HABER ANALİZ | KADİR BAYER
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Beyrut’taki patlamadan sonra Lübnan’a ayak basan ilk yabancı liderdi. Üstelik sadece resmî bir ziyaret değildi bu. Beyrut sokaklarında dolaştı, yerli halkla pozlar verdi.
Önceki gün Macron yine Lübnan’daydı. Her ne kadar Lübnan elitleri, henüz o ayak basmadan yeni başbakanlarını, eski Almanya Büyükelçisi Mustafa Edib’i, seçerek onun olası politik “etkisini” bertaraf etmiş olsalar da, Macron gündem olmak için başka yollar buldu.
Arap dünyasının efsane isimlerinden Feyruz’u evinde ziyaret etti Fransız lider. Böylece sevenleri uzun yıllar sonra ilk kez Feyruz’u görme şansını yakaladı.
Macron’un Ortadoğu gezisi bunlarla kısıtlı değil. Bugün de Irak’taydı. Ülkenin bağımsızlığına ve politik tercihlerine saygı duyduğunu söyledi. Irak’ta işler ekonomik anlamda pek iyi gitmiyor ve Mayıs ayında kurulan yeni hükümetin gidişatı toparlayabileceğine dair güven de düşük.
Ancak Macron, Irak’ın artık istikrarla anılan bir ülke olmasını dilediğini kaydetti.
ABD Başkanı Donald Trump’ın Ortadoğu’dan çekilme politikası, bölgede ciddi bir boşluk doğurdu ve Fransız cumhurbaşkanı belli ki bu boşluğu doldurmaya çalışanlardan biri.
Tek aday mı? Değil. Rusya’nın bölgesel bir liderlik peşinde koştuğunu biliyoruz. Fakat Rusya ekonomisi, Vladimir Putin’in önündeki en büyük engel. Doğal gaz ve petrol zengini bir bölgeye, doğal gaz ve petrol önererek “hâmilik” yapamazsınız.
İran’ın nüfuzu hem geçmişinden ötürü hem de mezhepsel sebeplerle kısıtlı. Suriye’de ciddi bir etki alanına sahip ama Rusya’yla çıkarları çatışıyor. Yemen’deki iç savaşı ne kadar daha finanse edebileceği belirsiz. Koronavirüs salgınından en çok etkilenen ülkelerden biri aynı zamanda.
Bölgedeki hemen her ülkenin bir diğeriyle ciddi problemleri var. Yıllar süren savaşlar, kırılgan fay hatları oluşturmuş vaziyette. Birkaç yıl önce patlak veren Körfez krizi de üzerine tuz biber ekti. Katar-Türkiye ve Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri tarafları, kıyasıya bir mücadele içinde.
Ortadoğu’daki her aktöre aynı anda hitap edebilecek ve aynı zamanda ekonomik anlamda nüfuzu olan aktörler hep Batı’da. Bu sebeple de, bir Batılının bıraktığı boşluğu, bir diğeri doldurabiliyor ancak.
ABD’nin uzun vadede dikkatini Çin’le rekabete verecek olması, Trump’tan sonra başka bir lider de gelse, Ortadoğu politikalarında radikal bir değişiklik olmayacağı hissi uyandırıyor.
Buraya kadar her şey bilindik. Fakat Macron’un küçük Ortadoğu seferinde farklı olan hususlar da vardı.
Bunlardan ilki, Fransa için stratejik önemi olmayan ülkelere yönelik “reelpolitiği aşan” oranda ihtimam. Lübnan, Macron için hayatî bir ülke değil fakat burada boy göstermesi, özelde Fransa genelde ise Avrupa dış siyasetinde bir takım değişikliklerin gelebileceğinin göstergesi. Irak da aynı şekilde, liderler düzeyinde bir ziyareti gerektirecek önemde sayılmaz.
Benzer bir gayreti, Libya konusunda öne çıkan Almanya’da da görmüştük. Merkel-Macron ikilisi, ABD’nin yokluğunu kabullenip “iş başa düştü” kabilinden hamleler yapıyor. Alman Dış İşleri Bakanı Heiko Maas, Libya’ya birkaç kez giderek sürecin bizzat içinde olduğunu göstermiş oldu.
Bir diğer farklılık, Macron’un neredeyse hiçbir aktörü dışlamadan konuşmasıydı. Öyle ki, Lübnan’da İran destekli Hizbullah’a mesafe koymaması, ABD’de homurtulara yol açtı.
Aynı şekilde Irak ziyaretinde de İran’ın ülke üzerindeki nüfuzunu kabullenmiş bir görüntü çizdi.
Elbette Avrupa ülkeleri, İran konusunda Trump’tan çok daha farklı düşünüyor. Bunu da hemen her fırsatta dile getiriyorlar. Ancak Macron’u sahada görmek, başkentlerden yapılan diplomatik açıklamaların ötesine geçmek anlamını taşıyor.
Belki de sonunda Avrupa ülkeleri, mülteci akınını önlemenin tek yolunun göçmenlerin geldikleri ülkeleri müreffeh hâle getirmek olduğunu keşfetmiş olabilir.