Türk Tabipleri Birliğinin (TTB) salgında yaşamını yitiren sağlık emekçilerine dikkat çekmek amacıyla çağrısını yaptığı ‘siyah kurdele’ eyleminin “haince bir tertip” olduğunu söyleyen MHP Lideri Devlet Bahçeli, TTB’nin “Derhal ve gecikmeksizin kapatılması” ve “Yöneticileriyle ilgili adli işlem yapılması” çağrısı yaptı.
Bahçeli’nin bu çağrısının bir parti başkanının kişisel görüşleri olmadığı açıktır. Aksine tek adam iktidarının kuruluşu sürecinden bu yana Bahçeli’nin açıklamaları faşist ‘Cumhur İttifakı’ blokunun da resmi görüşü olarak anlam kazanmaktadır.
Bu konuda 2018 başlarında hükümet sözcülerinin “Seçim yok” demelerine rağmen 24 Haziran baskın seçimlerinin yapılması kararının da Bahçeli’nin açıklamaları sonrasında alındığını hatırlatmak yeter.
Bu nedenle Bahçeli’nin son açıklamaları da iktidar blokunun bütün muhalif toplum kesimlerini susturup ülkede faşist bir rejim kurma kararlılığının ifadesi olarak anlaşılmalıdır.
Daha dikkat çekici olanı tek adam iktidarının kuruluşu sürecinin önemli dönemeçlerinden biri olan 24 Haziran seçimlerinden önce de yine TTB’nin hedefe konmuş olmasıydı.
Hatırlanırsa iktidarın Suriye Kürtlerini bir ‘tehdit’ olarak görmesinin bir sonucu olarak 2018 başlarında Afrin operasyonu başlatılmış ve TTB bu operasyona karşı barışı savunan “Savaş Bir Halk Sağlığı Sorunudur” bildirgesini yayımlamıştı. Bu bildiriye tepki gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TTB’yi hedef gösteren açıklamaları sonrasında TTB’nin merkez konseyi üyeleri evlerine yapılan baskınlarla gözaltına alınmıştı-ki, yapılan yargılama sonucunda 11 TTB yöneticisine hapis cezası verilmişti.
Afrin operasyonu sürecinde TTB yöneticilerinin gözaltına alınması, iktidarın bu operasyon karşısında barışı savunanlara karşı tahammülsüzlüğünün boyutunu gözler önüne sermişti. Devamında Afrin operasyonu sürecinde yaratılan milliyetçi dalga ve buna karşı demokrasi ve barışı savunan toplum kesimlerine karşı topyekün saldırganlık, 24 Haziran seçimlerinin iktidar bloku tarafından kazanılmasının önemli dayanaklarından biri haline getirilmişti.
Ancak bugün insanların yaşamını tehdit eden salgın artmaya devam ederken, salgınla mücadelenin merkezinde yer alan bir meslek örgütü olarak TTB’nin böylesine pervasızca hedefe konması, iktidar blokunun saldırganlığında yeni bir aşamayı da işaret etmektedir.
Bahçeli’nin, iktidar blokunun kendi başarısızlıklarının toplum tarafından görünür kılınması karşısındaki tahammülsüzlüğünün ifadesi olan bu açıklamalarının sadece TTB’ye değil; aynı zamanda pandemi ile mücadelede kontrolün kaybedildiğini söyleyen bilim insanlarına ve Sağlık Bakanının bütün sorumluluğu vatandaşa yıkan söylemlerine artık güveni kalmayan halk kesimlerine de üstü örtük bir tehdit olduğunu da söylemek gerekiyor.
Bunun da ötesinde dün nasıl iktidarın baroları hedefe koyup baroların bölünmesi yasasını çıkarması sadece avukatları/hukukçuları ilgilendiren bir mesele değildiyse, bugün TTB’nin de hedefe konması sadece doktorları ilgilendiren bir mesele değildir. Aksine TTB’ye yönelim, barolara yönelik düzenlemenin de bir parçası olduğu ve faşist bir rejim kurma hedefine bağlanmış topyekün saldırganlığın son halkasıdır.
Burada Bahçeli ve MHP’nin bu faşist rejimin inşasındaki rolüne dair birkaç kısa hatırlatma yapmakta yarar var.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra OHAL’in ilan edilip ülkenin KHK’lerle yönetilmeye başlanması ve aynı süreçte görünüşte IŞİD’e ama gerçekte Suriye Kürtlerine karşı ‘Fırat Kalkanı’ operasyonunun başlatılması, artık fikri iktidarda olan MHP’nin fiili tek adam rejimine desteğinin önünü açmıştı. MHP’nin bu desteği sayesinde ülke tarihinin en şaibeli seçimlerinden biri olan 16 Nisan 2017 referandumunda “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” kabul edilmişti. Ardından bu iş birliği ‘Cumhur İttifakı’ adı altında kalıcı hale getirilmiş ve 24 Haziran 2018 seçimleri sonrasında tek adam rejimi fiili olmaktan çıkıp kurumsal bir çerçeveye kavuşturulmuştu.
Elbette faşizm, bir partinin tutumu ile izah edilemez. Faşizm, tekelci burjuva gericiliğinin en saldırgan yönetim biçimidir ve MHP, Erdoğan AKP’si ile birlikte bu rejimin inşasının siyasi dayanaklarından biridir.
Bugünkü iktidar blokunun tekelci burjuva gericiliğin çıkarları temelinde savaşçı politikaları ve yayılmacı emelleri, aynı şekilde kendi egemenliğini paylaşmak istememesinin bir sonucu olarak Kürtlerin sınırların ötesindeki kazanımlarının tehdit olarak görülmesi ve ülke içinde Kürt siyasetini tasfiyeye yönelik uygulamalar, grevlerin yasaklanması ve işçi sınıfı ve muhalif toplum kesimlerinin her türlü hak eyleminin pandemi bahanesiyle valilikler eliyle yasaklanması başta olmak üzere iktidarın son dönemde sürdürdüğü politikanın böylesi bir rejimin inşasını hedeflediğini söylemek için kahin olmaya gerek yoktur.
Burada kadın örgütleri başta geniş toplum kesimlerinin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmak istenmesine karşı ortaya koyduğu tepki sonrasında bu adımın şimdilik askıya alınması, benzer bir şekilde işçi sınıfının kıdem tazminatının tasfiye edilmek istenmesi karşısındaki tepkisi nedeniyle bu konudaki düzenlemenin bekletilmesi ya da dış politikada Doğu Akdeniz’de emperyalistlerin artan baskısı karşısında Oruç Reis’in Antalya’ya çekilmesi, bu yayılmacı ve saldırgan politikalardan vazgeçmeye değil; bu politikalar için daha uygun koşulları yaratmaya/beklemeye yönelik manevralar olarak anlam kazanıyor.
Sonuç olarak pandemi sürecinde TTB’nin hedefe konması, işçi sınıfı ve emekçi halk kesimlerine savaştan, sömürüden, baskıdan başka verecek bir şeyi olmayan bu faşizm heveslisi iktidar blokunun halk sağlığı için ne kadar zararlı ve tehlikeli olduğunu çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Bu nedenle gelinen yerde iktidarın insanları kendi kaderine terk eden politikaları karşısında yaşamı ve faşist bir rejim inşası karşısında demokrasiyi savunmak için TTB’nin ve eylemlerinin sahiplenilmesi büyük önem taşıyor.
Reklam