YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Keşke bir öykü olsaydı bu sadece. Ama değil.
Eylül başı bizim oralarda çok sıcak geçer, komutan. Hasadı kaldırma derdi olmasa mezradaki evin arkasındaki ağacın gölgesinde yere şilte arar, çoluk çocuk ne güzel istirahat ederdik. Ama bizim oralarda yazın Ağustos böceği gibi çalışmazsan kışın aç kalırsın. Dedelerimiz ne yaptıysa biz de aynını yaparız. Çocuklarımız da ve onların çocukları da zannım odur ki aynısını yapacaklardır. Bir şey değişmedi, bir şey değişmez bizim oralarda… Çiftçiyiz, toprak insanıyız. Bir de Kürdüz, bildin mi?
Her gün aynıdır, bizim oralarda. Bir taraftan güneş, toprak, hasat, ekmek, diğer taraftan asker, yani devlet! Devlet çok derttir, öyle böyle değil. Ta dedemlerin deleri ya Osmanlıya Osmanlı’ya ya da ağanın birine kaldırdıkları hasadın küllisini verirlermiş de, kışın da idare etmek için iki öğün yerlermiş.
Sakın yanlış anlama! Devletin aklına asker lazım oldu mu ya da vergi toplanacağı zaman gelen yerlerdir buraları. Bizim oralarda devlet denince sus pus olunur. Zaten devlet sen susmasan da hep bağırır. Belli ki Türkçe bilmemene rağmen, sen bağırdıkça biz anlarız, biz anladıkça sen daha çok bağırırsın. Sen bağırırken ben yere bakar gülümserim, “komutanım” der belki bir bardak su veririm. Al iç. Bak, evdeki tandır ekmeğinden dürdüm, çekinme, al ye. Afiyet olsun. Bak yersek bağırmıyorsun. Bağırmak istesen de bağıramıyorsun belki. Kim bilir, belki o an sen de kendi köyünü hatırlıyorsun. Veya yaşlı bir amcanın veya bir nenenin ekmek verirkenki buruşuk ellerini! Yaşlandığında ellerin hep buruşur, komutan. Bak demedi deme sonra; seninkiler de buruşacak bir gün. Ve Kürt olsan da Türk olsan da bu böyledir, bilesin. Bak etrafında çocuklar var. Üzerleri alacalı bulacalı, kara gözleri kocaman! Babayım, dedeyim ben. Ve bizim oraların çocukları hep güler. Adeta yoklukla alay ederler. Devletin kabul etmediği isimleriyle çağırırız onları. Ama onlar hüviyetlerinde yazan diğer adları da bilir. Sen sordun ya, adın ne diye. Bak kocaman dişlerini göstererek gülümsemesinin sırrı bu! Bizim oralarda da sizin oralarda da, hep gülsünler çocuklar zaten. Sen çocuğuna istediğin ismi rahatça verdin mi, komutan?
Haki helikopterin sesini ta uzaklarda, tepelerde duyduyduk biz. Günaşırı duyarız zaten. Ne var ki bunda canım, dediydik zati. Derken, ses arttı, arttı, arttı. Derken yerden öyle sağlam bir toz kalktı! Bizim oralar tozludur, her yer bozkır. Malum, tarla yeri! Göz gözü görmez oldu. Çocuklar analarının eteklerine sığındı. Gözler kısıldı. Yüzler örtüldü. Ses öyle bir ses ki, tozdan burnumuzu kapatacağız, kapatamadık. Sadece bir avuçla bir kulağı, omuzla da öbürünü kapadım. Gözlerimi yumdum. Bekledim. Ama içime bir kurt düştü. Neden kopteri buraya kondu asker ağalar dedim. Ne çare, beklemek dışında elden bir şey gelmez.
Belki susadılar. Veya acıktılar. Kızım tez su getir. Tandırdan, hıyar ve domatesten, kuru soğandan ne varsa artık bir çaresine bakalım, dedik. Ellerimiz, üstümüz başımız, hele ki yüzümüz gözümüz nasıl kirli. Malum, tarlada çalışma hali! Bizim oralarda ellerini kirletmeyene çalıştı demezler, komutan. Ve ellerimiz bizim en çabuk yaşlanan yerimizdir. Bir de gözlerimizin kenarlarındaki çizgiler. Eller çalışmaktan, gözler de çok gülmekten. Kim demiş fakirler gülmez diye. Ama sen bunları ne dinleyeceksin zaten değil mi? Bildim mi komutan? Haydi gayrı derdin neyse bize söyle de işimize varalım. Bizim oralarda akşam tez gelir. Mezraya gidene kadar gün batmamalı. Kurdu kuşu çoktur buranın, Komutan.
Suyunu içtin mi? Dürümünü yedin mi? Misafir geldiysen başım gözüm üstünesin. Bak biz garibanız. Seninle devletle falan ne işimiz olur bizim. Dağa çıkan üç beş kişi vardır elbet bizim mezradan da. Fakat bizim onlarla işimiz yok. Yok, komutan, sana yalan borcumuz mu var. Bizim kimseyle alıp veremediğimiz bir şey yok. Benim deden, onun dedesi, onun dedesinin dedesi, biz hep burada, aha da bu gördüğün toprak var ya gözüm? Onu sürdük, ondan geçindik. Bu toprağın adı ne bilmem. Tek derdim, kışa hazır olmak. Kışlar bizim buralarda serttir. Rüzgârı, ayazı, karı, buzu bildiğin gibi değil! Bulgurunu, ununu, erzakını sağlamak kavgasıdır bizimkisi. Bizim devletle ne kavgamız olur? Bizim tek derdimiz yarına çıkmak. Ben senin düşmanın değilim, bildin mi komutan!
Devlet derse geliriz elbet. Dur şuradan bir hanıma haber edelim. Merak etmesin sonra. Oğlum git anana de. Komutan bizim gelmemiz icap eder der. Devlettir. Devletle kavga olmaz. Gel der gideriz. Gidelim komutan.
Ben hayatımda koptere binmiş değilim. Ağam Hüso bir defa uçağınan Ankara’ya gittiydi. Dönünce kahvede anlattıydı. Kalkarken karnında bir tuhaf his olurmuş. Gözlerini kapar, ne biliyorsan artık onu okurmuşsun. İnerken de keza. Tabi kopter başka. Kolumdan tutmasınlar, ben kendim binerim. Kaçacak halimiz yok zati. Bak sana saygıda kusur ettik mi hem? Merak etmeyin, akşama gelirim. Biz akşama minibüsle ilçeye gelir, oradan kendimiz yürür mezraya öyle varırız. Demem o ki, zahmet olmasın. Devlete de masraf! E madem öyle, haydi gidek.
Kopterin içi asker dolu. Camdan baktım, tüm sülale parmak kadar olmuş. Derken bir daha baktım, yan mezraların evleri dere kenarındaki küçük çakıllar gibi. İçeride ses öyle çok değil. Yine de bağırmadan duyuramazsın. Nereye götürürsün bizi, komutan?
Bir el işareti, sonra dipçikler, tekmeler. Yahu bir yanlış anlama mı var? Ben sizin babanız yaşındayım asker ağalar. Bakın bizde bırak silahı, çakı bile yok. Zati kendi rızamızla bindik koptere, dedik Allah devlete millete zeval vermeye! Başım döndü. Midem bulanıyor. Ağzımın içinde tuzlu bir tat. Şakaklarım zonkluyor. Saçlarım yapış-yapış olmuş. Ellerimdeki toprak rengi nar kızılına çalmış. Parmaklarım ters dönmüş. Kafamı kollarken gelen dipçikler kırmış herhal. Biz size ne ettik ki be komutan?
Kaba dayak atacaksa neden koptere aldılar? Tarlada dövseler daha iyiydi. En azından gidesiye bizimkiler bir su verirdi. Elimi yüzümü yuğaydılar. İçim yanıyor, bir yudum su verseydiniz gözüm. Bizim oralarda en soğuk pınarlar vardır. O pınarların içine kafanı daldırıp su içmesi gibi olmaz. Ah mezramın soğuk pınarı! Nazlı-nazlı akan güzel pınar, neredesin? Midem çok bulandı. Ama döverler diye istifra etmeye korkuyorum. Derken kopterin sesi değişti. Alçalıyor muyuz ne? Kapıları açtılar. Belki biraz taze hava iyi gelir. Esvabımı iki asker ağa tuttu, diğeri sümsüğü ilen enseme vurdu. Sonra diğer eliyle saçıma yapıştı. Dur, ağam kurbanın olam. Ne ettik biz size asker ağalar? Ne ettik biz sana komutan!
Yüksekten düşünce bizim Hüso ağanın hikâyesi aklıma geldi. Sanki o an zaman durdu. Karnımda o tuhaf duyguyu hissettim. Kopter küçüldükçe küçüldü. Ben döndükçe döndüm. Toprak koyuldukça koyuldu. Taşlar büyüdü kaya oldu. Başımı, bacaklarımı, belimi vurdum. Kopterin gidişini yerden gördüm. Boynumu, bedenimi kımıldatamadan öyle bekledim. Bekledim. Burnumda kopterin yanık benzin kokusu, toprak kokusu, ağzımdaki tuzlu tat. Bizim oralarda güzün toprak çok güzel kokar, bildin mi komutan?
Dün öldüm ben. Öyle sessizce, yattığım yerden. Yapayalnız, iki kişilik bir hastane odasında! Hastanenin bahçesinde benim en küçük oğlan… Birkaç akraba, birkaç çoban! Kimimiz var ki bizim zati? Devlet kim biz kim? Bir iki gün üç satır yazar, unuturlar. Bizim oralarda devlet büyüktür. Bizim mezra, bizim sülale kim!
Tandır ekmeğinin kokusu, yerden kalkan sarı tozun konusu, tarlada bana sarılan oğlumun saçlarının kokusu, kopterin yanan benzininin kokusu, haneye girdiğimde ocaktan gelen koku, ellerimi yuğduğum sabunun kokusu! Toprak insanıyız, Kürdüz biz, bildin mi? Dedelerimizin hayatını yaşarız. Dedelerimiz kadar ümidimiz anca vardır belki. Çocuklar bizim, herhal aynını yapacaktır. Çocuklar…
Beni şimdi mezraya götürmekteler, demem o ki yoldayız. Ağlama oğlum. Mezradaki pınara bakan, bizim evin arkasındaki ağacın altına gömün beni. Gün batmadan mezara koysalar bari! Bilirsiniz, bizim oraların kurdu kuşu çoktur!