınız olması lazım. Terör örgütünü yalnızlaştırmak lazım. Şu anda geldiğimiz noktada Türkiye kendi yalnızlaştı, terör örgütünün çok destekçisi var. Yani terör örgütünü hemen hemen etraftaki her ülkeyle diyalogu var. Bugün biliyorsunuz Rusya terör örgütü bile olarak tanımıyor. Avrupa Amerika Birleşik Devletleri’nin terör örgütü olarak tanıyor PKK’yı ama onun yan unsurlarını ya da yeni oluşturduğu yapıları terör örgütü olarak tanımıyor. Yine bir ilişki kuruyor. Şimdi yalnızlaşan Türkiye. Ama örgütün bir sürü sağında, solunda, arkasında, önünde ülkeler var. Şimdi bu mücadelede bu şekilde Türkiye’nin başarılı olması mümkün değil. Yani sadece silah kullanarak başarı olamazsınız. Kendi topraklarınız içerisinde belki bir miktar başarı sağlarsınız. Hududunuz ötesine etkiniz sınırlı kalır. Dolayısıyla terör örgütü ile olan mücadele mutlaka örgütü yalnızlaştırma dayanması lazım. Ve çevre ülkelerle ve ilgili taraflarla sizin bir birlik beraberlik sağlamamız lazım ki gerçekten gereğini yapabilir. ”
Deva Partisi bugün iktidar da olsa hemen yapacağı ilk üç icraatı ne olur?
”Özgürlüklerle ilgili konu aslında sadece bir siyasi duruş, bir açıklama. O kadar. Yani dönüp akademisyenlerimize, sivil toplum kuruluşlarımıza, medyamıza, basın mensuplarımıza, düşünürlere, köşe yazarlarına bir açıklama. Artık rahat nefes alın biz size karışmıyoruz. Şiddeti teşvik etmeyin. Nefret suçu işlemeyin. Biliyorsunuz evrensel hukuk bundan yana. Bunlara uyun ama ondan sonra istediğinizi yazın. Bizi eleştirin. Yani hükümet bunu çıkıp diyebilir. Artık eleştirin tamam, ben size dava açmayacağım diyebilir cumhurbaşkanı. Kendi en ağır eleştirilerde bulunuyor, en sert bir şekilde diğer siyasi partilerle uğraşıyor. Kendine gelen en ufak bir eleştiride hemen dava açıyor.
Bir de şu var yani gerçekten düşünce suçu sebebiyle tutuklu olan vatandaşlarımızın da bu tutukluluklarının sona ermesi ile ilgili gerekirse yasal düzenleme, gerekirse idari tedbir, gerekirse yargıya artık rahatsınız, bizden çekinmeyin. Biz hükümet olarak size karışmıyoruz, tutuksuz yargılanacaksa bu işler serbest bırakın diyebilmek sorunların çoğu inanın böyle çözülür. Birşey yapmanıza gerek yok. Bir günlük meseledir, sabah yapacağınız bir açıklamadır.
Gelelim işin hukuk devleti olma kısmına. Bu da çok önemli. Bunun için öncelikle yani ülkenin başındaki kişinin ya biz göreve geldiğimizde inşallah bunların hepsini yaparız sorun değil ama bir an önce de yapılsın istiyoruz. Keşke şu andaki yönetim yapsa. Yani diyecek ki ben kendimi yasalarla ve anayasayla sınırları hissediyorum. Dolayısıyla varsa bir hatamız bana söyleyin. Ben bundan sonra yasaları çiğnemeyeceğim. Anayasanın dışına çıkmayacağım da. Bu yeni davranış şeklidir. Başka bir şey değil. Ya da hukuk derken tabii bunun uluslararası boyutuna da bakmak lazım. Mesela diyelim ki ilk Kamu İhale Yasası, 190 defa bir yasa değişir mi? Avrupa’da 28 ülkenin uyguladığı bir kamu alımları mevzuatı var. Ben biliyorsunuz Avrupa Birliği Başmüzakerecisiydim, 33 fasıldan biri kamu alımlarıdır. Bu mevzuatı alın aynen Türkiye’de uygulayın. Yani bu 28 ülke hiç yatırım yapmıyor mu? 28 ülke iç kamu parası harcamıyor da mı siz kendinize özel düzenlemelerle hatta düzenlemelerin dahi dışına çıkarak kamu alım yapıyorsunuz, ihale yapıyorsunuz mesela. Bu gerçekten önemli bir samimiyet testi olabilir.
Üçüncü konuda kurumlar, kurumların aslında düzenlenmesini ben 1 ay bir süre koymuştum biliyorsunuz. Bir ayda yaparız diye. Bu partimiz kurulmadan önce, kurulduktan sonra bu sorular bana sorulduğunda. Burada da kurum dediğiniz nedir? Öncelikle dürüst ve işin ehli insanlardan bir kadromuz olacak. İkincisi kurumun iç organizasyon şemasını şöyle bir gözden geçireceksiniz. Karar alma mekanizmalarını tanımlayacaksınız.
Bir de o kurumun devlet sistemi içerisindeki yerini iyi konumlayacaksınız. Eğer bağımsızsa gerçekten bağımsız çalışmasını sağlayacaksınız. Bugün Merkez Bankası’nın bağımsızlığı sağlamak zor değil. Merkez Bankası kanuna bir madde konulacak. Merkez Bankası Başkanı görev süresi dolmadan değiştirilemez diye, başkan daha rahat hareket edecek. Orada bile yine yönetim tarzı önemli. Yani siz devletin en tepesinden sürekli bağımsız kurulların tepesine vuruyorsanız, sürekli olarak tehdit ediyorsanız o zaman o kurumlar bağımsız çalışamıyor. Ama Türkiye’de en yakın adayımızı koyup da hani verileri makyajlamaya yönelik talimat veriyorsanız orada da sıkıntı var. Bütün bunların düzelmesi çok kolay ve inanın çok hızlı düzelir. Kaldı ki canlı örneğini de yaşadık. Düşünün ki Hazine ve Maliye Bakanlığı koltuğunun boş olması ülkeyi bir miktar rahatlattı. Kur yüzde 10 civarında geriledi. Boş koltuk bakın, yani hiç kimse oturmazsa… Yani şu ülkenin üzerinde şu anda çökmüş olan bu yönetim zihniyeti kalksa zaten ülke bir nefes alacak, rahatlayacak. Yani tek bir bakanın kaybolup gitmesi ve koltuğunun boşluğu bile kurda yüzde 10 gerilemeye sebep oldu. Borsa hareketlendi. Demek ki şu andaki yönetimin öyle bir gölgesi var ki sistem üzerinde. Yani gölge etmeseler. Şu anda zaten ülke rahatlayacak, şöyle bir nefes alacak.”