Mali’de halk isyanını izleyen askeri darbede Türkiye ile Fransa arasındaki kavganın izlerini arayanların elinde kayda değer bir bilgi yoktu ama Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ortalık toz dumanken Bamako’yu ziyaret edip cunta ile görüşmesi farklı bir değerlendirmeye kapı açtı.
Cami imamı Mahmud Dicko’nun muhalefeti birleştiren çıkışları nisan-mayıstaki tartışmalı seçimlerin ardından Başbakan Boubou Cisse ve Cumhurbaşkanı İbrahim Boubacar Keita’yı hedef alan gösterileri büyütmüştü. 19 Ağustos’ta hükümeti devirmek üzere büyük bir gösteri çağrısı yapılmış ama askerler kritik günün arifesinde yönetime el koyup Halkın Kurtuluşu Ulusal Komitesi’ni (CNSP) ilan etmişti.
Türkiye yanlısı ya da Fransa karşıtı olma gereği duymadan Malilileri sokaklara dökecek bir düzine neden vardı: Kötü yönetim, nepotizm, yolsuzluk, hukuksuzluk, fakirlik, ekonomik bozulma, ağır Covid-19 tablosu, güvensizlik, 2012’de Kidal, Gao ve Timbuktu dahil kuzeyin bütün büyük şehirlerinin önce ayrılıkçılar, sonra cihatçıların eline geçmesi karşısında devletin acziyeti, BM’ye yıllık 1 milyar dolara mal olan terörle mücadeledeki başarısızlık, başkente kadar sıçrayan şiddet, Tuareklerle barış sürecinin yürütülememesi gibi nedenlerle liste uzatılabilir. Son olarak seçim sürecinde muhalefet lideri Soumaila Cissé’nin kaçırılması, katılımın yüzde 35’i bulmadığı sandığa hile karıştırılması ve Anayasa Mahkemesi’nin seçilemeyen 31 adayın kazandığını duyurması isyanın fitilini yeniden ateşlemişti. Eski Yüksek İslam Konseyi Başkanı Dicko’nun kurduğu Dernekler ve Hareketler Koordinasyonu (CMAS), 5 Haziran Hareketi (M5) ve Vatansever Güçler Birliği (RFP) ile güç birliği yaparak baskıyı artırdı. Sonuçta askerler duruma el koydu.
Eski Fransız sömürgesi Mali’de kuşkusuz Keita, “Paris’in adamı” olarak görülüyordu. Dicko da Keita’dan önce istifası için bastırdığı Başbakan Cisse’nun Paris tarafından korunduğunu düşünüyordu. “Fransa düşmanı değilim ancak Fransa bize saygı duymalı” diyordu. Ülkedeki derin krizden Fransızlar da sorumlu tutuluyordu.
Dicko, 2012’de Tuareglerin Azavad Kurtuluş Hareketi, Ensarullah, İslami Mağrib’deki El Kaide ve diğer cihatçı örgütler kuzeyi ele geçirince önce İslamcılarla diyaloga geçmiş, sonuç alamayınca Fransız askeri müdahalesine destek vermişti. Fransa Serval ve Barkhane operasyonlarını yürütürken Dicko’nun tavrı değişmiş ve Fransızları Mali’yi yeniden sömürgeleştirmek için cihadizm tehlikesini kullanmakla suçlamıştı.
Buna karşın Dicko’nun eylemlerini Türkiye’ye bağlamak göründüğü gibi kolay değil. Dicko’nun ilişkilendirileceği yabancı devlet varsa ilk sırada Suudi Arabistan gelebilir. Dicko İslami eğitimini Moritanya’dan sonra Medine Üniversitesi’nde tamamlamış bir din adamı. Vahhabi eğitim sisteminden geçmiş olsa da Mali’nin milli kültür, gelenek ve tasavvuf öğretisiyle harmanlanmış bir çizgiye sahip olduğunu söylüyor. Kendisi, Afrika sufizminin kalbi Timbuktu’dan. Ticani tarikatı lideri Şeyh Muhammed Veledu Hamahullah’la da arası çok iyi. Yine de Paris’in gözünde cihatçılarla diyalogu olan bir Vahhabi.
Darbe sonrası tartışmalar sırasında Dicko’nun, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın AK Parti’yi kuruncaya kadar içinde yer aldığı Milli Görüş çevresiyle ilişkisi gündeme geldi. Ancak İslami gruplar arasında bu türden temaslar olağandışı değil. Milli Görüş farklı ülkelerdeki İslami yapılarla örgütsel olmayan ilişkilere sahipti. Bu ilişkilere ciddi anlamlar yüklemek hatalı sonuçlar verebilir. Yine Dicko’nun Türkiye’nin Bamako’da yaptırdığı Eyüp Sultan Camii’nin arsasının alınmasında aracılık ettiği söyleniyor. Bu tür ilintilerden hareketle “Türkiye’nin darbede rolü olabilir” çıkarımları yapılıyor. “Türkiye yanlısı askerlerin Fransız yanlılarına darbe yaptığına” dair iddia Türk’ün gücünün görülmesini isteyenlerin de göğsünü kabartıyor.
Ankara, Frankofon damar yüzünden Mali ile istediği ölçüde ilişkilerini ilerletememekten yakınsa da Erdoğan’ın Keita ile arası iyiydi. Türkiye, Bamako’da elçiliğini 2010’da açmış, Erdoğan da ilk ziyaretini 2018’de gerçekleştirmişti. Bütün hırslarına rağmen Türkiye, Mali ordusu, siyaseti ya da sivil toplum içinde gelişmelere yön verecek imkan ve kapasiteye kavuşmadı. Nüfuz kapasitesi Fransa ile kıyaslanamaz. Cunta liderlerinde de Türkiye ilintisini çıkmıyor.
Cuntanın lideri Assimi Goita Fransa, Almanya ve Mısır’da eğitim görmüş, Amerikalılar tarafından da terörle mücadele konusunda eğitilmiş bir albay. 2012’de Azavad Kurtuluş Hareketi’ne esir düştüğünde Dicko tarafından kurtarılmıştı. İkisi arasında talebe-hoca ilişkisi olduğu da söyleniyor. Cuntacı albaylardan Sadio Camara ve Malik Diaw Rusya bağlantıları ile anılıyor. Camara ocakta eğitim için gittiği Rusya’dan darbeden 15 gün önce izne gelmiş. Diaw da Rusya’dan eğitimli. Bu yüzden Moskova’nın parmağını arayanlar oldu. Darbecilere destek veren emekli General Fanta Dembele Almanya ile ilişkilendiriliyor.
Mali’de güvenliğe destek için Türkiye’nin iki polis memuru bulunurken BM’nin gönderdiği barış gücü askerlerinin sayısı 13 bini, Fransız askerlerinin sayısı 5 bin 100’ü buluyor. Yani Türkiye’nin hesabına tercihte bulunacak askeri bir kanat oluşmuş değil.
Ancak her halükârda Mali’de bir Fransız-Türk karşıtlığından söz etmek mümkün. Erdoğan, Afrika’ya ağırlık verirken sürekli Fransız sömürgeciliğine göndermeler yapıyor. Yüzde 95’i Müslüman olan Mali’nin İslami kimliği hatırlatılıyor. Hatta Erdoğan 2019’da S-400 alımına itiraz eden Fransa’ya “Mali’de ne işin var senin?” diye çatmıştı.
AK Parti’ye yakın medya, Malili muhalefet temsilcilerinin askerin yönetime el koymasından memnun oldukları, hatta buna cunta denmesinden rahatsızlık duydukları, ECOWAS’ın sınırları kapatıp ticareti kesmesini kınadıklarına dair beyanlarına yer veriyor. Fransa’nın darbeyi kınayıp BM Güvenlik Konseyi’ni acil toplantıya çağırması ve Uluslararası Frankofoni Örgütü’nün Mali’nin üyeliğini askıya alması da popüler isyan ve cuntanın Fransız karşıtı olarak tanımlanmasına yarıyor.
Neticede 2012’deki darbenin ardından cunta ile ilk temas Fransa’dan gelmişken bu sefer erken davranan Türkiye oldu. Bundan iki anlam çıkar: Türk hükümeti Fransa karşıtlığı barındıran yeni aktörleri kendine daha yakın görüyor. Ya da Ankara yeni döneme damgasını vuracak cunta, geçiş yönetimi ya da müstakbel sivil hükümetle iyi ilişki kurma fırsatını kaçırmak istemiyor. Mali’nin altın, bakır, nikel, fosfat, manganez, uranyum, lityum, kireçtaşı gibi madenleri Ankara’yı heyecanlandırıyor. İki ülke arasında 2003’te 5 milyon dolar olan ticaret hacmi 2019’da 57 milyon dolara yükseldi. Rakam hala çok mütevazı. Diğer Afrika ülkelerinde olduğu gibi burayla da hava köprüsü kuruldu. İnsani yardım projeleriyle siyasi-ekonomik ilişkilere zemin oluşturuluyor.
Çavuşoğlu’nun ECOWAS’ın yönetimin sivillere bırakılması yönünde yürüttüğü müzakereler tamamlanmadan ve geçiş konseyi kurulmadan cunta ile görüşmesi darbenin meşrulaştırılması olarak da yorumlanabilir. Çavuşoğlu, 9 Eylül’de CNSP lideri Goita ve diğer üyelerle görüştükten sonra anayasal düzenin tesisi için Mali halkının yanında olacaklarını söyledi. Türk Dışişleri ilk açıklamasında “Keita’nın istifaya zorlanmasını derin endişe ve üzüntüyle karşılıyoruz” demişti.
Mali’nin başarısızlığında aslan payı kendi yöneticilerinden sonra Fransa’ya düşüyor. Türkiye, 2012-2020 darbeleri arasında oluşan siyasi-ekonomik enkaz üzerinde fırsat pencereleri arıyor. Ama yedi yıldır Keita ile çok yakın çalışan ve her türlü rezaletin önüne terörle mücadeleyi koyan Fransızların tökezlemesi Türkiye lehine otomatik kazanım anlamına gelmiyor. Fransa Mali dahil Sahel bölgesindeki çıkarlarını kolayca tehlikeye atmaz. Nitekim darbeden altı gün sonra Fransız büyükelçisi ve Barkhane Operasyon Komutanı CNSP’yi ziyaret etti. Fransız yönetimi Malilerin adına karar veremeyeceklerini ve Mali halkı için orada olduklarını açıkladı. Bunlar Fransızların pek de paniklemediğini ve yeni duruma uyum sağladıklarını gösteriyor.
By: Fehim Tastekin
Kaynak: Al-Monitor