Hükümet uzunca bir süredir iktisatçıların uyarılarına rağmen hem döviz kurunu hem de faizleri baskılamaya çalışıyordu. Pandemi sonrası küresel ölçekte devreye sokulan genişlemeci para politikaları uluslararası piyasalarda faiz oranlarını aşağı çekerek hükümetin elini büyük ölçüde rahatlatı. Ancak son dönemde pandeminin ilerleyişine dönük kaygıların artması, ABD’de yaklaşan başkanlık seçimleri, bölgemizde artan jepolitik riskler ve kurda kararlı bir yükseliş trendini yeniden tetikledi. Bu noktadan itibaren Merkez Bankasının rezervlerini kullanarak ya da swap işlemleri yoluyla dış piyasadan döviz borçlanıp kamu bankaları vasıtasıyla içeride satarak kuru dengeleyemeyeceği ortadaydı. Dahası bu zamana kadar uygulanan yanlış politikalar sonucunda Merkez Bankası rezervlerinin erimesi, swap harici net rezervin eksiye geçmesi Türk lirasını spekülatif saldırılara karşı hiç olmadığı kadar kırılgan bir hale getirmişti.
Bu tablo hükümetin “Dolar kuru 5 olur, dövize yatırım yapan pişman olur” şeklinde özetlenebilecek ayağı yere basmayan söyleminden bir süreliğine de olsa geri adım atmasına neden oldu. Geçtiğimiz ay Bakan cari açığı “rekabetçi kur” ile dengeleme arayışından bahsetti. Bu hafta ise “Kur benim çin önemli değil, oraya bakmıyorum” ifadesini kullandı. Kurun kontrolünün ellerinde olduğunu ekledi. Eğer durum buysa Bakanın şu üç noktaya da açıklama getirmesi gerekiyor:
1- Bu zamana değin neden kurun düşeceği şeklinde yanıltıcı bir söylem kullanıldı? Zira bu söylem (İkna edici olduğu ölçüde) reel sektörün döviz açık pozisyonunun büyümesinde/korunmasında pay sahibiydi. Döviz kurunun düşeceği iddiasıyla döviz cinsi borçlanmayı teşvik edecek bir söylem benimsenmesi, sonrasında ise “rekabetçi kur” arayışına girilmesi şirketlerin sırtındaki borç yükünü ağırlaştıracaktır. Hatırlatalım, Fed Başkanı Greenspan 2008 krizi öncesi uzun bir süre yükselmeyeceğini düşündüğünü söyleyerek Amerikan halkını değişken faizli kredilere yönlendirmiş, bir kaç yıl sonra gelen Fed’in faiz arttırımları sonucu bu kredilerin geri dönüşünde yaşanan sorun krizi tetikleyen ana dinamiklerden biri olmuştu. Hükümetin döviz kuru konusunda yapay beklenti yaratma çabası da benzer sonuçlara yol açıyor.
2- Madem ülkenin cari açık sorunu döviz kurunun rekabetçi seviyede olmamasından kaynaklanıyor, o takdirde bu zamana değin kurdaki yükseliş neden rezervleri eritmek pahasına bastırılmaya çalışıldı? Bu süreçte Merkez Bankası rezervleri güçlendirilerek ya da korunarak kur kontrollü bir şekilde rekabetçi seviyeye taşınabilirdi. Böylece kimi dönemlerde rekor düzeylere tırmanan cari açık da kontrol altına alınabilir, ekonominin yabancı sermaye hareketleri karşısında kırıganlığı azaltılabilirdi.
3- “Kurun kontrolü artık elimizde” sözünün dayanakları nedir? Merkez bankasının döviz rezervlerinin durumu malum. Bakan faizler konusunda rahat hareket edebileceklerini mi ima etti, yoksa henüz duyurulmayan bir kredi anlaşması vs. mi söz konusu? Her halükarda bu fazlasıyla iddialı bir söylem. AMB Başkanı Lagarde dahi avro/dolar paritesini Fed’in hamlelerinden bağımsız tek başına kontrol edebileceğini söylemeye cesaret edemezdi.
Önümüzde pandeminin etkisini artıracağı beklenen bir kış dönemi var. Kasım ayında yapılacak ABD başkanlık seçimlerinden çıkacak sonuç gerek doların yabancı para birimleri karşısında seyri, gerekse de AKP’nin dış politikası açısından büyük önem taşıyor. Ekonominin önünde bunca belirsizliğin olduğu bir ortamda ekonomi yönetiminin seçim öncesi meydanlarda yapılan propaganda konuşmalarını andıran bir söylem tutturması kafalardaki soru işaretlerini sadece büyütüyor. Açıklanan verilere güven azalıyor. Hedefler ise ciddiye dahi alınmıyor. Bakanın beklentileri yönlendirebilmek için önce ekonominin önündeki sorunları doğru tahlil edebildiğini göstermesi, sonrasında ise gerçekçi çıkış yolları ortaya koyması gerekiyor. Aksi takdirde yıprandıkça ismi değiştirilen ekonomik programların pek anlamı kalmıyor.