Türkiye genelinde cezaevlerinde 604’ü ağır olmak üzere bin 605 hasta mahkum var. Hasta tutuklu ve hükümlü yakınları salgın döneminde cezaevi uygulamalarının artık yaşam hakkını tehdit ettiğini öne sürüyor. İnsan hakları savunucuları ve hukukçular ise “Hasta mahkumlar serbest bırakılmalı” diyor.
Salgına karşı önlem olarak cezaevlerinde kurulan karantina koğuşları, yaşanan ölümlerle son günlerde gündemde.
Mustafa Kabakçıoğlu’nun Gümüşhane Ceza İnfaz Kurumunda, tek kişilik hücrede plastik bir sandalye üzerinde hayatını kaybetmesine dair fotoğrafların HDP Kocaeli Milletvekili ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu tarafından Twitter’ da paylaşılmasının ardından cezaevlerinde yaşanan ihmal iddiaları yeniden gündeme taşındı.
Euronews Türkçe’ye konuşan Ömer Faruk Gergerlioğlu, hasta mahpusların sağlık durumlarının Adalet Bakanlığı tarafından çözümsüz bırakıldığını söylüyor.
Mustafa Kabakçıoğlu’nun ölümünü, “kötülüğün sıradanlığı” olarak tanımlayan Gergerlioğlu, “Oldukça kötü bir sağlık hizmeti alınması, bu hak ihlalleri sonrasında hayatını kaybetme ve görevliler tarafında bu işin üstünün kapatılması hadisesi” diyerek olayın alışılagelmiş bir durum olduğunu ifade ediyor.
“Mahkumların hastaneye sevkinde zaman kaybı yaşanıyor”
Cezaevinde yaşanan ölümlere yönelik sorulan sorulara Adalet Bakanlığından cevap alınamadığını söyleyen Gergerlioğlu , “Biz bu ölümü 48 gündür biliyorduk. Üstüne gidiyorduk ama sesimizi kamuoyuna yeterince duyuramıyorduk. Çünkü bu olayı anlatan, vicdan sızlatan bir tabloyu kamuoyu görmüyordu. Bu fotoğrafı kamuoyu görünce anlıyor ki, daha fazla bilgiye gerek yok. Cezaevi prosedürlerini ve cezaevinde yaşanan hak ihlallerini bilmelerine gerek yok. Burada çok vahim bir durum var. Bir kimsesizlik var. Bir gariplik var.” diyerek toplumun tepki göstereceği daha binlerce olay olduğunu ve bu tür fotoğrafların ortaya çıkmadığı için, toplumun işin vahametini anlamadığını söylüyor.
Hasta mahkumların sağlık hakkına erişiminde problemlerin süreklilik arz ettiğini anlatan Gergerlioğlu, “Cezaevlerinde hastalanan kişinin revir hakkı için dilekçe yazması gerekiyor. Hastanın revire çıkması uzun zaman buluyor. Acil müracaatları ise yoğunluk nedeniyle uzun zaman alıyor. Tüm bu engellerin ardından cezaevi yönetiminin hasta mahkuma izin vermesi halinde de görevli personelin tahsis edilmesi ve hastaneye sevk edilmesi sağlanıyor.” diyerek bu durumun acil hastalar için büyük zaman kayıpları olduğunun altını çiziyor.
Cezaevinden hastaneye sevk edilen hasta mahkumların, sevk edildikleri hastanelerin “hasta mahkum koğuşunun” bulunmaması halinde mahpusun cezaevi aracında bekletildiğini ve bu araçların insan sağlığı için uygun olmadığını ifade eden Gergerlioğlu, hasta mahkum koğuşu bulunan hastanelerde ise bu koğuşların bodrum katlarında yer aldığını, odaların havasız olduğunu ve ilgili bölüme uzak olması nedeniyle doktora ve hemşireye erişimin zor olduğunu söylüyor. Ve ekliyor:
“Ankara’da sadece bir tane hastanede mahkum koğuşu var. Bu durum binlerce mahpusun geldiği gittiği Ankara’da, tedavi şansının çok düşük olduğunu gösteriyor. Ülkenin başkentinde sadece bir hastanede var. Bu konuda Adalet Bakanlığı’na ve Sağlık Bakanlığı’na bir çok kez uyarılarda bulunduk.” diyor.
Cezaevinde kalamayacağına dair Adli Tıp Kurumu raporu olan bir çok kişiye mahkemeler tarafından infaz erteleme kararı verilmediğini söyleyen Gergerlioğlu, “KHK’lı eski kurmay albay Mustafa Barış Avıalan, Sincan Ceza İnfaz Kurumundaydı. Üç kez onunla ilgili soru önergesi verdim. Ailesi bana ulaştı. Cezaevi yönetimi ile görüştüm. Oldukça ileri derecede hasta biriydi. Kalp krizi geçirmiş, kalp kasları ileri derecede deforme olmuş ve kalbi yalnız yüzde 15 çalışıyordu. Genç bir hasta ve iyi bir bakımla eve nakledilmesi lazımdı. Adli Tıp Kurumu, infaz ertelenmesine dair olumlu rapor verdi ama mahkeme infaz erteleme kararını vermedi. “ diyerek bu durumun inanılmaz hak ihlalleri oluşturduğuna işaret ediyor.
“Mahkumlara yavaşlatılmış ölüm dayatılıyor”
İnsan Hakları Derneği’nin hazırladığı cezaevinde bulunan hasta mahkumlar raporunu değerlendiren İHD Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyesi Nuray Çevirmen, “Tüm Türkiye genelinde cezaevlerinde 604’ü ağır olmak üzere bin 605 hasta mahpus var. Durumları çok sıkıntılı olan bu hastalar şu anda cezaevinde yaşam savaşı veriyor” dedi.
İnsan Hakları Derneği’ne cezaevinden gelen bir mektupta “mahpuslara yavaşlatılmış ölüm dayatıyorlar” ifadesinin yer aldığını anlatan Çevirmen, ifadenin üzücü ama gerçeğe uygun olduğu yorumunu yapıyor.
Çevirmen, “İnsanların kalmış oldukları koğuşların fiziki durumları, beslenmeye erişimde sıkıntı ve sorunlar, hastaneye sevklerinde yaşanan sorunlar ve tek kişilik ring araçlarıyla sevkler. O araçlar içinde insanlık dışı bir uygulama, kışın soğuk yazın sıcak olan bir metal kutunun içerisinde saatlerce bekletilebiliyorsunuz. Hastaneye götürülüyorsunuz ve elleriniz kelepçeli” diyerek hasta mahpusların bu şartlarda tedavi edilmelerinin mümkün olmadığını dile getiriyor.
Cezaevlerinde doktora erişim konusunda büyük sıkıntılar yaşandığını anlatan Çevirmen, “ Bazı cezaevlerinde bir ay dolmadığı müddetçe tekrar revire çıkamıyorsunuz. Doktora ve revire erişiminiz olmuyor. Cezaevlerine doktorun gelmesi ise zaten çok kısıtlı. Haftada bir gün geliyor ve yarım gün kalıyor. Ve bir sürü insanın problemini çözmek durumunda “ diyerek hastaneye, doktora ve ilaca erişimde büyük zorlukların yaşandığını ifade ediyor.
Mahkumlar hastaneye gitmek istemiyor
Salgına karşı önlem olarak kurulan karantina koğuşlarının, sağlık hakkını ihlal eder nitelik taşıdığına dair başvurular aldıklarını ifade eden Çevirmen, “14 gün boyunca siz hiçbir destek almadan yaşamınızı tek başınıza idame ettirmek durumundasınız. Ağır hasta mahpuslar için bu durum mümkün değil. Her an yaşamını bu riskli hastalıklardan dolayı yitirmekle karşı karşıya olan mahpusları hastane dönüşlerinde siz tek kişilik yerlere koyuyorsanız, bu hastalara kimsenin müdahale etme şansı olamaz.” diyor.
Karantina koğuşlarında son zamanda yaşanan ölümlere işaret eden Çevirmen, “Bir çok mahpus aslında bu gerçekliği bilmesinden kaynaklı olarak hastaneye gitmeyi istemiyor. Çünkü orada yaşamın mümkün olmayacağı zaten ortada.” diyerek bu duruma bir çözüm getirilmesi gerektiği uyarısında bulunuyor.
Hasta mahkumların sağlığa erişimi ile alakalı uluslararası ve ulusal düzenlemeleri ele alan Av. Nilay Nayman, konunun bir başka boyutuna dikkat çekiyor.
Euronews Türkçe’ye konuşan Nayman, “İnsan Hakları Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi, Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi gibi pek çok sözleşmede sağlığa erişim hakkı, işkence ve kötü muameleye , yaşama hakkına, tutuklu ve hükümlülerin tedavileri veya tahliyelere ilişkin pek çok düzenleme mevcut. Ulusal Mevzuatta ise anayasada; herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkına sahiptir. Kimse işkence, eziyet ve kötü muameleye tabii tutulamaz diye belirtilmiştir.” diyor.
Sağlık hakkına ilişkin ihlalin pek çok hak gaspını da beraberinde getirdiğini vurgulayan Nayman, “Bu durum sadece sağlığa erişim hakkını değil, kötü muamele yasağının ihlalini de doğuruyor. Anayasanın 56. Maddesinde, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.’’ denilerek işkence ve kötü muamelenin bir istisnasının olmadığını hüküm altına almış durumdadır.” diyor ve yaşanan hak ihlallerinin kabulünün mümkün olmadığını vurguluyor.
Cezaevi yönetiminin hasta mahpuslara yönelik yükümlülükleri olduğuna işaret eden Nayman,” İnfaz Kanununun 6. maddesinde şöyle bir düzenleme var: ’Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir.’ diyor. Tutuklu ve hükümlülerin orada yaşamalarının dışında bir de her türlü ruh ve beden bütünlüğünü sağlayabilmeleri açısından koruyucu tedbirleri almayı İnfaz Kanunu cezaevlerine pozitif bir yükümlülük olarak yüklüyor” diyerek sözlerini sürdürüyor.
Mevzuattaki bilgilerin genel nitelik taşıdığını ve Türkiye’nin idari teamüllerinin entegre olmadığını ifade eden Nayman, asıl problemin tutuklu ve hükümlülerin bu haklara erişiminin denetlenememesi olduğunu söylüyor.
“Keyfi olarak böyle bir yetki verilmiş”
Hasta mahkumların, infaz erteleme kararı almasının mümkün olduğunu söyleyen Nayman,” Hasta mahpus öncelikle revire gidip, hastaneye sevki gerçekleşebilirse eğer hayati risk teşkil eden bir hastalığı varsa, Adli Tıp Kurumuna sevki yapılması gerekiyor. Bunu cezaevine verdiği dilekçe ile isteyebilir. Savcılık aracılığıyla Adli Tıp Kurumuna sevk edilebiliyor. Adli Tıp Kurumu dışında, Adalet Bakanlığının belirlediği tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarından alınan raporlarda aslında geçerli ama bu raporlara Adli Tıp Kurumunun onay vermesi gerekiyor.” diyor.
Nayman, “Burada ikili ayrım var. Birisi akıl sağlığına ilişkin diğeri ise hayati risk teşkil eden bir hastalığı olması. Hayati risk teşkil eden bir hastalığı varsa, ya tam teşekküllü bir hastaneden alınan sağlık kurulu, ‘’cezaevinde kalamaz raporu’’ verebilir. Ya da Adli Tıp Kurumu bu raporu verebilir. Bu rapor verildiğinde kişinin infazının ertelenmesine karar verilebiliyor.” diye belirtiyor.
Hastalığın “hayati bir risk taşımadığı” raporu verilmesi durumunda ise cezaevi idaresinin “iyi hal raporu” vermesi gerektiğine değinen Nayman, “Nedir bu iyi hal? Toplum güvenliği açısından, ağır ve somut bir tehlike arz etmemesi gerekiyor. Cezaevi idaresi bunu değerlendirirken, karar verirken hiç somut bir değerlendirme yapmıyor. Tamamen soyut, yoruma dayalı, subjektif değerlendirme yapılıyor. Aslında keyfi olarak cezaevine böyle bir yetki verilmiş durumda. Kişinin hayati bir risk teşkil eden bir hastalığı yoksa ama hayatını tek başına idame ettiremiyorsa sağlık kurulu raporu olsa bile tahliyesine ilişkin önünde bir engel oluyor.” diyen Nayman, bu maddenin ayrımcılık yasağının ihlali olacak şekilde uygulandığını ifade ediyor ve maddenin değişmesi gerektiğini söylüyor.
Euronews Türkçe’nin sorularını yanıtlayan hasta hükümlü yakını Elif Özdemir ise cezaevinde yaşayıp hasta olmayan çok az kişi olduğunu iddia ediyor.
Hasta hükümlü Cihat Özdemir ve Erol Zavar’ın yakını Özdemir, “ Sağlıklı beslenemiyorlar. Sağlıklı malzeme kullanamıyorlar. Plastik içinde yemek yiyorlar. Yıkanma ve temizlenme için hijyenik koşullar hiç iyi değil. Bunlar kanser için ortam sağlayan şeyler. Bugün kanser değilse bile aradan üç beş sene geçtikten sonra kanser olmama ihtimali yok” diye ekliyor.
“Kelepçelerle ameliyat edildi”
Erol Zavar, astım ve koah hastalığıyla birlikte mesane kanseri. Cihat Özdemir ise tiroid kanseri ayrıca gırtlakta, böbrekte, beyinde ve kol altında tümör tespit edilmiş. Orta kulak iltihabından dolayı şu anda ameliyat olamıyor.
Kardeşi Cihat’ın teşhis ve tedavisinin geciktiğine değinen Özdemir, “ Hastane doktoru ilk teşhisini koyarken ‘Nodül dediğin nedir ki? Yoldan çevirsen bir sürü insanda çıkar’ diyerek tümörünün kötü bir hale gelmesini sağladı.” diyor. Hastane hakkında suç duyurusunda bulunduklarını söyleyen Özdemir, Adalet Bakanlığının soruşturmaya izin vermediğini ifade ediyor.
Özdemir, “Cihat ameliyat sırasında kelepçelerle ameliyat edildi. Atom tedavisinde tek başına olması gerektiği halde askerler yanına sokuldu. Hastaneye götürülmesi geciktirildi. Teşhis konması hastane tarafında geciktirildi.” diyerek yetersiz personel nedeniyle tedaviye erişemediklerini söylüyor.
Karantina koğuşunda kardeşinin fiziksel ve ruhsal olarak zorluk çektiğini üzülerek dile getiren Özdemir, “Hastaneye götürülüp getirildiği gerekçesiyle yalnız bırakılıyor. Tecrite alınıyor. Zaten bu insan bir çok şeyini tek başına yapmakta zorluk çekiyor.” diyor. Ve ekliyor:
“Bunu kelimelere sığdıramam ki yaşamak lazım, sevdiğiniz insanları orada öyle çaresiz görüyorsunuz. Belki dışarıda ona daha iyi tedavi sunabilecek bir doktor biliyorsunuz, ortam biliyorsunuz ama maalesef elimizden hiçbir şey gelmiyor. Onlara ne sunarlarsa onunla yetinmek zorunda kalıyorlar. Sunmazlarsa da onunla yetinmek zorunda kalıyorlar.”
“Cezaevlerinden tabut almak istemiyoruz”
Bu koşullarda cezaevinde yaşamalarının mümkün olmadığını anlatan Özdemir, “Kanununda şöyle yazıyor: ‘İçeri aldığın mahkumun beden bütünlüğünü korumak zorundasın’ ama bizim verdiğimiz kişilerin beden bütünlüğü maalesef bir çok hasara uğramış. Ölümcül duruma gelmiş durumda” diyor.
“Biz cezaevlerinden tabut almak istemiyoruz” diyen Özdemir, “Cezaevleri ızdıraplı bir girdap onlar yazabildiklerini yazıyorlar ama yaşadıklarını kendileri daha iyi biliyor. Niye kanser oluyorlar? Niye verem oluyorlar? Niye kalp krizinden ölüyorlar? Dayanılır gibi değil.” diye konuşuyor.
Özdemir, “Adalet Bakanlığı bu hatasından dönmeli artık. Cezaevlerinden ölüm tabutu çıkartmasın. İnsanları sevdiklerinin yanında bıraksın. Zaten birçoğunun tedavileri yapılmadığı için son raddeye gelenler var. Bırakın sevdiklerinin yanında hayatlarını sonlandırsın. Bunu bari yapsınlar. Kurumun hakkını versin. Beden bütünlüğünü koruyacaksa korusun. Kurmayacaksa, bıraksın biz koruyalım.” diyor.