YORUM | ALPER ENDER FIRAT
6-7 Eylül 1955 tarihi Cumhuriyet tarihinin en kara günlerinden birisidir kuşkusuz. Yıllar sonra Sabri Yirmibeşoğlu’nun da itiraf edeceği gibi Özel Harbin provokasyonu ile bir uyduruk haber bahane edilerek İstanbul’da yaşayan Rumların evleri, dükkanları, malları yağmalanmış, her şeyleri talan edilmiş ve bir gecede binlerce Rum, İstanbul’u terk etmek zorunda kalmıştı.
Her eylül, gazete haberleriyle yeniden hatırladığımız bu meşum olayla ilgili sosyal medyada da çok detaylı yazılar okuduk. Pek çok hesap bu konuyla ilgili ayrıntılı ve bir o kadar da vahim hatıraları paylaştılar, paylaşmaya da devam ediyorlar.
Ancak bu konuda hassasiyet gösterenlerin geçmiş paylaşımlarına baktığınızda Türkiye tarihinde sanki tek bir vahim olay olduğunu bunun da 6-7 Eylül tarihlerine denk geldiğini düşünürsünüz. Gösterdiği hassasiyetin onda birini başka insanların maruz kaldığı kötü olaylara göstermiyorlar. Başka mahallede kıyamette kopsa umurları değil desek, abartmış olmayız.
Yine eylül ayının bir başka meşum olayı 12 Eylül darbesiydi. Bu kez de darbe travmasıyla ilgili yazılar, mesajlar okuduk. Yüzbinlerce insanın maruz kaldığı gözaltılar, tutuklanmalar, işkenceler yeniden gündeme geldi.
Yine herkes sadece kendi mahallesinin türküsünü söyledi, kendi acısına ağladı. Solcular için yalnızca solculara yapılan işkenceler, idamlar, hapis hikayeleri gerçekti. Sağcılara yapılanlar ya hiç olmamıştı ya da onlar bu muameleyi hak etmişti. Oysa 12 Eylül Cuntası zulümde eşit davranmaya büyük özen göstermiş, solcu idam etmişse karşısında mutlaka bir de sağcı idam etmişti. “Netekim” cellatbaşı bu konuda nasıl özen gösterdiklerini övüne övüne anlatmıştı. Ancak işin garibi zulme maruz kalan iki taraf da zalime karşı birlik olmamış, mahallesinden olmayanın acısını yok saymışlardı.
Olacak şey değil! Bir insan, nasıl kendini hem öteki hisseder hem de başkasına yapılan zulümleri haklı bulur. İnsan nasıl olur da adaleti benzer acıları yaşamış komşusu için istemez. İnsan nasıl olur da acı çektiği halde, karşıda acı çekenin hissettiklerine karşı bu kadar duyarsız olur?
Neden bu topraklarda yaşayanlar maruz kaldığı ihlallerde, kendisi için haktan, adaletten, mağduriyetten bahseder de başkasına lâl kesilir.
Maalesef, bu topraklarda yaşayan her mahalle, sadece benim bahçeme bahar gelsin, benim çiçeklerim açsın, benim ekinlerim yağmur yüzü görsün diye düşünüyor.
CHP ve sosyal demokratlık iddiasındaki diğerleri, basın özgürlüğü deyince sadece kendi yoldaşlarının hakkını anlıyor: “Barış Terkoğlu, Müyesser Yıldız, Murat Ağırel haber yaptıkları için tutuklandılar derhal serbest bırakılsın.” Bakıyorsunuz başka hiçbir gazeteci, hiçbir aydın için tek bir kelime kullanılmıyor.
Başka mahalleyi hiçbir şekilde anlamayan, ona empati yapmadan, aşağılayan, dışlayan, ve mutlaka ortadan kaldırılması gereken bir yapı olarak görenlerin yaşadığı hiçbir yere, hiçbir ülkeye, hiç kimse için adalet gelmez.
Bu topraklarda, suçu işleyen asıl zalim şebeke, kendine mutlaka bir suç ortağı buluyor ve bir zaman onunla çalışıyor. Sonra da bütün suçu onun üzerine bırakıp konjonktür değiştiriyor. Her bulduğu ortak devlete sahip olduğunu düşünerek “şeksiz şüphesiz adalet ve hakkaniyet” istemeyi anlamsız ve gereksiz görüyor. Bir gün mutlaka devlet iktidarı tam olarak ele geçirilecek ve diğer mahalleler kentsel dönüşümle kendisine benzetilecek hayali kuruyor ve ömrü böyle geçiyor.
Bu ülkede kendini öteki hissedenler bir tarafta Dersim katliamlarının yasını tutarken, başka birileri 6-7 Eylül’ün yaralarını sarmaya çalışıyor, başka bir yerlerde de 12 Eylül darbesinin travmasıyla baş etmeye çabalayanlar duruyor.
Bir tarafta Maraş katliamlarını, bir tarafta Ermeni katliamlarını, bir tarafta 28 Şubat sopasını anıyor ama bir araya gelip yüksek sesle amasız, fakatsız, ancaksız hakkı, adaleti, hukuku savunmuyor.
Israrla bilmek istemiyorlar, yağmur yağarsa bütün şehre yağar, yağmazsa hiçbir mahalleye yağmaz. Bütün bir şehir için değil de, sadece kendi mahallesine yağmur duasına çıkıldıkça her yer çorak kalacak.