YORUM | CEMİL TOKPINAR
Dün yazımı yazmak için bilgisayarımı açıp haberlere bakmaya başladım. Kitleleri ilgilendiren dünyadan ve ülkemizden birçok haber içinde gözüm bir intihar haberine takıldı. Başlık, “Bir araba ve bir ev uğruna yıllarımı harcamak istemiyorum, diyen 18 yaşındaki genç intihar etti” şeklindeydi.
Oldum olası intiharlar yüreğimi yakar. Bir de genç olunca, Yunus Emre gibi “Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm / Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi” dememek mümkün mü?
Haberin detaylarını okudum. Kocaeli’nin Darıca ilçesinde Furkan Celep isminde 18 yaşındaki bir genç, sosyal medya hesabından intihar notu paylaştıktan sonra kayalıklardan atlayarak hayatına son vermişti.
İntihar eden kişilerin bıraktıkları notları hep okumaya çalışırım. Böylece intihar sebeplerini öğrenip önlemek için tedbirler alabileceğimizi düşünürüm. Furkan’ın Instagram hesabına girip notlarına baktım. Çok uzundu. Peş peşe üç not paylaşmıştı. Okumaya başladım. Cümleler gayet düzgün, mantık örgüsü intizamlıydı. Okudukça yüreğimi saran acı gözlerimden yaş olup akıyordu.
Ömrünün baharında bir genç niçin intihar ederdi?
Acaba bu intiharda en çok kim sorumluydu?
Furkan mı? Ailesi mi? Okul mu, işyeri mi, toplum mu, devlet mi, sosyal ve dinî kurumlar mı?
Bu soruların cevabı, Furkan’ın bıraktığı notlarda gizli değil, apaçıktı. Defalarca ağlayarak okuduğum bu notlar, benzer intiharların yaşanmaması adına öylesine mesajlarla doluydu ki…
Şimdi o notlardan hareketle mesajlarını anlamaya çalışalım.
Furkan’ın aklı başında mıydı? Kararı hemen mi almıştı yoksa uzun bir süreç mi yaşamıştı?
İşte cevabı:
“Sözlerime başlamadan önce bir içki, uyuşturucu veya bir madde etkisinde olmadığımı belirtmek istiyorum. Bunalımda veya depresyonda değilim. Bu, üzerine haftalarca hatta aylarca düşündüğüm ve sonucunda bu karara vardığım bir durum.”
Peki, bu düşüncesini çevresine açmış mıydı?
“Bu zaman diliminde birçok kişiyle dolaylı yoldan konuştum. Durumu bu kadar ciddi ve derinlemesine anlatmak istemedim. Paniğe kapılmalarını, bu konuya kafa yormalarını, saatlerini vermelerini, psikolojilerini ve yaşantılarını etkilemek istemedim. Olabildiğince yumuşattım ve gerektiğinde durdum. Kendi içimde, kendi sorunumu çözmeye çalıştım. Vardığım sonuç ise, bu.”
Demek ki, yüzeysel de olsa çevresine açmıştı. Ancak o kadar nazikti ki Furkan, kendi dertleriyle başkalarını meşgul etmek istemiyordu. Çevresi de maalesef niyetini tam anlayamamıştı.
Delikanlılığın deliliğini çılgınca yaşayan birisi değildi Furkan. Şu satırları okurken, “Aman Allah’ım, böyle birisi intihar etmiş olamaz” diyeceksiniz belki de.
“Hassas kalpli diyebileceğiniz insanlardan birisiyim. Şu zamana kadar hep doğru olanı yapmaya çalıştım. Yalan söylememeye, küfür etmemeye ve argo kullanmamaya çalıştım. İnsanları incitmemeye özen gösterdim, onlara sürekli olarak elimden geldiğince yardımcı oldum, değerli hissetmelerini sağladım, verebildiğim kadar değer verdim. Çokça empati yaptım, duygularını hissetmeye, onları anlamaya büyük özen gösterdim. Çok yönlü olabilmek için her kafa yapısına uygun şarkı dinledim, kitap okudum, araştırma yaptım. Herkesin görüşünü değerlendirdim, onlara saygı gösterdim.”
Onda şaşılacak derecede hayvan sevgisi ve merhamet var. Bakın ne diyor:
“Kendimi geliştirmek için spora gittim, yabancı dil öğrenmeye çalıştım. Herkese ve her şeye karşı merhametli oldum. Karıncayı bile ezmemeye özen gösterdim. Evde bir arı veya böcek olsa bile onu öldürmek yerine bardakla alıp özgür bıraktım, yemekten arta kalanları çatıya kuşların aç kalmaması için attım.”
Aman ya Rabbi! Karıncayı bile öldürmeyen kendisini nasıl öldürür? Bu tertemiz fıtrat, bu pırıl pırıl nezaket, nasıl olur da kendi canına kıyacak hâle gelir?
Daha bitmedi. Furkan ahlâkî güzelliklerini saymaya devam ediyor:
“Zorbalıktan kaçındım, kimseye bulaşmadım, zorda kalanlara yardım ettim. Paraya ihtiyacı olana para, ilgiye ihtiyaçları olana ilgi verdim. Hayvanları sevdim, onlara ilgi gösterdim, besledim. Doğayı kirletmemeye çalıştım. Uzayı, doğayı, ormanları, gökyüzünü ve hayvanları korumak için plastiklerimi çöp yerine istifleyip geri dönüşüme bile atmaya çalıştım. Daha iyi bir dünya için elimden geleni yaptım.”
Okurken hayretler içinde kalıyorum. Muhteşem hassasiyetini alkışlıyorum. Ama neden, neden aynı inceliği kendine göstermiyorsun Furkan? Neyin eksikti, hangi hayal kırıklığını yaşadın, sevgi ve şefkat mi bulamadın, beklentilerin cevapsız mı kaldı?
İşte beni hıçkırıklara boğan satırlar:
“Ailevî duygulardan yoksun büyüdüm, hiçbir zaman babamla veya abimle doğru dürüst dertleşemedim, onlardan değer görmedim (bunun için onları suçlamıyorum, sadece biraz değer, biraz şefkat görmek isterdim, sanırım bu iyi gelebilirdi.)”
Demek Furkan dertleşmek, kendisine değer verildiğini hissetmek, ailesinden şefkat görmek istiyordu. Bu yazıyı kaleme alana kadar defalarca haber sitelerine girip “Acaba ailesi ne dedi?” diye öğrenmek istedim. Fakat yazıyı bitirene kadar anne babasının herhangi bir cümlesine rastlamadım. Bu yüzden yüreği yanık ailesini de suçlayamayız. Rabbim onlara da sabır versin. Ancak ailesi üzerine düşeni yapmış da olsa bir gerçek var. Demek Furkan bunları yetersiz görmüş, daha fazla sevgiye, şefkate, değere ihtiyaç duymuş.
İlerleyen satırlarda çözüm konusunda bocaladığını görüyoruz:
“Kendi özümü, yeteneğimi öğrenemedim, bunun için çok uğraştım ve çaba gösterdim. Neyi sevdiğimi bilmiyorum, ne olmak istediğimi bilmiyorum, ne okumak istiyorum, bunu dahi bilmiyorum. Benim yaşımdaki insanlarla aramda uçurum var, her konuda benden daha üstünler.”
Ve peşinden kırılma çizgisi geliyor. O pırıl pırıl ahlâkın yerini, hoşlanmadığı davranışların aldığını görüyor. Garip bir çelişki var. Hem bu değişimi yaşayan kendisi, hem de bu değişimden memnun değil:
“Zaman geçtikçe kendi kişiliğimden ayrılmaya başladığımı hissediyorum. Gittikçe yalan söylemeye, argo hatta küfür kullanmaya başladım. İnsanlardan uzaklaşmaya, onları önemsememeye, doğaya ve hayvanlara zaman ayıramamaya başladım. Kendimi zamanla duygusuz bir insana dönüşüyormuşum gibi hissediyorum. Bunlar bana göre değil ben böyle olmak, hayatımın geri kalanına duygusuz bir insan olarak devam etmek istemiyorum. Sorumluluk almak istemiyorum. Bir araba, bir ev veya herhangi bir şey uğruna yıllarımı, aylarımı harcamak istemiyorum. İş hayatı bana çok yorucu geliyor. Hem içten hem de dıştan yıpranıyorum. Bir şeyler uğruna bunca sorun yaşamak bana mantıklı gelmiyor. Bunun yerine her şeyi arkada bırakıp gitmek, her şeyi kapatmak daha mantıklı geliyor.”
Furkan’ın baştan sona mesajlarla dolu notlarında medyanın en çok başlığa çıkardığı cümlesi buydu: “Bir araba, bir ev veya herhangi bir şey uğruna yıllarımı, aylarımı harcamak istemiyorum.”
Bu bakış açısına göre, toplumun gündemindeki en mühim konu ekonomiydi. Ülke ekonomisinin bozukluğunu ifade eden bir cümleye dikkat çekmek de en isabetlisiydi!
Hayatının amacı yoktu Furkan’ın. Belki bir nedeni, bir amacı olsaydı yaşayabilirdi:
“Aslında hiçbir şey için yaşamıyorum. Yaşamak için bir nedenim, bir amacım yok. İnsanların yoluma sürekli taş koyup beni yoracaklarını biliyorum, bunun için çabalamak istemiyorum. Burada kalmamı sağlayan birkaç şey vardı. Şarkılar, kitaplar, filmler, doğa, gökyüzü (özellikle bulutlar ve gün batımı) ve birkaç tane de dost. Bunlar benim bir süreliğine burada kalmamı sağladı, bunun için minnettarım.”
Peki, Allah’a inanıyor muydu, dinle ilişkisi nasıldı?
“Belki de bu kadar derin, bu kadar hassas bir insan olmamalıydım. Keşke Tanrı beni böyle yaratmasaydı deyip duruyorum kendime. Birisi en ufak hakaret bile etse buna üzülüyorum. Biraz üzülünce boğazım yanıyor, sözcükler çıkamıyor boğazımdan. Merak ediyorum, neden kimse bana değerli olduğumu hissettirmiyor? Neden kimse beni sevmiyor? Milyarlarca insan olmasına rağmen neden kendimi bu dünyada yalnız ve değersiz hissediyorum? Biraz daha eğlenceli, daha yakışıklı, daha çalışkan mı olmam gerek? Hayat bunları istiyor. Benim bunları karşılayacak ne gücüm, ne de umudum var.”
Bu mesaj yüklü satırlardan anlıyoruz ki, Allah’a inanıyor, fakat hakkıyla tanımıyor, belki dinî bilgisi ve ibadet hayatı yetersiz. Tabi, kendisini tanımadığımız için bu konuda kesin bir şey söyleyemiyoruz. Ama kesin olan şu ki, Furkan çok hassas, çok duygulu, çok derin bir genç.
Her genç gibi Furkan sevilmek, önemsenmek, değerli ve özel olduğunu hissetmek istiyor, ama bunları bir türlü bulamadığını düşünüyor:
“Daha iyi görünmek için, insanların beni sevmelerini sağlamak için kendimi yormak, yıpratmak, ruhumu, bedenimi kirletmek istemiyorum. Neden beni böyle sevmiyorlar ki? Düşüncelerimi, fikirlerimi, değer verdiğim her şeyi sırf dış görünüşüm biraz kötü diye kestirip atıyorlar. Bu konuda önemseyeceğim birisini bulmaya çalıştım (değer vermek istedim, değer görmek istedim, özel hissetmek istedim) ama her seferinde ters tepti, dostluklar, arkadaşlıklar kurmaya çalıştım, olmadı. Çok sevdiğim, uğruna her şeyimi verebileceğim iki dostumu bu konuda üzdüğüm için özür diliyorum. Benimle geçirdikleri vakitler için, her şeylerini benimle paylaştıkları için, bana karşı nazik ve iyi kalpli oldukları için, benimle yıllarca birlikte oldukları için ve bana kattıkları her şey için çok teşekkür ediyorum. Onlara buradan bir kucak dolusu kalp yolluyorum.”
Son satırlarda yine umutsuzluğu ve kimseyi incitmek istemeyen duyarlılığını görüyoruz:
“Her şeye rağmen bugünün geleceğini biliyordum, hiçbir zaman yaşlanmayacağımı, düzgün bir hayat yaşamayacağımı biliyordum. Sadece bana bu kadar yakın olduğunu bilmiyordum. Bu dünya yaşamak için çok kötü bir yer, bunu istemiyorum. Son kez bugüne kadar birisini üzdüysem veya kalbini kırdıysam bunun için üzgünüm, özür dilerim. Belki burada bulamadığım huzuru gökyüzünde bulurum. Huzurlu, mutlu ve umut dolu hayatlar sürmeniz dileği ile hoşça kalın…”
Onun mesajlarını okuyunca asıl sorumlunun aile ve toplum, kamusal ve toplumsal kurumlar olduğunu anlamak zor değil.
Kuşkusuz intihar çözüm olmadığı gibi, çok büyük bir günah. Rabbimizden Furkan kardeşimize rahmet ve mağfiret diliyor, ailesine ve arkadaşlarına taziyelerimizi sunuyor, ruhuna Fâtihalar gönderiyoruz.
İnşallah bazı değerlendirmeleri de bir başka yazıda ele alalım.