YORUM | DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Osmanlı tarihine dair bundan önce kaleme aldığımız “kısa hikâye” serisiyle padişahlık, sadrazamlık ve şeyhülislamlık kurumlarının gelişimini özetledik. Bu yazılar sonrasında tahmin ettiğimiz gibi bazı sorular öne çıktı.
Bunların başında padişahların kardeşlerini, çocuklarını, sadrazamları hatta “ölüm cezası” verilemeyeceğine dair temel yaklaşıma rağmen şeyhülislamları idam ettirmelerinin neye dayandığı sorusu geliyordu. Bunun cevabını verebilmek için öncelikle Osmanlı padişahlarının bu uygulamalarına imkân veren “siyaseten katl” kavramının anlaşılması gerekiyor.
Arı kovanı
Konuya dair yaptığımız tarama, “siyaseten katl” konusunun bir “arı kovanı” olarak görüldüğü ve kovana çomak sokmanın pek de istenmediğini ortaya koyuyor.
Konuyla ilgili Ahmet Mumcu’nun Ankara Üniversitesi’nde 1962 yılında doktora tezi olarak kabul edilmiş çalışmasından sonra kapsamlı bir çalışma yapılmadığı ve “güncel” çalışmaların bir makale kapsamından öte geçmediği dikkat çekiyor.
1988’de tamamlanan Millî Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi’nde ve son cildi 2013’de yayınlanan, toplamda kırk dört cilde ulaşan Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) İslam Ansiklopedisi’nde bir madde olarak yer almadığını görüyoruz. “Cellat” maddesinin bile yer aldığı ve infazların nasıl gerçekleştiğinin ayrıntılı olarak açıklandığı TDV İslam Ansiklopedisi’nin “siyaseten katl” gibi önemli bir konuyu es geçmeyi tercih etmesi ilginç bir realite olarak karşımıza çıkıyor.
Halbuki yüzyıllarca yıl egemen olan ve padişahın “ölüm emri yetkisine” sahip olmasını sağlayan gerekçeyi anlamak için “siyaseten katl” kavramının tartışılması elzem.
Siyaseten katl kavramı
Arapça bir kelime olan “siyaset” TDK Sözlük’te “Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış” olarak tanımlanmaktadır. Kelimenin bir taraftan “at bakımı, seyislik” anlamında kullanılmasına karşılık diğer taraftan “devlet yönetme” yani Batı dillerindeki karşılığıyla “politika” karşılığında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ancak ilginç olan siyaset kelimesinin “tenkil, tedip etme ve cezalandırma” hatta bazen “katl” kelimesi bile eklenmeden doğrudan “hükümdarın verdiği ölüm cezası” anlamında kullanılmasıdır.
Türk-İslam devletlerinde hükümdarın ölüm cezası verme yetkisi “siyaseten katl” olarak adlandırılmıştır. Türk devlet geleneğinden kaynaklanan, başka bir ifadeyle “örfî hukuktan” doğan bu yetki, İslam hukukçuları tarafından tanınmak zorunda kalınmış hatta İslam hukuku adına tescil edilmiştir. Genel yaklaşım, “hükümdarın devlet ve toplum maslahatı gereği insanları cezalandırma ve devlete zarar veren kimseleri öldürebilme” yetkisine sahip olduğu şeklindedir.
Osmanlı tarihindeki siyaseten katl uygulamasının temelinde daha önce yaşamış devletler dönemindeki tecrübeler yatmaktadır. Emeviler döneminde (661-750) hükümdarın emriyle ölüm cezası uygulaması görülse de bu uygulamaya karşı tepkiler olduğundan bu yetki, genel bir kabule dönüşmemiştir.
Abbasîlere (750-1258) gelindiğinde ise hükümdar-halifeler artık “dokunulamaz” bir kimlik kazanmışlar ve bunun sonucunda memurlarının hayatları üzerindeki “tasarruf hakkını” kabul ettirmişlerdir.
Önceki örnekler
Türk devletlerinde hükümdarın “öldürme yetkisi” olduğu anlaşılmakta ve bu yetkinin İslamiyet’in kabulünden sonra kurulan devletlerde de devam ettiği görülmektedir. Örneğin Büyük Selçuklu Devleti’nde sultanlar tarafından başta hanedan mensupları, tebaa, vassal hükümdarlar, savaş esirleri ve halifelik üyeleri olmak üzere sık sık siyaseten katle başvurulduğu görülmektedir.
Karar verilirken bazen soruşturma yapılırken bazen hiç gerek duyulmadığı, çoğu zaman ferman çıkarılsa da bazen ferman çıkarılmadığı anlaşılmaktadır. İlginç bir nokta da bazı durumlarda infazın bizzat sultan tarafından yapılmasıdır. İnfaz şekilleri olarak kementle boğma, kılıçla veya okla öldürme, işkence gibi yöntemler tercih edilmiş, zaman zaman sultanın kişinin ölümünden emin olması için kesilen kafası da gönderilmiştir.
Cezalandırmalarda sultanların tahta geçmelerine muhalefet, devlet işlerine karışma, Batınilerle iş birliği yapma gibi nedenler öne çıkmaktadır. En çok cezalandırılan kişiler hanedan üyeleri ve devlet memurları olmuş, ulema ve adliye mensuplarına daha az ceza verilmiştir.
Benzer uygulamalar Osmanlı Devleti’nin öncülü olan Türkiye (Rum) Selçuklularında da devam etmiş, genellikle devlet erkânı ve ümera bu cezaya çarptırılmıştır. Alaaddin Keykubad gibi büyük bir hükümdar bile bu yönteme başvurmuş, özellikle II. Gıyaseddin Keyhüsrev suçlu suçsuz ayrımı yapmadan birtakım entrikalarla pek çok değerli devlet adamı ve komutanı idam ettirdiği gibi hiçbir suçu olmayan bir komutanı idam ettirmek için ulemadan fetva almıştır.
Osmanlılarda siyaseten katl
Önceki Müslüman Türk devletlerinin devamı olan Osmanlılarda da kuruluştan itibaren özellikle reayaya dönük şekilde siyaseten katl uygulamasına başvurulduğu görülmektedir.
Siyaseten katlin askerî sınıfı yani devlet yöneticilerini ve memurları kapsayan kurumsal bir uygulamaya dönüşmesi ise İstanbul’un fethiyle büyük bir güce kavuşan ve devlete “merkeziyetçi mutlak imparatorluk” karakterini veren Fatih Sultan Mehmet (II. Mehmet) döneminde oldu. II. Mehmet, Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’yı öldürterek Çandarlı ailesinin nüfuzunu kırmış ve “kul sistemini” güçlendirerek otoritesini artırmıştır.
Sadrazamlarını “kul kökenlilerden” yani devşirmelerden seçen II. Mehmet, kul kökenli Sadrazamı Rum Mehmet Paşa’yı da öldürterek artık padişahın devletin en üst makamına kadar gelmiş bir kişi hakkında bile ölüm emri verebileceğini göstermiş ve Osmanlı padişahının “hâkim-i mutlak” konumunu kesinleştirmiştir.
Padişahın bu konumu Şeyhülislam’ın başında olduğu ulemayı ve dolayısıyla fetvaları da doğrudan etkiledi. Bundan sonra şeyhülislamlık makamı, hükümdarla ilgili meselelerde “şer’î maslahat değildir; nasıl emredilmişse öyle hareket lâzım gelir” şeklinde fetva vererek tartışmaktan kaçınmayı tercih etti. Padişahlar böylece kamu hukuku alanında “ölüm cezası verme” yetkisini şeyhülislamlara yani ulemaya kabul ettirdiler.
Buna rağmen İslamiyet’in ölüm cezasıyla ilgili ağır sınırlamaları nedeniyle padişahlar yine de ulemadan fetva alma ihtiyacı hissettiler ve ulema bu talepleri, “şeriata uygundur” şeklinde cevapladı.
“Siyaseten katl” genel olarak padişahın şahsına, kamu düzenine ve topluma karşı işlenen suçlar olup asıl olan kamu menfaati aleyhine bir suç işlenmesi yani “sai bi’l-fesaddır” (bozgunculuktur).
Büyük hırsızlıklar, haramilik, yol kesme, eşkıyalık, kalpazanlık, reayanın malına zarar verme, devlet görevlilerinin halka zulmetmesi, ihmalkârlık, sebepsiz yere mal müsaderesi, görevde ihmal, padişaha karşı isyan, savaştan kaçmak, padişahın meşruiyetini sorgulamak, padişaha karşı suikast, padişahı tenkit ve hakaret siyaset katle neden olan suçlardandır. Osmanlı tarihinde bu nedenlerle birçok siyaseten katl cezası verildiği görülmektedir.
Padişahlar yanlış yönlendirmelerle, saray halkının etkisiyle veya isyanları bastırabilmek için asilerin isteğiyle de siyaseten katl emri vermişlerdir. Bu yetkilerini çok rahat bir şekilde kullanmışlar, kendilerine göre “hadlerini aşan” bir devlet görevlisini hatta sadrazamı bile (Yavuz’un Mısır seferi dönüşünde “bir sözünden dolayı” Vezir-i Azam Yunus Paşa’yı öldürtmesi örneğinde görüldüğü gibi) idam ettirmişlerdir. Bu tür kararlar genellikle “hikmet-i hükümet” şeklinde açıklanmıştır. Sonuçta bazı padişahlar mutlak güçlerinde hiçbir sınır tanımayarak siyaseten katl uygulamalarında çok ileri gitmişlerdir.
Padişahların, çoğu zaman bir soruşturma ve yargılama ihtiyacı duymadan hatta sebepsiz yere bu cezayı verdikleri anlaşılmaktadır. Bazen de soruşturma ve yargılama yoluna başvurulmuş, hüküm şeyhülislamın fetvası ve padişahın fermanıyla kesinlik kazanmıştır. Ancak fetvaların bir kısmında padişahtan korkunun etkili olduğu çok açıktır.
Bu usule başvurulduğunda fermanda duadan ve klişe sözlerden sonra devlet adamının suçları ve bu suçların siyaseten katl için gerekçe oluşturduğuna dair fetva yer alır, suçlu önemli bir kişi ise kara kaftan giydirilerek veya “abdest al” denilerek karar bildirilirdi.
İnfaz, asma, kılıçla kafa kesme, hançer veya ateşli silahla öldürme gibi yöntemlerle gerçekleştirilirdi. Türk töresi gereğince hanedan üyelerinin “kanı akıtılmaması” gerektiğinden padişahın kardeş ve çocuklarıyla sadrazam ve yüksek rütbeli devletleri görevlileri boğularak infaz edilirler, bunun için de yay kirişi, kement ya da ipekten bir ip kullanılırdı. Siyaseten katl sarayda yapılacaksa “Siyaset Çeşmesi” ya da “Cellat Çeşmesi” denilen yerde gerçekleştirilirdi.
Siyaseten katlin sonu
Padişahların “siyaseten katl” yetkisi özellikle sadrazamları hedef almış ve Abdülmecit’e kadar bu makama gelen 183 sadrazamın 43’ü padişah emriyle idam edilmiştir. Bunların 23 tanesinin azledilmeden idam edilmesi dikkat çekmektedir. Yine 61 şehzadenin de bu kapsamda boğdurulduğu tahmin edilmektedir.
Siyaseten katledilen kişinin malı müsadere edildiği gibi cesedi veya kesik başı da teşhir edilirdi. Bunun için sarayda “Seng-i İbret” (İbret Taşı) denilen bir yer bulunmaktaydı.
Enteresan bir durum da “siyaseten katl” yetkisine sahip olsalar da, padişahların da bu cezaya maruz kalmalarıdır. II. Osman bu gerekçeyle öldürülmüş, on sekiz yıl sonra da Sultan İbrahim aynı cezaya muhatap olmuştur. 19. yüzyılda ise III. Selim ve IV. Mustafa yine “siyaseten katl” uygulaması çerçevesinde katledilmişlerdir.
Siyaseten katl uygulamaları, 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla sona erdi. Fermanla birlikte bizzat padişah tarafından hiç kimsenin yargılanmadan cezalandırılamayacağı ilkesi benimsendiğinden siyaseten katlden vazgeçilmiştir. 1840 tarihli Ceza Kanunu ile de padişahın ölüm cezası verme yetkisi ortadan kalkmış, padişahlar da bundan sonra yargılamasız ölüm cezası vermemişlerdir.
Son olarak söylemek gerekir ki, devrin uleması cevaz verse de siyaseten katl uygulamasının İslamiyet’e uygunluğu hep tartışılmıştır. Özellikle uygulamanın ölüm cezasını çok sınırlı şartlarda onaylayan İslam hukukuna ters düştüğü yorumu yapılmaktadır.
Buna karşılık pragmatik gerekçelerle ortaya çıkan ve Osmanlılarda geniş bir uygulama alanı bulan “siyaseten katlin” bazı alimler tarafından İslam hukuku içinde mütalaa edildiği de bir gerçektir.
Elbette bugünden bir değerlendirme yapıldığında “siyaseten katl” uygulamasının nasıl onaylandığını anlamak çok zordur ve bu konu tam bir “arı kovanı” olmaya devam etmektedir.
***
Kaynaklar: A. Mumcu, Osmanlı Devleti’nde Siyaseten Katl, AÜ Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara, 1963; F. Ş. Arık, “Türkiye Selçuklularında Siyaseten Katl” Belleten, C. LXIII, S. 236, 1999; K. Gürler, “Kitap Tanıtım ve Değerlendirmeleri (A. Mumcu, Osmanlı Devleti’nde Siyaseten Katl)”, HÜ İFD, 2013, C. 12, S. 23; İ. Kutgan, “Osmanlı Devleti’nde Siyaseten Katl”, USAD, 2013, C. 6, S. 24; M. Akman, “Örf”, TDV İA, 2007, c. 34.