YORUM | ALPER ENDER FIRAT
Fransa’nın Nice kentindeki terör eylemi gözlerin bir kere daha radikal teröre çevirmesine neden oldu. Macron’un İslam hakkındaki çirkin ifadeleri, ardından Macron’un sözlerini haklı çıkartacak şekilde Nice kentinde meydana gelen olaylar bana 20 Ocak 2020 tarihinde Tr7/24’te yayımlanan bir haberi yeniden hatırlattı.
Hasan Cücük’ün kaleme aldığı, Müslüman dünyasındaki radikalleşmenin, gittikçe artan şiddet eğilimlerinin neden kaynaklandığını anlatması bakımından çok önemli bir haber olduğu kanaatindeyim. Yazı, Danimarkalı Morten Storm isimli bir ajanın itiraflarını konu ediniyordu.
Hatırlayacaksınız 30 Eylül 2005 tarihinde Jyyland-Posten Gazetesi’nde Hz. Peygamber’e (asm) hakaret içeren karikatürler yayınlanmıştı. Bu olaydan sonra Danimarka’da yaşayan Müslümanlar demokratik haklarını kullanarak son derece barışçıl bir şekilde tepkilerini göstermiş, ifade özgürlüğünün kutsal değerlere hakaret etmeyi gerektirmediğini dile getirmişlerdi. Ancak 2006’nın başından itibaren tepkiler boyut değiştirmeye başlayacaktı.
Önce Karikatürün çizeri Kurt Westergaard’a yönelik ‘ölüm fermanı’ ilanları art arda açıklanmaya başladı. Bu tehditlerden sonra polis, sonraları karikatür krizinin sembolü haline gelecek olan Westergaard’ı koruma altına aldı. Bu arada başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın farklı ülkelerindeki Danimarka elçiliklerine yönelik saldırılar artmaya başladı. Peki, ne olmuştu da ilk günlerde, barışçıl yollarla gösterilen tepkiler aylar sonra şiddet eylemlerine dönüşmüştü? İşte bu sorunun cevabı bütün dünyadaki radikalleşmeyi analiz etmemize çok büyük yardımcı olacak bir nitelik taşıyordu.
Hasan Cücük’ün yazısı daha sonra özel bir gayretle Küresel çapta bir infiale dönüştürülecek karikatür krizinin perde arkası ortaya koyuyor. Danimarka İstihbarat Teşkilatında (PET) çalışan Morten Storm isimli bir ajanın itiraflarını konu alan yazı, Danimarka’da hakaret içerikli karikatürlerin yayınlanmasından sonra, Müslümanları sokağa dökmek ve şiddet eylemlerine karıştırmak için nasıl tezgah kurulduğunu gösteriyordu.
Söz konusu ajan Storm, gençliğinde motosiklet çetelerine üye olup suça bulaşmış birisidir. 1990’larda Müslüman olduğunu söyleyerek adını Murat olarak değiştiren Storm, daha sonra İngiltere’ye, sonra da Yemen’e gider. El Kaide’nin Yemen’deki liderlerinden Anwar al-Awlaki ile yakın bir dostluk kurar. Danimarka’ya döndükten sonra Odense, Arhus ve Kopenhag’daki camilerin müdavimi olan Morten Storm, gençleri etkileyen, etkileyici konuşan, belagat sahibi birisidir. Kısa sürede ilgi odağı olur. Danimarka aleyhinde konuşmalar yapar, ezilmekten, dışlanmaktan dem vurup isyan edilmesini öğütler.
Kendi ifadelerine göre 2006 yılında İslam’la bütün bağını keser ama bu sırada Danimarka İstihbarat Teşkilatı PET devreye girer. Bu devreye girmeden sonra Morten, dışa karşı Müslüman rolünü oynamaya devam eder. PET’in verdiği görev, Müslüman gençlerin radikalleşmesini sağlamasıdır. Morten Storm, görevini başarıyla yerine getirir. Yahudilerin öldürülmesinin ‘hak olduğunu’ söyler, “Biz onları ödürmezsek onlar bizi öldürür!” der. Müslüman olmadığı ortaya çıkmasın diye radikallikte sınır tanımaz. Yemen’de faaliyet gösteren illegal örgütlere para gönderilmesini organize eder.
Morten Storm, sadece PET ile değil, CIA ile de çalışır. Hedef ise yakın dostluğunu kazandığı El Kaide liderlerinden Anwar al-Awlaki’nin öldürülmesidir. CIA, Storm’dan aldığı bilgiler doğrultusunda insansız hava aracıyla düzenlediği operasyonla Anwar al-Awlaki’yi öldürür. Yıllarca, PET’e çalışan Morten Storm, artık görevini yapmış olacak ki ilişkisini koparmak istediğini söyler. Ancak maddi konularda PET ile anlaşamaz. PET, susması için aylık 25 bin kron (3 bin 500 Euro) net maaşı 5 yıl süreyle vermeyi taahhüt eder. Ancak Morten Storm, ajanlık yıllarını gazetelere anlatarak kendini deşifre etmeyi daha ‘kârlı’ bulur.
Danimarka’daki karikatür meselesinin küresel bir krize dönüşmesi de ayrıca incelenmesi gereken bir konu. Karikatürleri yayınlayan Jyllands Posten gazetesi, Danimarka’daki Müslümanlardan beklediği tepkiyi alamayınca ülkenin önde gelen isimlerine mikrofon tutarak olayı harlamaya devam eder. Kamuoyunda yine beklenen infial ortaya çıkmayınca, Ahmad Akkari isminde birisinin sözcülüğünü yaptığı ‘imamlar heyeti’ diye bir heyet ortaya çıkar. Bunlar bütün İslam ülkelerini tek tek dolaşıp en provokatif sözlerle konuyu gündeme taşırlar. Müslümanların nasıl bir zulüm altında olduklarından dem vurup daha ne duruyorsunuz türü sözler sarf ederler. Konu küresel bir krize dönüşür, çıkan olaylarda 50’den fazla insan ölür.
İşte o Ahmad Akkari ismindeki adamın kurduğu Yeni Merkez Sol partisi bugün hararetle dini özgürlüklerin yasaklanmasını istiyor ve dini özgürlüklerin birer hikayeden ibaret olduğunu söylüyor. Kur’an’ın dogmatiklerinin okunduğu yerler dediği camilerin kapatılmasını istiyor. Karikatür meselesini dünya çapında bir soruna dönüştüren Ahmad Akkari bugün ülkede bütün camilerin kapatılmasını isteyen partinin başında.
Şüphesiz, İslam dünyasındaki radikalleşmeyi tek bir açıdan açıklamak doğru olmaz. Etkileyen pek çok sebep vardır ancak bu konuda istihbarat servislerinin hatırı sayılır katkısını göz ardı edemeyiz. Danimarkalı Storm ve Ahmad Akkari bunlara çok iyi örnekler.
Tıpkı bunun gibi IŞİD ve El Kaide terörünün de istihbarat servisleriyle ilişkilerini bir gün bütün çıplaklığıyla gün yüzüne çıkacaktır. IŞİD denen eli kanlı, vahşi örgütün, katil Esed Rejimini dünya kamuoyu önünde nasıl akladığını hatırlamakta fayda var. Kim oldukları hiçbir zaman tam bilinmeyen bu vahşiler, öyle katliamlar yaptı ki bütün dünya, diktatör Esed Rejiminin ayakta kalmasını savunuyor. IŞİD en büyük hizmeti düşmanı olduğunu iddia ettikleri Esed Rejimine ve İran’a yapıyor.
Sivil dünya için büyük bir tehdit haline gelen radikal terörün bir de Türkiye ayağı var. Bunu anlamak için Selam Tevhit davasına iyice bakmak lazım. Onu da gelecek yazıda ele alalım.