YORUM | NEVİN ERDEM – İhraç Hakim @WomanJudgeTr
Korku insan varlığının ayrılmaz, doğal bir parçasıdır. Acı çekmekten, aşağılanmaktan, boyun eğmekten, yaralanmaktan, saldırıya uğramaktan, kaybolmaktan, cezalandırılmaktan, asimile olmaktan, işkenceye maruz kalmaktan, yok olmaktan ve daha birçok şeyle birlikte kuşkusuz, ölümün bizatihi kendisinden korkar insan.
Geçmişten getirilen birikimler, kötü tecrübeler, yaşanılan andaki davranışları şekillendirirken geleceği korkuyla beklemeye yol açar.
Tarih boyunca, bireylerin ve toplumların hayatlarına yön veren korkudan daha baskın bir duygu olmuş mudur?
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Bu baskınlık, korku duygusunun özellikle politikacı ve toplum liderleri tarafından suiistimal edilmesine yol açmıştır. Otoriter rejimlerin kurulmasında ve devamında başat rol oynayan duygu, korkudur.
Korku duygusunu bir yönetme tarzı olarak kullanan otoriter rejimlerin korkutma araçları yere, zamana ve topluma göre değişmektedir.
Yaslandığı taban “din elden gidiyor” sloganıyla büyümüş Türkiye’deki mevcut siyasi iktidar, ‘korku’ duygusunu çok yaygın ve etkin bir şekilde kullanmaktadır.
AKP iktidarı tarafından yönetilen Türkiye bugün, işkence eden, Transporter’larla insan kaçıran, helikopterden atan, çırılçıplak aramalar yaparak onur kıran, gözaltına alan, tutuklayan, yakınlarınız öldüğünde cenazesine katılmanıza dahi izin vermeyen, yıllarca hücrede tutan, işten atan, pasaportunuzu iptal ederek yurtdışına çıkışınızı engelleyen, her an hayatınıza müdahale etme potansiyeline sahip bir korku devleti olarak gözükmektedir.
İktidarın elinde ‘istenmeyenleri’ baskılayan bir saldırı aracına dönüşen yargı, adeta ‘korku üretim merkezi’ gibi çalışmaktadır.
Bir ‘korku üretim merkezi’ olarak yargı iki yönlü kullanılmaktadır:
Birincisi; bireye karşı işlenen suçlarla ilgili soruşturma açmamak ya da ceza vermemek suretiyle, birey hukuki güvenceden yoksun bırakılmakta, suçu işleyenler yargısal koruma altına alınarak suç işlenmesi teşvik edilmektedir. Böylelikle birey korkutulmaktadır.
İkincisi; ‘istenmeyen’ kişiler, herhangi bir suç işlememiş olsalar dahi, haklarında açılan soruşturmalarla, gözaltı kararlarıyla, tutuklamalarla ve mahkumiyetlerle korkutulmaktadırlar.
Örneğin, 11 Eylül’de Van’da askerler tarafından gözaltına alınan iki köylünün, Osman Şiban ve Servet Turgut, helikopterden aşağı atıldıkları iddiası var. 11 Eylül’de her iki kişinin askerler tarafından sağlam bir şekilde helikoptere bindirildiklerini gören tanıklar var. Doktor raporlarında her iki mağdurun vücudunda kırıklar, darp ve cebir izleri olduğu belirtiliyor. Osman Şiban’a ait hasta epikrizinde ‘yüksekten düşme’ kaydı yazılı. Tanıklardan birisi, Osman’ın kendisine helikopterden atıldıklarını söylediğini söylüyor.
Hamile ve yeni doğum yapmış kendi meslektaşlarını, evlerine sabah saat 5’te baskınlar yaparak gözaltına alan savcılar, helikopterden atılma iddialarına ilişkin etkin bir soruşturma için neyi bekliyorlar?
Olayın üzerinden iki hafta geçti. Kaç gözaltı, kaç tutuklama var?
Bir de kısıtlılık kararı almışlar. Tanık beyanları ve raporlar internette yayında iken neyi gizliyorlar?
Kısacası, bir taraftan iki vatandaşı helikopterden atarak korku salan güç, diğer taraftan bu suçun faillerini korumaktadır.
Bu olayı duyan, normal bir muhakeme yeteneğine sahip olan bir kişinin, iktidarın oluşturduğu bu korku atmosferinden etkilenmemesi mümkün mü?
Hukukçu, gazeteci Taha Akyol’un telefonla dolandıranların eline düşmesinin, oğlu aracılığı ile 320 bin lirasını gidip teslim etmesinin nedeni bu korku atmosferi değil mi?
Kimse güvende değil!
25 Eylül’de aralarında eski milletvekillerinin ve mevcut belediye başkanlarının da bulunduğu HDP’li siyasetçilere bir operasyon daha yapıldı, 82 kişi gözaltına alındı.
Gerekçe, 2014 yılında gerçekleştirilen Kobani eylemleri!
İyi de, eylemin üzerinden 6 yıl geçmiş. Neyin gözaltısı bu? Davetiyeyle çağırdınız da gelmedi mi bu insanlar?
Gerekçesiz gözaltına almak, keyfiliktir. Suçtur. 6 yıl önce işlendiği iddia edilen bir suçun soruşturmasında gözaltı kararı için çok makul bir gerekçe göstermek zorundasınız.
Gözaltı kararını veren makam Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı! Geçen yazımda da belirtmiştim: Hani şu memur maaşıyla geceliği 10 bin liraya otele helikopterle tatile giden Yüksel Kocaman’ın başsavcı olduğu yer.
Ekleme yapayım: 19 Eylül günü nikahı yaptıktan sonra Saray’a çıkıp, Erdoğan’la ailecek hatıra fotoğrafı çektirdiler, hediyelerini aldılar.
Keskin Cezaevi’nde işkence gören Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur, ısrarlı taleplerine rağmen cezaevi savcısıyla görüşemezken, Erdoğan cezaevindeyken Pınarhisar Cezaevi Savcısı olan ve cezaevinde Erdoğan’la mangal partisi dahi yapan Yüksel Kocaman’ın Erdoğan’la geliştirdiği ilişki ilginç değil mi?
İşte bu Ankara Başsavcılığı, iki hafta önce 50 civarında avukat hakkında gözaltı kararı verdi. Bu hafta ise 82 HDP’li siyasetçi hakkında.
Avukatlar meslekleri gereği müvekkillerini savundukları için, HDP’li siyasetçiler ise, siyaset yaptıkları için gözaltına alındılar. Amaç, iktidarın kendi kitlesini konsolide etmek, ‘istenmeyen’lere gözdağı vermek, korku iklimini yaymak.
Yargı eliyle oluşturulan bu korku ikliminde 5 bin civarında meslektaşları ihraç edilen, tutuklanan yargı mensuplarının kendileri dahi korku içindeler. Nasıl korku içinde olmasınlar ki?
Her ne kadar korku ikliminin oluşmasında başrol oyuncu iseler de, senaryoyu yargı mensupları yazmıyorlar. Sadece, yazılmış senaryoyu yönetmenin direktifleri doğrultusunda oynuyorlar. Senaryo dışına en küçük bir çıkış, sonu sürgünle, ihraçla ve hatta cezaevi hücresiyle bitecek bir yolculuğun başlangıcı haline dönüşebiliyor.
Nitekim 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 23 Eylül tarihindeki bir duruşmada, sanık vekilinin yurtdışı çıkış yasağının kaldırılması talebine karşılık mahkeme başkanı, “Terör dosyalarında daha önce adli kontrolü ve yurt dışı çıkış yasağını kaldıran birçok hakimle ilgili soruşturma başlatıldı” diyerek yargı mensuplarının hukukun gereklerine göre değil, korkularının etkisi altında, kendilerine verilen senaryo metnine göre hareket ettiklerini bir kez daha teyit etti.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da, senaryonun dışına çıktığını düşündüğü Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ı, senaryoya göre rolünü oynaması için geçtiğimiz hafta gözdağı vererek uyardı. Soylu, Barış Akademisyenleri hakkında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hak ihlali kararı nedeniyle, “AYM Başkanı, Polis Akademisi Başkanı’ydı. Aldığı komiser yardımcılarının yüzde 41’ini FETÖ’den ben ihraç ettim” demek suretiyle Arslan’a da böyle bir suçlama yöneltilebileceğini ima ederek, onu tehdit etti.
İnsan varlığının ayrılmaz parçası olan korku duygusu, otoriter zihinler tarafından suiistimal edilmeye devam ediyor.
Böylesi ağır bir korku ikliminde tek tek bireylerin kahramanlıklarıyla korku duvarlarının yıkılmasını beklemek gerçekçi değildir. Fikir ayrılıklarının bir tarafa bırakılarak, birlikte hareket edilmesi gerekir. Birlikte hareketin ortak zemini ise, insanlık ailesinin yüzyıllar içinde geliştirdiği, kişiden kişiye, toplumdan topluma değişmeyen modern, evrensel değerlerdir.